NUTUK

0
271
atatürk-ve-nutuk

                          NUTUK 

 

1.BÖLÜM

Türk Yurdunun Genel Durumu
Samsun’a Çıktığım Gün Genel Durum ve Görünüş

1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş:

Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu topluluk, Genel Savaşta (Birinci Dünya Savaşında) yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes anlaşması (mütarekename) imzalanmış. Büyük Savaşın uzun yılları boyunca, ulus, yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve ülkeyi Genel Savaşa sürükleyenler, kendi yaşamlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar. Padişah ve Halife olan (Saltanat ve halifelik katında oturan) Vahdettin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça önlemler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükümet, güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın isteklerine uymuş, onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş.

Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta.

İtilaf devletleri, ateşkes anlaşması hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep İngilizlerce işgal edilmiş. Antalya ile Konya’da İtalyan birlikleri, Merzifon’la Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda yabancı devletlerin subay ve görevlileri ve özel adamları çalışmakta. Daha sonra, sözümüze başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919’da İtilâf Devletlerinin uygun bulmasıyla Yunan ordusu İzmir’e çıkarılıyor.

Bundan başka, yurdun dört bir bucağında Hıristiyan azınlıklar, gizli, açık, özel istek ve amaçlarının elde edilmesine, devletin bir an önce çökmesine çaba harcıyorlar. Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgeler, İstanbul Rum Patrikliğinde kurulan Mavri Mira Kurulunun (belge: l) illerde çeteler kurmak ve yönetmekle, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla uğraştığını doğruladı. Yunan Kızılhaçı, Resmi Göçmenler Komisyonu, Mavri Mira Kurulunun çalışmalarını kolaylaştırmaya yardım ediyor. Mavri Mira Kurulunca yönetilen Rum okullarının izci örgütleri, yirmi yaşını aşmış gençleri de içine alarak her yerde geliştiriliyor.

Ermeni Patriği Zaven Efendi de, Mavri Mira Kurulu ile düşünce birliği içinde çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tam olarak Rum hazırlığı gibi ilerliyor. Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz kıyılarında kurulan ve İstanbul’daki merkeze bağlı Pontus Cemiyeti kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor. (belge: 2)

Türk Milletinin Yurdunu Savunma Kararı
Düşünülen Kurtuluş Yolları

Durumun korkunçluğu ve ağırlığı karşısında, her yerde, her bölgede birtakım kişilerce kurtuluş yolları düşünülmeye başlanmıştı. Bu düşünceyle girişilen çalışmalar, birtakım örgütler doğurdu. Örneğin: Edirne ve çevresinde Trakya-Paşaeli adlı bir dernek vardı. Doğuda (belge: 3), Erzurum’da ve Elazığ’da (belge: 4), genel merkezi İstanbul’da olmak üzere Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti (Doğu İlleri Ulusal Hakları Savunma Derneği) kurulmuştu. Trabzon’da Muhafazai Hukuk (Hakları Koruma) adlı bir dernek bulunduğu gibi İstanbul’da da, Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti(Trabzon ve Çevresini Bağımsızlaştırma Derneği) vardı. Bu dernek merkezinin gönderdiği delegeler, Of ilçesi ve Lazistan livasında şubeler açmışlardı. (belge: 5, 6)

Yunanlıların İzmir’e gireceğinin açık belirtilerini Mayısın on üçünden beri gören, İzmir’de birtakım genç yurtseverler, ayın 14/15’inci gecesi, bu acıklı durumu aralarında görüşmüşler; bir olupbittiye geldiği kuşku götürmeyen bu girişin, katma (ilhak) ile sonuçlanmasını önlemek düşüncesinde birleşmişler ve Reddi İlhak(Katmayı önleme) ilkesini ortaya atmışlardır. Bu ilkenin yayılması için aynı gece İzmir’de Yahudi Maşatlığı’na toplanabilen halkça bir gösteri toplantısı (miting) yapılmışsa da ertesi gün sabahleyin Yunan askerlerinin rıhtımda görülmesiyle bu toplantıdan umulduğu ölçüde sonuç alınamamıştır.

Ulusal Kuruluşlar, Siyasal Amaçlar

Bu derneklerin kuruluş amaçları ve siyasal erekleri üzerine kısaca bilgi vermek uygun olur düşüncesindeyim. Trakya-Paşaeli Cemiyeti’nin ileri gelenlerinden kimisiyle daha İstanbul’da iken görüşmüştüm. Osmanlı Devleti’nin çökeceğini kesinliğe yakın bir olabilirlik içinde görüyorlardı. Osmanlı yurdunun parçalanacağı korkusu karşısında Trakya’yı, olabilirse Batı Trakya’yı da birleştirerek, İslam ve Türk topluluğunu bir bütün olarak kurtarmayı düşünüyorlardı. Bu amaca ulaşmak için o zaman akıllarına gelen tek çıkar yol, İngiltere’nin, olmazsa Fransa’nın yardımını sağlamaktı. Bu düşünceyle kimi yabancı devlet adamlarıyla ilişki kurmak ve konuşmak yollarını da aramışlardı. Amaçlarının bir Trakya Cumhuriyeti kurmak olduğu anlaşılıyordu.

Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’nin kuruluş amacı da (tüzüklerinin ikinci maddesi), doğu illerindeki bütün halkın dinsel ve siyasal haklarının özgürce gelişimini sağlayacak yasal yollara başvurmak; adı geçen illerdeki Müslüman halkın tarihsel ve ulusal haklarını, gerektiğinde, uygar toplumlar önünde savunmak; doğu illerinde yapılan zulüm ve cinayetlerin nedenleriyle etmenleri ve bunları yapanlar ve yaptıranlarla ilgili tarafsızca soruşturma açarak suçluların çabuklukla cezalandırılmalarını istemek; Türklerle azınlıklar arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesine ve eskisi gibi iyi bağların pekiştirilmesine çaba göstermek; doğu illerindeki savaştan doğma yıkım ve yoksulluğu, hükümet katında girişimlerde bulunarak elden geldiğince giderme yollarını aramaktı.

