KURT KAPANI

2
1297

KURT KAPANI

 KİTAP


Can Emre


Başlarken;

New Word Order ‘ Yenidünya Düzeni ‘

Savaşlar insanların ve ulusların her zaman kaderi olmuştur. İnsanlık en ağır yenilgisini, acılarını yaşarken yine savaşlar nedeniyle toplumlar yok olmuştur. Özellikle dünyayı etkileyen 1.Dünya Savaşı ‘toprak ve sömürgecilik temelinde’ yapılmış, ardından Ulusal Kurtuluş Savaşımız ve kaçışı olmayan 2.Dünya Savaşı yaşanmıştır. Tüm savaşların ardında yatan gerçek, ‘emperyalizm, sömürgecilik ve dünyaya hakimiyet’ olgusudur.

1.Dünya Savaşı sonucunda Amerika, ‘Wilson İlkeleri self-determinasyon’ ile 2.Dünya Savaşı sonunda ve soğuk savaş döneminde ‘Truman Doktrini’ adı altında ‘Marshall Yardımları’ ile ülkeleri sömürürken, ‘NATO’ üzerinden oyunlarını kurguluyor ve yaptırımlar uyguluyordu. Bugün Amerika’nın yaklaşık iki yüz yıldır dünyayı sömürme çabaları, her geçen gün yoğunlaşırken, 1.Dünya ve özellikle 2.Dünya Savaşından sonra ise ‘dünya jandarmalığına’ soyunarak ülkeleri yok etmesine baktığımızda, Türkiye Amerika ilişkileri görünen ve görülmeyen yüzüyle, ‘ikiyüzlülükle’ devam etmektedir.

Bu ilişkiler devam ederken Amerikan ve Türk siyasetçilerinin söylemlerine göre ‘Türkiye ve Amerika Stratejik Ortak’ sözlerinin aksine, ortaklıktan da öte ‘Amerikan Oyunlarının’ en doruk noktasındayız.

Stratejik ortaklık konumunda, Türkiye ve Amerika bu bağlamda gerçek ortak olsalar, herhalde bugün Türkiye olarak otuz beş yıldır terör  ve PKK ile uğraşmaz, Doğu ve Güney Doğuda sınırlarımız delik deşik olmaz; yine bu bağlamda ortaklık düşünüldüğünde, 1 Mart Teskeresi Meclis’ten geçer ve Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçirilmezdi.

Yine Türkiye ve Amerika stratejik ortak olsalar, bugün Türkiye bölgesine güçlü, sorunları olmayan, sanayi-tarım ve ticarette Avrupa ülkeleri ile yarışan, üzerinde çeşitli politikalar, stratejiler, doktrinler, denenmeyen bir ülke olmakla birlikte, bağımsızlık, demokrasi, laiklik sorunları ile uğraşmayan bir ülke olurdu. Aynı zamanda Ilımlı İslam ve BOP Projeleri, FETÖ organizasyonları ile ülkemizin derinliklerine kadar sızmaz, bizi dönüştürmek için planlar yapmazdı.

Bu gün ülkeler, artık sadece kendi çıkarları üzerine politika geliştirip yine kendi çıkarları temellinde, politikalarını belirlemektedir. Ancak bizim gibi gelişmekte olan ülkelere bakıldığında, bunun böyle olmadığı görülür. Sözde Amerika ile ‘Stratejik ortaklık’ konusunda geçmişe baktığımızda da, böyle bir durumun söz konusu olmadığını, ilişkilerin çıkarlar çerçevesinde geliştiğini hepimiz biliyoruz.

Artık yeni stratejiler, ülkelerin dost ve müttefik yapısından öte, ülkelerin ulusal çıkarları üzerinden dizayn edilmeye başlandı. 

2.Dünya Savaşı sonrası bölgesel olarak, Avrupa ve Orta Doğuda yaşanan stratejik ve jeopolitik süreçler, ortaya çıkan yeni güç dengeleri ve ülkelerin enerji ve petrole olan ihtiyaçları, 2.Dünya Savaşı sonrası dengeleri de değiştirdi. Amerika’nın Orta Doğuda İngilizlerin yerine söz sahibi olması, SSCB ve Amerika’nın ortaya koydukları soğuk savaş politikaları, Orta Doğuda haritaların yeniden çizilerek, ülkelerin kendi çıkarları için, yine ülkeler ile işbirliğine gitmeleri, Amerika’nın ortaya koyduğu “New World Order, Yeni Dünya Düzeni” politikalarının eseridir.

2.Dünya Savaşından sonra, Orta Doğuda etkili olan Amerika, bölgenin petrol ve enerji kaynaklarını sömürme ve kullanma adına, SSCB ve onun komünizm politikalarını tehlike olarak ortaya koymuş, daha önce Truman Doktrini ve Marshall Yardımları, daha sonra da Eisenhower Doktrini ile destekleyerek, NATO üzerinden oyunlarını kurgulamaktan, kendi ulusal çıkarları için ülkeleri ‘harcamaktan’ çekinmemiştir.