İstanbul’daki yönetim merkezlerinden verilmiş olan bu yönerge gereğince, Erzurum Şubesi, doğu illerinde Türklerin haklarını korumakla birlikte Ermenilerin göçü sırasında yapılan kötü işlerle halkın hiçbir ilgisi bulunmadığını ve Ermeni mallarının, buralara Ruslar girinceye dek korunduğunu; buna karşılık Müslümanlara çok kıyasıya davranıldığını ve dahası, buyruk dışı olarak göçten alıkonulan kimi Ermenilerin, koruyucularına yaptıkları kötülükleri, kanıtlanmış belgelerle uygarlık dünyasına sunmaya ve bildirmeye ve doğu illerine dikilen açgözlü bakışları söndürmek için çalışmaya karar veriyor (Erzurum Şubesinin bildirisi).

Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’ nin ilk Erzurum Şubesini kuran kişiler, doğu illerinde yapılan propagandaları ve bunların amaçlarını, Türklük-Kürtlük- Ermenilik sorunlarını, bilim, teknik ve tarih bakımından inceleyip araştırdıktan sonra, gelecekteki çalışmalarını şu üç noktada topluyorlar (Erzurum Şubesinin basılı raporu):

1- Kesinlikle göç etmemek;
2- Hemen bilim, iktisat, din örgütleri kurmak;
3- Saldırıya uğrayacak doğu illerinin herhangi bir bucağını savunmada birleşmek.

Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’nin İstanbul’daki yönetim merkezinin, bilim ve uygarlık yöntemleriyle amacı sağlayabileceği konusunda çokça iyimser olduğu anlaşılıyor. Gerçekten bu yolda çaba göstermekten geri durmuyor. Doğu illerinde Müslüman halkın haklarını savunmak için Le Pays (Yurt) adında Fransızca bir gazete yayımlıyor. Hâdisat (Olaylar) gazetesinin sahipliğini üzerine alıyor. Bir yandan da İtilâf devletleri başbakanlarına ve İstanbul’daki temsilcilerine birer andırı (muhtıra) veriyor. Avrupa’ya bir kurul yollamaya girişiyor. (belge: 7)

Bu açıklamalardan kolaylıkla anlaşılacağını sanırım ki, Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti’nin kurulmasına yol açan önemli neden ve kaygı, doğu illerinin Ermenistan’a verileceği olasılığına dayanıyor. Bu olasılığın da, doğu illeri nüfusunda Ermenileri çoğunlukta göstermeye ve tarihsel haklar bakımından öncelikli saydırmaya çalışanların, bilimsel ve tarihsel belgelerle dünya kamuoyunu aldatmayı başarmaları; bir de Müslüman halkın Ermenileri toptan öldüren yabanıl olduğu iftirasını doğruymuş gibi kabul ettirmeleri durumunda gerçekleşebileceği varsayımı üstün geliyor. Bundan dolayı dernek, aynı gerekçe ve araçlarla donanmış olarak tarihsel ve ulusal hakları savunmaya çalışıyor. Karadeniz kıyılarındaki bölgelerde de, bir Rum Pontus hükümeti kurulacağı korkusu vardı. Müslüman halkı Rumların boyunduruğu altında bırakmayıp yaşama haklarını ve varlıklarını koruma amacıyla, Trabzon’da da birtakım kişiler ayrıca bir dernek kurmuşlardı. Merkezi İstanbul’da olan Trabzon ve Havalisi Âdemi Merkeziyet Cemiyeti’nin siyasal erek ve amacı, adından anlaşılmaktadır. Her durumda merkezden ayrılmak amacını güdüyor.

Yurt İçinde ve İstanbul’da Ulusal Varlığa Düşman Kuruluşlar

Kurulmaya başlayan bu örgütlerden başka, ülke içinde daha birtakım girişimler ve kuruluşlar da ortaya çıkmıştı. Özellikle Diyarbakır, (belge: 8, 9) Bitlis, Elazığ illerinde, İstanbul’dan yönetilen Kürt Teali Cemiyeti (Kürt Yükselme Derneği) vardı. Bu derneğin amacı, yabancı devletlerin koruyuculuğu altında, bir Kürt hükümeti kurmaktı. Konya ve dolaylarında, İstanbul’dan yönetilen Teali İslam Cemiyeti(İslam Yükselme Derneği) kurulmasına çalışılıyordu. Ülkenin hemen her yanında İtilâf ve Hürriyet, Sulh ve Selâmet Cemiyetleri (Uzlaştırma ve Özgürlük, Barış ve Esenlik Dernekleri) de vardı.

İngiliz Muhipler Cemiyeti

İstanbul’da çeşitli amaçlarla gizli ve açık olmak üzere de, birtakım parti ya da dernek adı altında kuruluşlar vardı. İstanbul’da önemli sayılacak kuruluşlardan biri İngiliz Muhipler Cemiyeti (İngiliz Dostları Derneği) idi. Bu addan İngilizleri sevenlerin kurdukları bir dernek olduğu anlaşılmasın! Bence, bu derneği kuranlar, kendilerini ve kişisel çıkarlarını sevenler ve kendi varlıklarıyla çıkarlarının dokunulmazlık çaresini Lloyt Corc (Lloyd George) hükümeti aracılığıyla İngiliz desteğini sağlamakta arayanlardır. Bu zavallıların (bedbaht), İngiltere Devleti’nin, bütünüyle, bir Osmanlı Devleti bırakmak ve korumak isteğinde olup olamayacağını bir kez düşünüp düşünmedikleri üzerinde durmak gerekir. Bu derneğe girenlerin başında Osmanlı Padişahı ve yeryüzü Halifesi sanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dâhiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) olan Ali Kemal, Âdil ve Mehmet Ali Bey’ler ve Sait Molla bulunuyordu. Dernekte İngiliz ulusundan kimi serüvenciler de vardı. Örneğin: Rahip Fru (Frew) gibi. Yapılan işlerden ve işlemlerden anlaşıldığına göre, derneğin başkanı Rahip Fru idi.