2.Dünya Savaşı sonrası Orta Doğu ve bölgede yaşananlara baktığımızda, aslında Amerika’nın kendi çıkarları doğrultusunda, dünyayı ve bu bölgeyi dizayn ettiğini görebiliyoruz.  Ülkemizde Amerika’nın varlığı, 2.Dünya Savaşı sonrası artmış, Türkiye’nin stratejik ve jeopolitik yapısı nedeniyle, Truman Doktrini ve Marshall Yardımları arkasından, Kore Savaşı sonrasında girdiğimiz NATO oluşumları sonrası, soğuk savaş senaryoları, komünizm tehlikesi bahaneleri, Türkiye’de değişik rüzgarların esmesine ve başka bir yöne doğru sürüklenmesine neden olmuştur…

Olaylar darbeler ve değişimlerin başlangıcı

Türkiye geçmiş yüzyılda yaşadığı savaş, yıkım, acı ve gözyaşından sonra, bugün dünyada 1. ve 2. Dünya Savaşı konseptinde, yeni bir savaş yaşanmazken, küresel anlamda, Amerika’nın kendi ulusal çıkarları nedeniyle, üstü örtülü ve ekonomik yaptırım ve çıkarlara dayalı yeni bir savaşın içindeyiz. Küresel anlamda, emperyal gücünü dünyaya kabul ettiren Amerika, Orta Doğu temelinde Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumu nedeniyle, komşumuz SSCB’nin komünizm tehlikesini bertaraf etmek ve bölgeyi dizayn etmek için bizimle yakınlaşarak bölgenin enerji, petrol, su ve verimli topraklarını kontrol etmek için bizi kullanmıştır.

Bunu yaparken ülkemizin tek partili sistemden çok partili sisteme geçtiği 1950 ile 1960 yıllarında iktidar olan Demokrat Partinin, modernleşme, gelişme ve çağdaşlaşma adına, krediye ihtiyacını bu politikalarını uygulamak için ‘Amerikan Çıkarları’ nedeniyle kullanarak NATO ile dizayn etmeye çalışmıştır. Bu anlamda 1950’den itibaren, değişen Türk Siyaset hayatı ve yönetimi, bölgede oluşan güvensizlik ortamı, Türkiye’nin SSCB tehdidine yalnız başına mücadele edemeyecek olması, Amerika’nın işine gelmiştir.

Biz insanoğlu dün olduğu gibi bugünde açgözlüyü. Kendi çıkarlarımızı maalesef ulusal çıkarlarımızın üstünde görerek, nereden geldiğimizi unutuyor, nereye gitmek istediğimizi, başkalarının çıkarları üzerinden değerlendirip, yönümüzü belirliyoruz…


Giriş

Dünya artık tekelci bir güç ile yönetiliyor. Emperyalizm ve Kapitalizm şekil, renk ve kabuk değiştirdi. Dengeler eskisi gibi artı ve eksi kutuplar üzerinden şekillenmiyor.

Paranın efendileri, baronların yani, emperyalizmin silahı, yeşil kağıt, eşittir dolar…

Sistemsel olarak daha önce Avrupa olarak bildiğimiz emperyalizm, artık Amerika’ya göç etmiş durumda. Dünyanın en zengin iş adamı olarak bilinen, Amazon Şirketinin sahibi Jeff Bezos bugünkü serveti, 150 milyar dolar. Fakat bazı aileler var ki, isimleri listelerde bile değil, sıralamalara dahi girmiyorlar…

Rockefeller Ailesi ve Rothschild’ler gibi…

Jeff Bezos zenginliği, onların yanında cep harçlığı gibi kalıyor. Forbes Dergisinin her yıl düzenlediği, dünyanın en zenginler listesine, Türkiye’den zenginler 3-4 milyar dolar ile girebilirken, Jeff Bezos ’un 150 milyar doları karşısında lafı bile olmaz.

Ama Rockefeller ve Rothschild ailelerinin servetleri gizli olmasına rağmen, şirketleri ile birlikte dünya üzerinde yönettikleri finans büyüklüğünün, tahminen 800-900 trilyon dolar olduğu söyleniyor. İşte dünya böyle süper bir güç ve güçler dengesinin kurduğu, sarıp sarmaladığı emperyalizm ile yönetiliyoruz…

Güç, bugün yeşil kağıt, eşittir dolar..!

Ne demek istediğimi anlayın…

Peki, kim bu baronlar? Ne istiyorlar?

Nasıl büyümüşler, gelişmişler, dünyadan ne istiyorlar?

Onlardan da, bahsedeceğim.

Çünkü özellikle bugün Orta Doğuda yenidünya düzenini uygulayanlar, başta Türkiye olmak üzere güçlerini bizim gibi ülkeler üzerinde uygulayarak, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel dejenerasyonu sağlamak için çalışıyorlar. Ancak bu baronlar yaptıkları her işi neden ve sonuç ilişkisi üzerinden yaparak, servetlerine servet katıp bizleri sömürürken, arka planda kalmayı tercih ediyorlar.  

‘Cambaza bak misali’ yönetim tarzları ile ortada olmamayı ve dünyayı gizli el yönetiyormuşçasına, yine gizli planları ile yönetiyorlar.

Felsefeleri de Yahudilikle ve Yahudiliğin ‘Gizli El’ denilen kavramları ile başlamış yine bu kavramlar üzerinden bir araya gelerek bugün Gizli Dünya Güçleri olarak bu konjonktürde dünyayı tekelci bir zihniyet ile yürütüyorlar.

Tüm bunlar, bugün emperyalizm ve sömürü altında gerçekleşirken, çıkarttıkları savaşlar, yaptırdıkları darbeler, akıl almaz oyunlar ile sömürü düzenini, dünyaya yayarak ilerliyorlar.

Ülkelerin toprak ve sömürgecilik temelinde yaptıkları eylemler ‘Dünyaya Hâkimiyet Olgusu’  1.Dünya Savaşının başlama nedeni olsa da, aslında sömürgecilik faaliyetleri çok eskilere dayanır.

Konuya başlarken, önce sömürgecilik ve nedenleri konusunda bilgi vermeliyim ki, bu gün geldiğimiz ortam ve yenidünya düzeninde ‘Amerikan Oyunlarını’  anlayalım.


KURT KAPANI


Bugün yaşadığımız özellikle Orta Doğu merkezli küresel savaş ise hem bölgemizi, hem de bizi değiştirmeye, hatta yok etmeye yönelik olup, ‘Amerikan Oyunlarının’ dünyaya yansımasıdır.  Ülkemiz üzerinde yaklaşık, yüz yıldır oynanan oyunların sonucunda, ekonomik, sosyal ve kültürel baskılar bu günlerde daha da şiddetlenerek devam ediyor. Devam ettiren ise dünyanın jandarmalığına soyunmuş, gene dünyanın en büyük sömürü emperyal devleti, bizimde sözde en iyi müttefikimiz, Amerika. Bugün ise Büyük Orta Doğu Politikası ve projesi ‘ BOP ‘ ile yine aynı Amerika, özellikle 2.Dünya Savaşından sonra bölgede, bayrağı İngiltere’den devralarak, Ortadoğu’nun jeopolitik ve jeostratejik konumu nedeniyle, enerji kaynaklarını kontrol edip sömürürken, bölgeyi dağıtmaya ve perişan etmeye devam ediyor.  Dünyayı yüz yıldır sömüren Amerika, Orta Doğuda yalanları ile ülkeleri bölüp parçalarken, geride acılar, gözyaşları ve ölümler bırakarak, hiçbir şey olmamış gibi ‘ikiyüzlü’ siyasetine devam ederken bugün Amerikan oyunlarının doruk noktasındayız.

Türkiye-Amerika ilişkileri, Osmanlı’nın Akdeniz’de hakimiyetine kadar dayanmakta olup, o dönem Osmanlı’ya Akdeniz’de gezinmek için haraç veren Amerika, ne acıdır ki, bu gün geçmişin acısını çıkarırcasına, Orta Doğu’yu darmadağın edip, bizi de bunun içine dahil ederek, şimdi kendisi haraç kesmeye devam ediyor. Atatürk ile Türkiye-Amerika ilişkileri gayet olumlu ve stabil geçmiş, Atatürk ile Wilson’un ortaya koydukları siyaset parametreleri, barışçıl ve pozitif politikalara sahne olmuştur.  Daha sonra, 2.Dünya Savaşı sonrası NATO ile değişen siyasi ve askeri konjonktür, askerlerin ağırlığı ve yaşanan bazı krizler, Türkiye’yi derinden etkileyecek ve üzecek olayları da beraberinde getirmiştir. 1950 yılı Türkiye açısından önemli bir yıl olup, değişen siyasi rejim, NATO üyeliğimizin ardından, Truman Doktrini ve Marshall Yardımları ile başlayan Amerika yardımları ve yakınlaşması, daha sonra ülke olarak bizi bir takım krizler ile karşı karşıya bırakmıştır.

1960 ve 1980 askeri darbesi, yine 1971 askeri muhtırası NATO’ya bağlı ‘Bazı Subayların’ darbe heveslerini ne kadar içselleştirdiği, yeni konseptin kendilerini nasıl değiştirdiğinin dışa vuruşu olmakla birlikte, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel anlamda ilerlemek isterken, aslında yavaş yavaş içimizi kemiren, iliklerimize kadar işleyen virüsün, vücudumuza girdiğini fark edemiyorduk. Olayları, salt siyaset olarak veya uluslararası ilişkiler konsepti yönüyle inceleme ve değerlendirmenin yanı sıra, yaşananları başka bir göz ve felsefe olarak incelemeyi severim. Her zaman arka planlar ilgimi çekmiş, neden sonuç ilişkilerinin yanında, kaoslardan beslenenler ve zengin olanlar yine bu kaosların çıkmasına neden olmuştur. Bu gün Orta doğuda yaşanan küresel savaş, Amerika’nın Büyük Orta Doğu Projesi yani BOP ’un bugünkü versiyonu yenidünya düzeni yani ‘New World Order’ dır.