Bu derneğin iki görünüşü ve niteliği vardı. Biri, dış görünüşü ve uygarca girişimlerle İngiliz desteğini istemeye ve sağlamaya yönelen niteliği idi. Öteki, gizli yönü idi. Asıl çalışma bu yöndeydi. Yurt içinde örgütler kurarak ayaklanma ve başkaldırmalara yol açmak, ulusal bilinci işlemez kılmak, yabancı devletlerin işe karışmalarını kolaylaştırmak gibi haince girişimler, derneğin bu gizli kolunca yönetilmekteydi. Sait Molla’nın, derneğin açık girişimlerinde olduğu gibi ondan daha çok gizli işlerinde de rol oynadığı görülecektir. Bu dernek için söylediklerim, sırası geldikçe yapacağım açıklamalar ve gerektiğinde göstereceğim belgelerle daha iyi anlaşılacaktır.

Amerika’nın Güdümünü İsteyenler

İstanbul’daki kadın erkek birtakım ileri gelen kişiler de, gerçek kurtuluşu Amerika’nın güdümünü (mandasını) istemek ve sağlamakta görüyorlardı. Bu kanıda olanlar, düşüncelerinde çok direndiler, tam uygun işin, kendi görüşlerinin desteklenmesi olduğunu kanıtlamaya çok çalıştılar. Bu konuda da, sırası gelince kimi açıklamalar yapacağım.

Ordumuzun Durumu

Genel durumu saptamak için ordu birliklerinin nerelerde ve ne durumda olduklarını açıklamak isterim. Anadolu’da, başlıca iki ordu müfettişliği kurulmuştu. Ateşkes anlaşması yapılır yapılmaz birliklerin savaşçı erleri terhis edilmiş, silah ve cephanesi elinden alınmış; bu birlikler, savaş gücünden yoksun birtakım kadrolar durumuna getirilmişti.

Merkezi Konya’da bulunan İkinci Ordu Müfettişliğine bağlı birliklerin durumu şöyle idi: Bir tümeni (41. Tümen) Konya’da ve bir tümeni (23. Tümen) Afyonkarahisar’da bulunan 12. Kolordu, karargâhıyla Konya’da bulunuyordu. İzmir’de düşman eline düşen 17. Kolordunun, Denizli’de bulunan 57. Tümeni de bu kolorduya bağlanmıştı. Bir tümeni (24. Tümen) Ankara’da ve bir tümeni (11. Tümen) Niğde’de bulunan 20. Kolordu, karargâhıyla Ankara’da idi. İzmit’te bulunan 1. Tümen, İstanbul’daki 25. Kolorduya bağlanmıştı. İstanbul’da da 10. Kafkas Tümeni vardı. Balıkesir ve Bursa yöresinde bulunan 61. ve 56. Tümenler, karargâhı Bandırma’da bulunan İstanbul’a bağlı 14. Kolordu’yu meydana getiriyorlardı. Bu kolordunun komutanı, Meclisin açılışına dek, rahmetli Yusuf İzzet Paşa idi.

Dokuzuncu Ordu Müfettişliği ki müfettişi bendim, karargâhımla Samsun’a çıkmış bulunuyordum. Doğrudan doğruya buyruğum altında iki kolordu bulunacaktı. Biri, merkezi Sivas’ta bulunan 3. Kolordu. Komutanı, yanımda getirdiğim Albay Refet Bey. Bu kolorduya bağlı bir tümenin (5. Kafkas Tümeni) merkezi Amasya’da, öteki tümeninin (15. Tümen) merkezi Samsun’da idi. Öbürü, merkezi Erzurum’da bulunan 15. Kolordu idi. Komutanı Kâzım Karabekir Paşa idi. Tümenlerinden birinin (9. Tümen) merkezi Erzurum’da, komutanı Rüştü Bey; ötekisinin (3. Tümen) merkezi Trabzon’da idi, komutanı Yarbay Halit Bey idi. Halit Bey, İstanbul’a çağrılmış olduğundan komutanlıktan çekilerek Bayburt’ta saklanmış; tümen, vekillikle yönetiliyor; kolordunun öbür iki tümeninden 12. Tümen, Hasankale doğusunda sınırda, 11. Tümen Bayazıt’ta bulunuyordu. Diyarbakır yöresinde bulunan iki tümenli 13. Kolordu bağımsızdı, İstanbul’a bağlıydı. Bir tümeni (2. Tümen) Siirt’te, öbür tümeni (5. Tümen) Mardin’de idi.

Müfettişlik Görevimin Geniş Yetkileri

Benim yetkim, bu iki kolorduyu doğrudan doğruya buyruğum ve komutam altında bulundurmaktan daha genişti. Müfettişlik bölgeme yakın birliklere de bildirim yapabilecektim. Bu arada bölgemde bulunan ve bölgeme yakın olan valiliklere de bildirimde bulunabilecektim. Bu yetkiye göre Ankara’da bulunan 20. Kolordu ve bunun bağlı olduğu müfettişlik ile ve Diyarbakır’daki kolordu ile ve hemen bütün Anadolu’da sivil örgütlerin başında bulunan yöneticilerle yazışabilecek ve ilişkiler kurabilecektim.

Bu geniş yetkiyi, beni İstanbul’dan sürmek ve uzaklaştırmak amacıyla Anadolu’ya gönderenlerin bana nasıl verdiklerine şaşabilirsiniz. Hemen söylemeliyim ki, bana bu yetkiyi onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Her ne olursa olsun benim İstanbul’dan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe, “Samsun ve yöresindeki güvensizliği yerinde görüp önlemek için Samsun’a değin gitmek” idi. Ben, bu işin başarılmasının, makam ve yetki verilmesine bağlı olduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O günlerde Genelkurmayda bulunan ve benim amacımı bir dereceye kadar sezinleyen kişilerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular ve yetkiyle ilgili yönergeyi (talimatı) de ben kendim yazdırdım. Dahası, Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanı) olan Şakir Paşa bu yönergeyi okuduktan sonra imzalamaktan çekinmiş, anlaşılır anlaşılmaz bir biçimde mühürünü basmıştır.