Bölgede, artık öyle bir noktaya gelindi ki, Amerika her türlü baskı, tehdit ve ekonomik zorlamalarını sadece Ortadoğu bağlamında petrol üzerine değil, İsrail’in geleceği ve güvenliği içinde önlemlerini alarak, yayılmacılık politikalarını sürdürüyor.

Bu politika, Amerika’nın özellikle 2.Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan yayılmacılık, yani sömürü politikaları, 18.  ve 19. yüzyıl ticari kaygılarının, dış pazarlara açılma temelinde şekillenmesi, ayrıca 1.Dünya Savaşı sonrası Amerika’nın lehine gerçekleşen stratejik olaylar, Amerikan yayılmacılığının gelişmesine ve büyümesine imkan sağlamıştır. Özellikle, Avrupalı zenginlerin, bankerlerin, bankacıların, Amerika’ya göç etmeleri, beraberinde bir takım olayları da tetiklemiştir. 1.Dünya Savaşı nedeniyle Avrupa’dan kaçan bilim adamı veya zengin Yahudiler, Amerika’da kısa zamanda belli yerlere gelerek, Amerika’nın gelişmesine ve büyümesine neden olurken, aynı zamanda Avrupa’da da yeni fikirler ve doktrinler konuşulmaya başlanmış, entelektüel kesimler bu fikirleri sahiplenerek yeni akımlar yaratma içine girmişlerdir.

Hatta 18. ve 19. yüzyılda etkileyen görüşleriyle ve savundukları felsefeler ile Marksizm babaları ve aynı zamanda kapitalizm ve liberalizm karşıtı söylemleri ile sosyalizm ve devamı komünizm tezlerini ortaya koyan, Karl Marx ve Friedrich Engels’in, aslında Yahudi olup, yine Avrupa’dan başlayıp bugün dünyanın en büyük ve güçlü aynı zamanda en zengin ailesi olarak dünyayı yöneten ve Yahudilerin Kralı olarak bilinen, Lord Rothschild’in yakın arkadaşları olması bazı gelişmelerin önünü açmıştır…

Bu görüşler ve soğuk savaş politikaları, dünyada iki karşıt görüş yaratmış ve ülkeler bu görüşler karşısında bölünerek yeni bir rejim ve felsefe ile yönetilirken, yine bu zengin aileler silah satışları ve etkili ticaret anlaşmaları ile dünyayı tekelci bir güç ile yönetmeye başlamıştır. Bu gün Orta Doğuda yaşadığımız küresel savaş, Amerikan Oyunlarının bir parçası olup, New World Order politikaları bize şu soruyu sormamızı ve Amerikan’ın stratejik ortaklığını tartışılır hale getirmiştir. Amerika ile stratejik ortak mıyız? Amerika ile savaşta mıyız? Gelin hep beraber bu sorunun cevaplarını arayalım ve olayları değerlendirelim.

Amerika bizden ne istiyor?

Dünya yeni bir evreye ve felsefi açıdan yeni bir doktrin ile yönetilmeye başlarken, aslında dünyayı yöneten güçler, yani dünyaya hakim güçler ve aileler, dünyayı tekelci bir güçle yönetmek isterken, tek tip insan, tek tip din, tek tip para, tek tip düşünce boyutunda dünyayı tasarlayıp dizayn ederken, kendilerinin efendi, kendileri dışında kalanların köle olarak, yine kendilerine hizmet etmelerini istemektedirler…

Yani kölelik…


Neden Savaş ?

İnsanoğlu var olduğundan bu yana, hayatta kalmak için doğa ve yabani hayat ile mücadele etmiş, kendi yaşamsal sürekliliğini devam ettirmek için, doğadaki hayvanları avlayarak, yaşamsal olarak ırkını sürdürmüştür… Bu süreç biz insanoğlu için önemli olup, önce bireysel, daha sonrada gelişen toplumların ihtiyaçlarını giderme adına, toplu yaşam düzenine geçtiğimizden bu yana, paylaşarak, gelişerek daha sonra aile olarak çevre ve toplumla ilişkiler ile büyümüş ve hayatımızı idame ettirmişiz.

Biz insanoğlu açgözlüyü.

Sadece var olan ile değil, başkalarının olanına da göz dikerek, onun elindekini almak için mücadele etmekteyiz. Dünya üzerindeki savaşlarda emperyalizm, sömürgecilik ve dünyaya hakimiyet olgusu üzerinden yaşanmıştır. Biz insanoğlu bölgemizde bulunan varlıkların yanında, bölgemiz dışında bulunan ama bize ait olmayan varlıkların bizim olması için mücadele ederek, onlara yaşam hakkı tanımamış ve sömürü düzenini dünyanın her yerine taşımışız. Bizim olmayan, başka ülke halklarının hakkı olan, enerji kaynakları, petrol, doğalgaz, değerli madenler, su ve stratejik toprakları ele geçirmek ve onları kullanmak için, yapılan mücadeledir savaş.

Bunun adı, sömürü yani emperyalizmdir…

Savaş kadar acı, kötü, insanlığın ve ırkların yok olmasına kadar giden yolun başlangıcı, Yeni Dünya Düzeni yani ‘New World Order’ denilen emperyalizmin adıdır. Size bu konuda insanoğlu üzerinden bir olay anlatarak konuyu daha doğrusu emperyalizmi başka bir perspektiften anlatmak istiyorum…


Bizonların Öyküsü

Amerika’nın uçsuz bucaksız ovalarında yaşayan, devasa hayvanlar bizonların en büyük düşmanları kurtlardır. Kurtlar bizonların etrafını çevreler, saatlerce onların etrafında hareketsiz bekler, sürünün en savunmasız anında, harekete geçerek, onları yüksek tepelere doğru kovalar, tepeye gelen ve atlamaktan başka çaresi olmayan bizonlar, kurtların azgın dişleri arasında acı çekerek ölmektense, tepeden atlayarak yaşamlarına son verirler.

Bu doğal hayat içinde normal bir süreçtir. Ve yaşam bunu sürekli kılmıştır.

Zamanla insanoğlu kurtların bu acımasız planını keşfedince, bizon avlamak için önce kurtları öldürmüş, onların postlarını üzerine sarıp kurt taklidi yaparak bizonların yanına yaklaşıp, saatlerce beklemiş, yine bizonların en savunmasız anında, onlara saldırarak yüksek tepelere doğru kovalamış, atlamaktan başka çaresi olmayan bizonlar yine ölmekten kurtulamamıştır.

Bu gün Amerika’nın da yaptığı budur. Açgözlülük…

Emperyal dünyanın sömürgeci gücü olarak, kurtlar gibi davranıp, insanları en savunmasız anında, çıkarları için ölüme sürüklemeden çekinmemektedir. Birileri ölürken, diğerleri yaşamaya, yine birileri acı çekerken, diğerleri mutlu yaşamaya alıştırılmış, dil, din, mezhep, renk gözetmeksizin, genetik olan varlığımızın birilerinin ikamesi için, diğerlerin yıkılmasına kurgulanmıştır. Emperyalizmin karanlık yüzü sömürgecilik ise, Amerika bunun karanlık yanıdır. Bugün dünyanın tek sömürgeci, yayılmacı devletidir. Geçmişte yaşanan 1. ve 2. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı, aslında kurt- bizon savaşına, sonradan kurt postu ile dahil olanlar dünyayı yaşanmaz hale getirmiştir…

İnsanlık ne çektiyse daha sonra yakın yüzyılda adına Emperyalizm denilen kölelik düzenini yaratanlar bu düzeni kendilerinin ikamesi kapitalizm, liberalizm, komünizm, faşizm diyerek, aslında kendi düzenini yaratanlar değil midir? Şimdi bunun adı, bu yüzyılda ve coğrafyada Yeni Dünya Düzeni;  Yani New Order ‘dır.


Sömürgeciliğin Başlangıcı

Sömürgecilik Nedir?

Sömürgecilik genel anlamda,


Osmanlı-Amerika İlişkileri

Günümüz olaylarının anlaşılmasında önemli bir yere sahip olan tarihi olayları bilmek, geçmişi anlayarak geleceğe yön vermede, önemli bir parametredir. Osmanlı-Amerikan ilişkileri bu açıdan değerli ipuçları taşımaktadır. Bugün ABD için vazgeçilmez partner olan Türkiye, bu konumuna Osmanlı birikimiyle gelmiştir. Dünyanın jeopolitik ve jeostratejik açıdan önemli bir merkezinde bulunan Türkiye, dünya tarihinde her zaman önemli bir rol oynamıştır. ABD`nin ticari çıkarlarıyla başlayan Osmanlı-Amerikan ilişkileri, XIX. yüzyılın farklı dilimlerinde değişiklik göstermiştir.

Yaklaşık iki yüzyıla yaklaşan Türk-Amerikan ilişkilerini, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi olmak üzere iki döneme ayırmak mümkündür. Osmanlı-Amerikan ilişkilerinde ekonomik sebeplerden çok, siyasi amaçlar belirleyici olmuştur. 1783’de bağımsız bir devlet olarak ortaya çıkan ABD, kısa sürede kendine özgü yapısını oluşturmuştur. Uluslararası ticari faaliyetlere öncelik veren Amerika’nın ticari faaliyet alanlarından biride, Akdeniz bölgesi olup, Amerikan gemileri, Akdeniz’e açıldığında o güne kadar kendisini tanımayan Osmanlı’ya para veya değerli askeri malzemeler vermek durumunda kalıyordu.

Cezayirli gemicilerin izinsiz dolaşan iki Amerikan gemisine el koyması, ABD`nin adımlarını çabuk atmasına neden olmuştur. Amerikan hükümeti 1795 senesinde Cezayir, 1796`da Trablus ve 1797`de Tunus ile antlaşma imzalamıştır. Ayrıca Cezayir ile yapılan antlaşma metni Türkçe olup, Osmanlı diplomatiğine ait belge türü olan ‘âhidnâme’ terminolojisiyle yazılmıştır. 1799 yılında ABD Başkanı John Adams, Osmanlı ile anlaşmak için adım atsa da, bu adım ancak 1800 yılında, George Washington firkateynin İstanbul’u ziyareti sonrası Osmanlı-Amerika ilişkileri başlamıştır.