Genel Duruma Dar Bir Çerçeveden Bakış

Bu açıklamadan sonra genel durumu, daha dar bir çerçeve içine alarak, çabucak ve kolayca, hep birlikte gözden geçirelim:

Düşman devletler Osmanlı Devleti’ne ve ülkesine maddi ve manevi bakımdan saldırmışlar; yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve Halife olan kişi, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümeti de aynı durumda. Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan ulus, karanlık ve belirsizlik içinde, olup bitecekleri bekliyor. Felaketin korkunçluğunu ve ağırlığını anlamaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve sezebildikleri etkilere göre kurtuluş çaresi saydıkları yollara başvuruyorlar… Ordu, adı var, kendi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, Genel Savaşın bunca sıkıntı ve güçlükleriyle yorgun, yurdun parçalanmakta olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumunun kıyısında kafaları, çıkar yol, kurtuluş yolu aramakta…

Burada, pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım. Ulus ve ordu, Padişah ve Halifenin hainliğinden haberli olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı ve uysal. Ulus ve ordu, kurtuluş yolu düşünürken bu atadan gelen alışkanlık dolayısıyla kendinden önce yüce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinden yoksun… Bu inançla bağdaşmaz oy ve düşüncelerini açığa vuracakların vay haline! Hemen dinsiz, vatansız, hain, istenmez olur. Bir başka önemli noktayı da söylemek gerekir. Kurtuluş yolu ararken, İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek, temel ilke gibi görülmekteydi. Bu devletlerden yalnız biriyle bile başa çıkılamayacağı kuruntusu, hemen bütün kafalarda yer etmişti. Osmanlı Devleti’nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya – Macaristan varken hepsini birden yenen, yerlere seren İtilâf kuvvetleri karşısında, yeniden onlarla düşmanlığa varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.

Bu anlayışta olan yalnız halk değildi; özellikle, seçkin denilen insanlar bile öyle düşünüyordu. Öyleyse, kurtuluş yolu ararken iki şey söz konusu olmayacaktı. İlkin, İtilâf Devletlerine karşı düşmanlık durumuna girilmeyecekti; sonra da, Padişah ve Halifeye canla başla bağlı ve sadık kalmak temel koşul olacaktı.

Düşünülen Kurtuluş Yolları

Şimdi baylar, izin verirseniz size bir soru sorayım: Bu durum ve koşullar karşısında kurtuluş için, nasıl bir karar düşünülebilirdi? Açıkladığım bilgilere ve gözlem sonuçlarına göre üç türlü karar ortaya atılmıştı:

Birincisi, İngiltere’nin koruyuculuğunu (İngiltere’nin himayesini) istemek,

İkincisi, Amerika’nın güdümünü (mandasını) istemek.

Amerikan Güdümü (Mandası): Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuş bulunan Milletler Cemiyeti tüzüğünün 22. maddesinde manda (güdüm); kendi kendilerini yönetme olanağı olmayan ulusların, gelişmelerini ve daha iyi yaşamalarını sağlamak amacıyla, Birleşmiş Milletler Cemiyeti’nin gözetimi altında, gelişmiş bir ülkenin yönetimine girmesi olarak tanımlanmıştır. Bu ilke, uygulamada sömürgeciliğe dönüşmüştür. Amerikan güdümü konusu, Erzurum ve Sivas kongrelerinde dile getirilmiş ise de reddedilmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın kesin tutumu, böyle bir kararın alınmasını engellemiştir.

Bu iki türlü karara varmış olanlar, Osmanlı Devleti’nin bir bütün olarak kalmasını düşünenlerdir. Osmanlı ülkesinin çeşitli devletler arasında paylaşılmasından ise, bu ülkeyi bütün olarak bir devletin koruyuculuğu altında bulundurmayı yeğleyenlerdir.

Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş yollarına yönelikti. Örneğin: Bazı bölgeler, kendilerinin Osmanlı Devleti’nden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmamak yollarına başvuruyor. Bazı bölgeler de, Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılacağına, Osmanlı ülkelerinin paylaşılacağına oldubitti gözüyle bakarak kendi başlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Bu üç türlü kararın gerekçesi, yapmış olduğum açıklamalar arasında vardır.

Benim Kararım

Baylar, ben bu kararların hiçbirini yerinde bulmadım. Çünkü bu kararların dayandığı bütün kanıtlar ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte, içinde bulunduğumuz o günlerde, Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tükenmişti. Osmanlı ülkeleri bütün bütüne parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türkün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son sorun, bunun da paylaşılmasını sağlamak için uğraşılmaktan başka bir şey değildi. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi anlamını yitirmiş birtakım anlamsız sözlerdi.

Bağımsızlık Ya Ölüm

Bu kararın dayandığı en sağlam düşünüş ve mantık şu idi:

Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve gönenmiş olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan öteye gidemez.

Yabancı bir devletin koruyuculuğunu ve kollayıcılığını istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir efendi getirmeleri hiç düşünülemez. Oysa Türkün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir.

Öyleyse, ya bağımsızlık, ya ölüm!

İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktır. Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranılacağını düşünelim. Ne olacaktı? Tutsaklık.

Peki, efendim, öteki kararlara uymakla da sonuç bu olmayacak mıydı?

Şu ayrımla ki, bağımsızlığı için ölümü göze alan ulus, insanlık onur ve şerefinin gereği olan her özveriye başvurduğunu düşünerek avunur ve kuşkusuz, tutsaklık zincirini kendi eliyle boynuna geçiren uyuşuk, onursuz bir ulusla karşılaştırılınca, dost ve düşman gözündeki yeri çok başka olur. Sonra, Osmanlı soyunu (Osmanlı hanedanı) ve saltanatını sürdürmeğe çalışmak, elbette Türk ulusuna karşı en büyük kötülüğü istemekti. Çünkü ulus, her türlü özveriye başvurarak bağımsızlığını sağlasa da, padişahlık sürüp giderse, bu bağımsızlığa güvenle bakılamazdı. Artık yurtla, ulusla hiçbir vicdan ve düşünce bağı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve ulus bağımsızlığının ve onurunun koruyucusu durumunda bulundurulması nasıl uygun görülebilirdi?

Halifeliğin durumuna gelince, bunun bilim ve tekniğin ışığa boğduğu gerçek uygarlık dünyasında gülünç sayılmaktan başka bir durumu kalmış mıydı? Görülüyor ki, verdiğimiz kararın uygulanmasını sağlamak için ulusun daha alışmadığı sorunlara el atmak gerekiyordu. Kamunun söz konusu etmesinde büyük sakıncalar bulunacağı düşünülen noktaların söz konusu edilmesinde kesin zorunluluk vardı. Osmanlı Hükümetine, Osmanlı Padişahına ve Müslümanların halifesine başkaldırmak ve bütün ulusu ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu. Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ve ne gibi yardım istemek düşünülüyordu?