Daha sonra 1827 yılında Fransız, İngiliz ve Rus gemilerinden oluşan müttefik donanması Navarin’de 1 *(Navarin Deniz Faciası) Osmanlı Donanmasını imha etmesi sonucu İngilizlerin baskısı ve oyunlarına dayanamayarak yine İngilizlerin dışındaki ülkelere yönelme durumunda kalarak, 7 Mayıs 1830 yılında Osmanlı Devleti, Amerika ile Seyr-i Sefâin ticaret antlaşması imzalıyordu. Bu antlaşmanın birinci maddesi Amerikan tüccarları ile ticaret gemilerine ‘en çok kayrılan devlet’ kaydından, dördüncü maddesi de Osmanlı ülkesinde bulunan Amerikan vatandaşlarına ‘kapitülasyon’ ayrıcalıklarından faydalanmak hakkını vermekteydi. Daha sonra 1845‟te Zapçıoğlu Abraham adlı şahsın şehbender ‘Konsolos’ olarak gönderilmesiyle başlayan süreç, 1867`de Fransız asıllı Edme Blacque ‘Bulak-Blak’ Bey Washington elçisi olarak göreve atanmasıyla devam etti.

Bu tarihten sonra açılan temsilcilikler ve okullar, Amerikan nüfusunun oluşmasını sağlayarak, misyonerlik çalışmaları ivme kazandı. Kırım Savaşı sonunda Osmanlı ekonomisi açmaza girince Amerika ilişkileri farklı bir boyut kazandı. 1877-78 Savaşı, Osmanlı tarihinde birçok açıdan dönüm noktası olduğu gibi Osmanlı-Amerikan ilişkilerinde de önemli bir milattır. Bu tarihten sonra Osmanlı siyasetinin içinde barındırdığı bunalımlar artmış ve birçok Avrupalı büyük gücün yanı sıra ABD de Ermeni sorununu bahane ederek Osmanlı iç işlerine karışma sürecine katılmıştır. Özellikle Amerikan basını, Ermenileri destekler yönde yayın yapmıştır. Bu yayınlarla Ermenilere Osmanlı topraklarında baskı yapıldığı iddia edilmiştir…

Sonuç olarak, verilen imtiyazların sınırlarını kendileri genişletmeye başlayan Amerikalılar, Osmanlı Devleti ile anlaşmazlığa düşmüşlerdir. İlk yıllarda Osmanlı Devleti tarafından çok fazla önemsenmeyen misyonerlik, Osmanlı-Amerikan ilişkilerinin bazen gerginleşmesine neden olmuştur. Misyonerlik faaliyetiyle, Ermeni milletini hedef kitle seçen Amerikalılar, Ermeni isyanlarının çıkmasında başka pek çok faktörle birlikte rol oynamışlardır. Bütün bunlara rağmen İngiltere ve Rusya gibi devletlerin tutumlarına göre ABD, Osmanlı Devleti tarafından her zaman daha ehven bir Batılı devlet olarak görülmüştür. Osmanlı-Amerikan ilişkileri, karşılıklı yakın tehdit endişesi bulunmaması ve denizaşırı mesafeden kaynaklanan güven sebebiyle, genellikle dostluk çerçevesinde gelişmiştir.

Tabii, iki devlet arasında savaş yapılmaması da önemli bir husustur. Devletler arasındaki dostluk çıkarlar devam ettiği sürece var olagelmiştir. Osmanlı döneminde, Türk-Amerikan ilişkileri özellikle 1890´dan sonra, 21. yüzyılla benzer bir şekilde, daha çok ABD`nin yararlandığı ekonomik ve siyasi tavizlerle sürmüştür denebilir.

1* ( Navarin Faciası; Navarin Deniz Muharebesi (20 Ekim 1827) ” Osmanlı ve Mısır donanmalarına karşı birlikte hareket eden İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları arasında geçmiş olan bir deniz muharebesidir.  İngiliz, Fransız, Rus ve Rumlar Yunanistan’a bağımsızlık verilmesi için Osmanlının gemilerinin bulunduğu Navarin Limanını kuşatması ve bombalaması olay”

Amerikan Sömürgeliği

Genellikle bir devletin başka ulusları, toplulukları, siyasal ve ekonomik egemenliği altına alarak yayılması veya yayılma istemidir. Ülkelerin kaynaklarına el koyarak, halkın sosyo-kültürel, dini değerlerine baskı uygularlar. Sömürgecilik ile emperyalizm kimi zaman birbirleri yerine kullanılan terimler olmakla birlikte, emperyalizm, şekli olduğu kadar şekli olmayan alanlarda da, kontrolün hakim gücün elinde bulunduğunu durumlarda kullanılmaktadır.

Sömürgecilik terimi aynı zamanda bu sistemi meşrulaştırmak veya yaymak için kullanılan bir dizi inanca da işaret etmektedir. Toplumları refaha kavuşturmak, aydınlığa çıkarmak ve gelişmelerinde katkıda bulunmak amacıyla baskı altında tuttukları şeklinde algılar veya algılanması sağlanır. Bir bakıma iyimserlik havası estirilir. Sözde bilimsel teorilerle de desteklenmeye çalışılan bu tip inançlar daha çok 19.yüzyılda Avrupa’da yayılmış ve Avrupalıların tüm dünyada sömürgeci güç olarak yayılmasının da sözde meşru dayanağı olmuştur.