Öyleyse sağlam ve gerçek karar ne olabilirdi?

Baylar, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan, tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak. İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.

Uygulamayı Evrelere Ayırmak ve Adım Adım İlerleyerek Amaca Varmak

Türk ata yurduna ve Türkün bağımsızlığına saldıranlar kimler olursa olsun, onlara bütün ulusça silahlı olarak karşı çıkmak ve onlarla savaşmak gerekiyordu. Bu önemli kararın bütün gereklerini ve zorunluluklarını ilk gününde açıklamak ve söylemek, elbette yerinde olamazdı. Uygulamayı birtakım evrelere ayırmak ve olaylardan yararlanarak ulusun duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve adım adım ilerleyerek amaca ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. Ancak dokuz yılda yaptıklarımız bir mantık dizisiyle düşünülürse, ilk günden bugüne dek izlediğimiz genel gidişin, ilk kararın çizdiği çizgiden ve yöneldiği amaçtan hiç ayrılmamış olduğu kendiliğinden anlaşılır.

Burada, zihinlerde yer tutabilecek bazı duraksama düğümlerinin çözülmesini kolaylaştırmak için bir gerçeği hep birlikte gözden geçirmeliyiz.

Beliren ulusal savaşın tek amacı yurdu dış saldırıdan kurtarmak olduğu halde bu savaşın, başarıya ulaştıkça, ulusal iradeye dayanan yönetimin bütün ilkelerini ve şekillerini evre evre bugünkü döneme değin gerçekleştirmesi olağan ve kaçınılmaz bir tarih akışı idi. Bu kaçınılmaz tarih akışını, gelenekten gelen alışkanlığı ile hemen sezinleyen hükümdar soyu, ilk andan başlayarak ulusal savaşın amansız bir düşmanı oldu. Bu kaçınılmaz tarih akışını, ilk anda ben de gördüm ve sezinledim. Ama baştan sona bütün evreleri kapsayan sezgilerimizi ilk anda bütünüyle açığa vurmadık ve söylemedik. İleride olabilecekler üzerine çok konuşmak, giriştiğimiz gerçek ve maddesel savaşa boş kuruntular niteliği verebilirdi; dış tehlikenin yakın etkileri karşısında üzüntü duyanlar arasında ise, geleneklerine, düşünme yeteneklerine, ruhsal durumlarına uymayan olası değişikliklerden ürkeceklerin ilk anda direnmelerine yol açabilirdi. Başarı için pratik ve güvenilir yol, her evreyi zamanı geldikçe uygulamaktı.

Ulusun gelişmesi ve yükselmesi için esenlik yolu bu idi. Ben de böyle yaptım. Ancak bu pratik ve güvenilir başarı yolu; yakın çalışma arkadaşım olarak tanınmış kişilerden kimileriyle aramızda, zaman zaman görüşlerde, davranışlarda, yapılan işlerde beliren temelli ve ikinci derecede anlaşmazlıkların, kırgınlıkların ve giderek ayrılıkların da nedeni ve açıklaması olmuştur. Ulusal savaşa birlikte başlayan yolculardan kimileri, ulusal yaşamın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet yasalarına değin uzayan gelişmelerinde, kendi düşünce ve psikolojilerinin kavrama sınırı bittikçe, bana direnmeye ve karşı çıkmaya başlamışlardır. Bu noktaları, aydınlanmanız için, kamuoyunun aydınlanmasına yardımcı olmak için, sırası geldikçe, birer birer göstermeye çalışacağım.

Ulusal Sır

Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse diyebilirim ki ben, ulusun vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir ulusal sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundaydım.

2.BÖLÜM

Milli Kongreler ve Gelişen Olaylar
Erzurum’a Gidiş

Sivas’ta kurulan örgütler ve yapılacak işler üzerine gerekenlere yönerge verdikten sonra hiç uyumadan geçen 27/28 gecesinin sabahında bir bayram günü, Sivas’tan Erzurum’a doğru yola çıkıldı. Bir haftalık sıkıntılı bir otomobil yolculuğundan sonra 3 Temmuz 1919 günü, halkın ve askerin içten gelen gösterileri arasında, Erzurum’a varıldı. İstanbul Hükümetinden gelebilecek yıkıcı bildirimleri denetlemek ve durdurmak için haberleşme kanalı olan önemli merkezlerde gereken önlem ve düzenleme alınması için bütün komutanlara, 5 Temmuz 1919 tarihinde buyruk verdim. (belge: 29) Komutan, Vali ve Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi ile görüşüldü. Vali Münir Bey, İstanbul Hükümetince görevinden çıkarılmıştı. Gitmeyip Erzurum’da kalmasını bildirmem üzerine daha Erzurum’da bulunuyordu. Bitlis valiliğinden ayrılıp İstanbul’a gitmek üzere Erzurum’dan geçen Mazhar Müfit Bey de Münir Bey gibi Erzurum’da beni bekliyordu.

Ulusal Amaç Yolunda Ortaya Atılmak Kararı

Bu iki vali beyle, On Beşinci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ve yanında bulunan Rauf Bey, eski İzmit Mutasarrıfı Süreyya Bey ve karargâhımdan Kurmay Başkanı Kâzım Bey ve Kurmay Hüsrev Bey, arkadaşlarımla önemli bir görüşme yapmayı uygun gördüm. Kendilerine genel ve özel durumu ve tutulması zorunlu olan yolu anlattım. Bu arada en elverişsiz durumları, genel ve kişisel tehlikeleri, her olasılığa göre nelerin göze alınması zorunlu olacağını açıkladım: “Ulusal amaçlarla ortaya atılacakların yok edilmesini düşünenler bugün yalnız Saray, İstanbul Hükümeti ve yabancılardır. Ama bütün halkın aldatılabileceğini ve bize karşı duruma çevrileceğini de düşünmek gerektir. Önder olacakların her ne olursa olsun, amaçtan dönmemeleri, ülkede barınabilecekleri son noktada, son nefeslerini verinceye değin amaç uğrunda özveriyi sürdüreceklerine işin başında karar vermeleri gerekir. Yüreklerinde bu gücü duymayanların işe girişmemeleri çok daha iyi olur. Çünkü böyle bir durumda hem kendilerini ve hem de ulusu aldatmış olurlar. Bir de, söz konusu görev, resmi makam ve üniformaya sığınarak el altından yapılamaz. Böyle bir tutum, bir ölçüye değin yürüyebilir. Ama artık o dönem geçmiştir. Açıkça ortaya çıkmak ve ulusun hakları adına yüksek sesle bağırmak ve bütün ulusun, bu sese katılmasını sağlamak gerektir.