Avrupa’yı 1890’lardan itibaren sömürgeciliğe iten faktör tamamen ekonomiktir.

19.yüzyıldan itibaren ülkelerin ham maddeye ve pazara olan ihtiyaçları Avrupa devletlerini sömürgeciliğe itti. Amaç sömürgeleri baskı altına almak, onları borçlandırarak kendilerine bağımlı hale getirmekti. Bugün Amerikan yayılmacılığı diğer adıyla sömürgeciliği tamamen çıkar üzerine kurulu olup kendi ülkesinin refahı, huzuru ve ikamesi için önemli bir parametredir.

Özellikle son yüzyılda Orta Doğuda yaşananlar, savaşlar, toprak kayıpları, insan hakları ihlalleri, darbeler, devrimler, ülkelerin yer altı ve enerji kaynaklarına sahip olarak onları sömürme politikası, Amerika’yı dünyada yeni bir çizgiye oturtmuştur. Amerikan çıkarlarına uyduğu müddetçe devletler onun dostu, çıkarlarına uymadığı ve ters düştüğü zamanlarda ise düşmanı sıfatı ile karşısında yer almıştır. Ayrıca dünyanın neresinde olursa olsun, Amerika’nın çıkarları her zaman kendisi için güvenlik tehdidi oluşturduğunda bu tehdidi ortadan kaldırmak ve yok etmek üzere planlarını yapmıştır. Dünya ve ülkemiz üzerinde oynanan oyunların sonucunda ekonomik, sosyal ve kültürel baskılar bu günlerde daha da şiddetlenerek devam ediyor…

Bugün dünyada emperyal “Ulusalcı tek Devlet Amerika’dır”

Kendi ulusal çıkarlarını tüm çıkarların üzerinde tutan Amerika, büyümesi, gelişmesi, ikamesinin sürekliliği, vatandaşlarının huzur ve refahı için bu düzeni devam ettirirken, ekonomik olarakta bu düzenden beslenir. Amerika dünyanın jandarmalığına soyunmuş yine kendi çıkarları için kendisine rakip olabilecek devletlerin, toplumların oluşmaması için önlemler alarak kendisine yönelecek en küçük bir tehdide dünyanın her yerinde cevap verecek yapılanmaya sahiptir.

Ülkeler kendi çıkarları için dost veya düşman terimlerini kullanarak hareket ederler. Amerika’nın ulusal çıkarları başkaları tarafından tehdit edildiği takdirde Amerika için bu küresel bir düşman ve tehdit olarak algılanır. O nedenledir ki Amerikan felsefesi, dünyanın neresinde olursa olsun kendi çıkarlarına dokunduğu zaman, onun düşmanı olmaktadır. Küresel güç olmak bunu gerektirir. 1.Dünya Savaşına kadar büyüyen ve gelişen Amerika iç pazarda, endüstri ve ziraatı ihtiyacın ötesinde büyümüş olması ile birlikte, artık yeni pazarlar aramak için ülke dışına çıkılması fikirleri ve teorileri güçlü bir şekilde söylenmeye başlamıştı.

James G. Blaine gibi iş camiası ve siyasetin önde gelen figürleri daha fazla ekonomik büyüme için yabancı pazarların gerekli olduğu, Ernst Haeckel’in ‘biyogenik yasasına’ dikkat çeken John Fiske, Anglo-Saxon ırkı üstünlüğü teorisini öne sürmüş, Josiah Strong ise geri ulusları ‘medenileştirmek ve Hristiyanlaştırmak’ gerektiği çağrısını yapmış, Frederick Jackson Turner’in geliştirdiği ‘Öncülük Tezi’ Amerikan ruhunun sürdürülmesi için denizaşırı yayılmacılığının hayati olduğuna inanmaktaydı.

Ayrıca, Alfred T. Mahan’ın 1890’da yayımlanan ‘The Influence of Sea Power upon History’ adlı eseri ABD’nin ‘dünya gücü’ konumunun yükselmesi için gereken üç unsur olduğunu öne sürmüştü…

‘Güney Amerika’da bir kanal inşası (Panama Kanalının inşası fikrinin de kaynağıdır), ABD deniz gücünün genişletilmesi ve Pasifik’e Çin ile ticareti geliştirmek için ticari/askeri bir yapı, karakol inşası’ fikirleri Amerika’nın yeni pazarlar aramak için yeni bir sömürge planının hayata geçirilmesi teorileriydi.

1.Dünya Savaşına önceleri girmeyen, ancak onlarla dirsek temasını devam ettiren Amerika, İttifak Devletlerine el altından para, silah ve petrol sağlayarak yardımlarda bulunuyordu. Daha sonra 1914 yılında ortaya çıkan stratejik nedenlerden dolayı Avrupa’da başlayan savaş Amerika Birleşik Devletlerinin İtilaf Devletleri safında savaşa girişiyle sona erdi. Ve Dünya barışını korumak, devletler arası sorunları barışçı yollarla çözümlemek amacıyla Milletler Cemiyeti kuruldu.