Benim, görevden çıkarıldığım ve her türlü sonuçla karşı karşıya bulunduğum kuşku götürmez. Benimle açıkça işbirliği yapmak, o sonuçları şimdiden kabul etmektir. Bundan başka, söz konusu ettiğimiz durumun istediği adam, daha birçok bakımlardan da, ille ben olabilecekmişim gibi bir iddia yoktur. Yalnız, her halde bu ülke çocuklarından birinin ortaya atılması zorunlu olmuştur. Benden başka bir arkadaş da düşünülebilir. Yeter ki o arkadaş, bugünkü durumun gerektirdiği yolda yürümeyi kabul etsin.” dedim. Bu konuşma ve açıklamadan sonra hemen bir karar almak uygun olmayacağından bir süre düşünmek ve özel konuşmalar yapabilmek için görüşmelere son verdiğimi bildirdim. Yeniden toplandığımızda, işin başında benim bulunmamı istediler ve kendilerinin bana yardımcı ve destek olacaklarını bildirdiler. Yalnız bir arkadaş, Münir Bey, önemli özrü dolayısıyla bir süre için kendisinin eylemli (fiilen) görev almaktan bağışlanmasını rica etti. Ben, görünüşte görevden ve askerlikten ayrıldıktan sonra, şimdiye değin olduğu üzere, üst komutan imişim gibi buyruklarımın yerine getirilmesinin başarı için temel koşul olduğunu söyledim. Bu da eksiksiz onaylandıktan sonra toplantıya son verildi.

Baylar, İstanbul’da Genelkurmay Başkanlığı katında, görevden ayrılan Cevat Paşa ile göreve başlayan Fevzi Paşa’dan ve Barış Hazırlıkları Komisyonunda (İstihzaratı Sulhiye Komisyonu) çalışan İsmet Bey’den başlayarak, Erzurum’a gelinceye değin, her yerde gördüğüm ve karşılaştığım komutan, subay, her türlü devlet adamları ve ileri gelen kişilerle, burada, Erzurum’da yaptığım gibi görüşmeler ve anlaşmalar yapmıştım. Bunun yararını değerlendirebilirsiniz.

Erzurum Kongresi Hazırlıkları

Erzurum’a varışımın ilk günlerinde, Erzurum Kongresinin toplanmasını sağlamak için gerekli önlemleri almakla uğraşmaya önem verildi. Baylar, Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetinin, 3 Mart 1919 günü, bir çalışma kurulu meydana getirilerek kurulmuş olan Erzurum şubesi, Trabzon ile de anlaşarak 1919 yılı Temmuzunun onuncu günü Erzurum’da bir Doğu İlleri Kongresi (Vilâyatı Şarkiye Kongresi) toplamaya girişti. Benim, daha Amasya’da bulunduğum günlerde, Haziran içinde doğu illerine delege göndermeleri için öneri ve çağrı mektubu yolladı. İllerden delege getirtilmesi için, o günden başlayarak benim Erzurum’a varışıma değin ve ondan sonra da, bu konuda olağanüstü çaba gösterdi.

Ama o günlerin koşulları içinde böyle bir amacın gerçekleştirilmesindeki güçlüğün büyüklüğü, kolaylıkla anlaşılır. Kongrenin toplanma günü olan 10 Temmuz yaklaştığı halde illerden gerekli delegeler seçilip gönderilmiyordu. Oysa bu kongrenin toplanmasını sağlamak artık pek önemli bir iş olmuştu. Bundan dolayı, sağlam girişimler yapmamız gerekti. İllerin her birine bildirimler yapmakla birlikte, bir yandan da kapalı tellerle valilere, komutanlara gereği gibi bildirimler yapıldı. Sonunda, on üç gün gecikme ile yeterince delege toplanması başarıldı. Baylar, ulusal çabayı ordunun desteklemesi, askeri ve ulusal çalışmaları birbiriyle düzenli duruma getirmek, önemli bir konu idi. Trabzon’daki tümeni, komutan vekili yönetiyordu. Asıl komutanı Halit Bey Bayburt’ta gizlenmişti. Halit Bey’i gizlendiği yerden çıkarmak, iki bakımdan gerekli idi. Biri ve en önemlisi, İstanbul’a çağrılmanın ve bu çağrıya gitmemenin korkulacak, gizlenilecek nitelikte olmadığını halka ve özellikle askerlere gösterek içgücünü (kuvvei mâneviyeyi) yükseltmek gerekiyordu. Bir de, kıyıda önemli bir yer olan Trabzon’a dışarıdan bir saldırı olursa oradaki tümenin başında ateşli bir komutan bulundurmak uygun olacaktı.

Bunun için Halit Bey’i Erzurum’a getirttim. Ona, kendim, özel bir yönerge verdikten sonra, gerektiğinde hemen tümenin başına geçmek üzere Maçka’da bulunması için buyruk verdirdim. Biz bu işlerle uğraşırken, bir yandan da İstanbul’da Harbiye Nazırlığı makamında bulunan Ferit Paşa’nın ve Padişahın, İstanbul’a dönmemi sağlamak için sürüp giden aldatıcı tellerine de, türlü karşılıklar vermekle zaman yitirmek zorunda bulunuyorduk.

Resmi Görev ve Yetkileri Bırakarak Ulusun Sevgisine, Cömertliğine ve Yiğitliğine Güvenmek ve Böylece Göreve Devam Etmek Kararı

Harbiye Nazırlığı: “İstanbul’a gel” diyordu. Padişah: “Önce hava değişimi al, Anadolu’da bir yerde otur; ama bir işe karışma.” diye başladı. Sonunda, ikisi birlikte: “İlle gelmelisin” dedi.