Savaş nedeniyle yorgun ve bitkin Avrupa mali kaynaklarını kaybetmiş, milyonlarca insan ölmüş, açlık ve yoksulluğun yanında sömürge yaratmak için girdikleri 1.Dünya Savaşına yeni bir sömürge olarak parçalanmış ve küçülmüş olarak devam etmek durumundaydı. Savaşa sonradan dahil olan Amerika, güçlü, zengin, yıpranmamış ordusu ve kaynakları ile o güne kadar dünyanın en güçlü ve en stratejik devleti İngiltere’nin yerine, artık dünyaya hükmetmek istiyordu. Amerika’nın yayılmacılık yani sömürgecilik politikasının en önemli nedeni, dünya hakimiyeti ve ticari kaygılardır. Yeni Dünya düzenini oluşturan ve bunu doktrinleştiren Amerika, özellikle 1.Dünya Savaşından sonra ilişkilerini sadece ve sadece çıkarları üzerine kurmuş olup, onun çıkarlarına uyduğu müddetçe tüm ülkeler dostu, çıkarlarına ters düştüğü müddetçe düşmanı olarak yer almaktadır.

Amerika çıkarları için Başkan Bush’un söylediği gibi ‘Ya benim yanımdasın ya da karşı tarafta’ diyerek geliştirdiği doktrinler ile yaklaşımlarını somutlandırmıştır. Amerika’nın geliştirdiği bakış ve yaklaşımlar dış politikasını da belirlemektedir.

Dört Joe Stratejisinin teorileri Amerika’nın sömürü perspektifini belirleyen teoriler olmuştur. Alfred Thayer Mahan’ın ‘Deniz Kuvvetleri’, Sir Halford J.Makinder’in ‘Kara Hakimiyeti’, Nikholas J.Spykman’ın ‘Kenar Kuşak’ ve A.P.Severky’nin ‘Hava Hakimiyeti’ teorisi.

Yine Amerikan Başkanların geliştirdikleri ve uyguladıkları teoriler ile dış politikalarını geliştirmiş emperyal dünyanın sömürgeciliği anlamında bu doktrinler belirleyici olmuştur.

Monroe Doktrini, Truman Doktrini,  Eisenhower Doktrini, Nixon Doktrini, W.Bush Doktrini sömürü düzeninin bir parçasıdır. Ayrıca 1.Dünya Savaşı sonrası ise Amerikan’ın 28.Başkanı Thomas Woodrow Wilson’un geliştirdiği Wilson İlkeleri ile Self-Determination uygulamaları bunun en tipik örneğidir. Amerika kendine rakip olabilecek ülke veya ülkeler topluluğunun oluşmasına imkan vermeyecek şekilde stratejilerini belirlerken, onların kendi çıkarlarına hizmet ettiği sürece dostları ama çıkarlarına hizmet etmediği zaman, düşmanı olarak karşısında yer alır.

Amerika ‘ dostluk veya ‘ düşmanlık temelinde değil, sadece kendi çıkarları doğrultusunda dış politikasını belirlemiş, çizgilerini çizmiş, küresel güç olmanın verdiği etki ile dünyanın neresinde olursa olsun kendi çıkarlarının her zaman üstün olduğu doktrin ve teoriler ile yönetilmektedir.

O nedenle bu gün küresel güç olan Amerika, Genel Kurmay veya ilgili Komutanlıklara bağlı olmayan Komutanlıklar ile dünyayı dört ana bölgeye ayırarak kontrol etmektedir.

Avrupa, Rusya, Kuzey Afrika, Türkiye ve İsrail’i Avrupa Komutanlığı ile Orta Doğu, Orta Asya Kenya ve Mısır ve Afrika arasındaki bölgeyi Merkez Komutanlığı ile kontrol ederken, Hawaii ve Hindistan arasındaki bölgeyi Pasifik Komutanlığı, Latin Amerika’yı Güney Komutanlığı, Amerika, Kanada ve Meksikayı Kuzey Komutanlığı ile Washington ile birlikte yönetmektedir.


Devam edecek; Daha başlamadık….

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TEILEN
Önceki İçerikTARIK AKAN NAM-I DEĞER DAMAT FERİT
Sonraki İçerikORTADOĞU KAVRAMI-BOP
Bağımsız, özgür, hiç bir kişi yada kurum ile nakdi, ayni yardım ilişkisi içinde olmayan, sadece özgür gazetecilik ve habercilik yapan, çevreye, doğaya ve canlı haklarına saygılı, gazetecilik anlayışı ile gündeme ışık tutmak için yola çıktım. Amacım sadece gazetecilik...

2 YORUMLAR

  1. Hi there! This iss my firfst visiot too yoour blog! We
    arre a group of volunteers annd starting a neew initiative inn a
    community in the same niche. Youur blog provided uss
    benefjcial infvormation tto worek on. You have done a outstanding job!

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here