“Gelemem” dedim. En sonra, 8/9 Temmuz 1919 gecesi, Sarayla açılan bir telgraf başı konuşması sırasında, birdenbire perde kapandı ve 8 Hazirandan 8 Temmuza değin, bir aydır süren oyun sona erdi. İstanbul, o dakikada benim resmi görevime son vermiş oldu; ben de o dakikada, 8/9 Temmuz 1919 gecesi saat 10.50 sonrada (22.50’den sonra) Harbiye Nazırlığına, saat 11.00 sonrada Padişaha görevimle birlikte askerlik mesleğinden çekildiğimi bildiren telleri çekmiş oldum. Durumu, ordulara ve ulusa kendim bildirdim. O günden sonra resmi görev ve yetkiden ayrılmış olarak, yalnız ulusun sevgisine, şefkat ve cömertliğine güvenerek onun bitmez verim ve güç kaynağından (feyz ve kudret menbaından) esin ve kuvvet alarak vicdan görevimizi yapmaya devam ettik. Biz 8/9 Temmuz gecesi İstanbul ile telgraf başında konuşurken, bunu başka dinleyenlerin ve bununla ilgilenenlerin de bulunduğunu kestirmek güç değildir.

O günlerde ve ondan sonraki zamanlarda, en hafif deyimiyle bönlüklerini uyanıklık ve öngörüşlülük gibi göstermeye alışmış olanlar üzerine, bir bilgi vermiş olmak için, izin verirseniz, şu belgeyi olduğu gibi bilginize sunmak isterim: 140-140 Konya’dan 9 Temmuz 1919 Saat: 6, Üçüncü Ordu Müfettişliği Başyaverliğine Telgraf ve Posta Genel Müdürü Refik Halit Bey ile Konya Valisi Cemal Bey, 6/7 Temmuz gecesi, telgrafla makine başında konuştular. Konuşmanın şu yolda geçtiğini öğrendim:

“Mustafa Kemal Paşa Hazretleri için gereken işlem yapıldı. İstanbul’a getirilecek. Cemal Paşa Hazretleri için de işlem yapılmak üzeredir.”

Konya valisi de : “Teşekkür ederim.” dediler. Paşa Hazretleri’ne uygun göreceğiniz biçimde bildirmenizi rica ederim.

İkinci Ordu Müfettişliği Şifre Müdürü Hasan

Mersinli Cemal Paşa’nın İstanbul’a Gitmesi

Gerçekten, Konya’da bulunan İkinci Ordu Müfettişi Cemal Paşa’nın on gün süre ile izinli olarak İstanbul’a gittiğini dört gün önce öğrenmiş ve şaşmıştım. Cemal Paşa ile Samsun’a çıktığımdan beri, ulusal amaçları gerçekleştirmek için işbirliği yapma, askeri ve ulusal örgütler kurma konularında yazışmamız vardı. Kendisinden umut verici, olumlu yanıt almıştım. Benim ile bu yolda ilişki kurmuş olan bir komutanın, kendi kendine, izin alıp İstanbul’a gitmesi akla sığacak iş değildi. Bunun için, 5 Temmuz 1919 günlü şifre ile Konya’da On İkinci Kolordu Komutanı Albay Salâhattin (3. Kolordu Komutanı olarak İstanbul’dan gelen Selâhattin Bey -Köseoğlu- başkadır.) Bey’e şu iki maddeyi yazdım:

1- Cemal Paşa’nın on gün için İstanbul’a gidişinin gerçek nedenini açıkça ve tez elden bildirmenizi;

2- Sizin, her ne olursa olsun, oradaki birliklerin başından ayrılmanız uygun değildir. Bu konuda Fuat Paşa ile haberleşerek olabilecek en kötü olasılığa karşı önlemler almanız gereklidir. Her gün, durumunuz üzerine kısa bilgi vermenizi rica ederim.

Bu şifrenin örneğini o gün Ankara’da Fuat Paşa’ya da bildirdim.

Salâhattin Bey’in Konya’dan 6/7 Temmuz günü, yani Refik Halit Bey’in Konya Valisi Cemal Bey’le telgraf başında konuştuğu sırada, karşılık olarak çektiği şifrede: “Cemal Paşa İstanbul’da kimi kişilerle ve ailesiyle görüşmek üzere on gün süre ile ve kendi isteğiyle izinli olarak İstanbul’a gitmiştir.” denilmekte idi. (belge: 30, 31, 32, 33) Cemal Paşa gitti; ama gelemedi. Kendisini çok zaman sonra Ali Rıza Paşa kabinesinde Harbiye Nazırı göreceğiz.

Komutayı Bırakmamak Uğruna

Ne yazık ki, bu durumun tanığı olan ve kendisine birliklerin başından ayrılmaması salık verilen Salâhattin Bey’in de bir süre sonra İstanbul’a gittiğini öğrendik. Cemal Paşa’nın gösterdiği bu kötü örnek üzerine 7 Temmuz 1919 günü şu genel bildirimi yaptım:

1- Bağımsızlığımızı koruma uğrunda derlenip örgütlenmiş olan ulusal kuvvetlere hiçbir yönden karışılamaz ve dokunulamaz. Devletin ve ulusun alın yazısında, ulusal irade etmen ve egemendir. Ordu, bu ulusal iradeye bağlı ve onun hizmetindedir.

2- Müfettiş ve komutanlar, herhangi bir nedenle, komutanlıktan çıkarıldıklarında, yerlerini alacak kişiler, işbirliği yapılacak nitelikte olursa, komutayı bırakacaklar; ama etkili bulundukları bölgede kalarak ulusal görevlerini yapmaya devam edeceklerdir. Olmazsa, yani bir ikinci İzmir olayına meydan verebilecek kimseler atanırsa, komuta kesinlikle bırakılmayacak ve bütün müfettiş ve komutanlarca, güven ve inanın kalmadığı ileri sürülerek yapılan işlem geri çevrilip kabul edilmeyecektir.

3- Ülkemizi kolaylıkla ele geçirmek amacıyla, İtilaf Devletlerince yapılan baskı sonunda, hükümet herhangi bir askeri birliğimizi ve ulusal ve askeri örgütümüzü dağıtmak için buyruk verirse, kabul edilmeyecek ve uygulanmayacaktır.

4- İstek ve amacı ulusal bağımsızlığı sağlamak olan Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi İlhak cemiyetleri ile bunların girişimlerinin bozulup dağılmasına yol açacak herhangi bir etkiyi ve karışmayı ordu, kesin olarak önleyecektir.

5- Devletin ve ulusun bağımsızlığını sağlama uğrunda bütün sivil devlet görevlileri, Müdafaai Hukuku Milliye ve Reddi İlhak Cemiyetlerinin, ordu gibi yasal yardımcılardır.

6- Yurdun herhangi bir bölgesine saldıran olursa bütün ulus, haklarını savunmaya hazır bulunduğundan, bu gibi olaylar çıkınca işbirliği için her yer birbirine en kısa zamanda haber vererek savunmada birlik sağlanacaktır.

Bu bildirim, Anadolu ve Rumeli’de bulunan bütün ordu ve kolordu komutanlarına ve başka gerekenlere gönderilmiştir.

Refet Bey’in Üçüncü Kolordu Komutanlığını Bırakması

Bu genel bildirimden beş altı gün sonra, Kavak’tan “Üçüncü Kolordu Komutanı Refet Refet” imzalı, 13 Temmuz 1919’da yazılmış bir şifre aldım. Tel şudur:

“İstanbul’dan bir İngiliz gemisiyle, Harbiye Dairesi Başkanı Albay Salâhattin Bey, beni değiştirmek üzere geldi. Benim de o gemi ile dönmemi Harbiye Nazırlığı emrediyor. Salâhattin Bey, amaca uygun olarak çalışacak. Genel duruma göre komutayı adı geçene bırakmayı uygun buldum ve Harbiye Nazırlığına görevden çekildiğimi bildirdim. Ayrıca geniş bilgi veririm. Sivas’a doğru yola çıkıyorum. Beşinci Tümen Komutanı Arif Bey aracılığı ile Amasya’ya yanıt veriniz.”

Baylar, açıkça söylemeliyim ki, bu tutum ve davranışı pek beğenmedim. Refet Bey’in benimle olan işbirliği, İstanbul’ca biliniyor. Bu çalışmalardan yana olan bir kişi, onu değiştirmeye ve hem de İngiliz gemisiyle gelince, hemen düşünülmesi doğal olan şey, bu kişinin İngiliz görüşüne uygun iş görebileceğine güvenilmiş olmasıdır. Bu yargı, bir sanı niteliğinde olsa bile, Refet Bey’in komutayı vermekte ivedi davranmaması, hiç olmazsa bizim de düşüncemizi sorması gerekirdi. İnanıp komutayı verdiğine göre de, hiç olmazsa bir süre yanından ayrılmayıp durumu ve görüşlerimizi iyice benimsetinceye dek birlikte çalışması ve kendisi ile aramızda gerekli bağlantıyı kurduktan sonra uzaklaşması doğru olurdu, düşüncesinde bulundum. Bununla birlikte, olupbitti karşısında bırakılmış olduğuma göre, iki noktada teselli aramakla yetinmek zorunda kaldım. Birincisi, Refet Bey’in telindeki: “Salâhattin Bey amaca uygun olarak çalışacak.” cümlesi; öteki de, Refet Bey’in hiç olmazsa İstanbul’a gitmemiş olması idi.

Bu durum üzerine: “Komutanların İstanbul’a gitmek konusunda en küçük bir yanılmalarının pek pahalıya mal olacağını, gene de programımızı olduğu gibi uygulamaya devam edeceğimizi” bütün komutanlara bildirerek hemen dikkatlerini çektim. Refet Bey’e de o gün (14 Temmuz 1919): “Salâhattin Bey’in kararlarımızı iyi uygulayacağı, buradaki arkadaşlar arasında pek çok duygulandırıcı ve güçlendirici olmuştur” cümlesini de içine alan bir şifre çektirdim.

Salâhattin Bey’in kendisine de olduğu gibi şu teli çektirdim:

14 Temmuz 1919 Amasya’da Beşinci Tümen Komutanlığına

Refet Bey’edir: Aşağıdaki teli uygun görürseniz Salâhattin Bey’e ulaştırınız ve sonucunu bildiriniz. Mustafa Kemal

Salâhattin Beyefendi’ye: İstanbul’un kapalı çevresinden, ulusun kutlu kucağına gelmeniz ve özverili arkadaşlarınızın dayanç (azim) ve yurtseverlik çevresine girmeniz büyük bir sevinçle karşılandı. Kutsal amacımızın gerçekleştirilmesi uğrunda gösterilecek ortak çabada Tanrı hepimizi başarılı kılacaktır. Gözlerinizden öperim. (Mustafa Kemal)

Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı Albay Kâzım

Salâhattin Bey üzerinde ilk kuşkuyu gene, Salâhattin Bey’in “amaca uygun çalışacağını” söyleyerek ona güvenen ve hemen komutayı bırakıp Sivas’a doğru uzaklaşan Refet Bey göstermiş oldu.

Refet Bey’in Amasya’dan çektiği bir tel, yalnız Salâhattin Bey üzerindeki kuşkuyu değil, daha birkaç nokta ile ilgili düşünceleri de kapsıyordu. İzin verirseniz olduğu gibi bilginize sunayım.

İvedidir. Amasya’dan Güvenlikle ilgilidir 15.7.1919 -719

Erzurum’da On Beşinci Kolordu Komutanlığına

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine: Salâhattin Bey’i tanırsınız. Birdenbire ürkmemesi gereklidir. Önce Kâzım Paşa, kutlama dolayısıyla, yumuşak sözler kullanarak kendisiyle yazışmaya girişmelidir. Hamit Bey’in görevden çıkarılması konusunda daha bir şey yok. Ama yerinde bırakılması için girişimler yapıldı. Görevden çıkarılırsa buralarda kalacağını pek ummuyorum. Bununla birlikte, gene etki yapıyorum. Benim dönmem için İngilizlerin hükümete baskı yapacakları kuşku götürmez. Ben, duruma göre, gereken yollara başvurarak buralarda kalacağım. Refet Bey İngilizlerden ve buradan geçen Amerikalıdan anladığıma göre, Kâzım Paşa’nın durumu da tehlikelidir. Her zaman ölçülü davranılmasını ve durumun iyi yönetilmesini yeniden salık veririm. (Refet)

  1. Tümen Komutanı -Arif

Bu telde adı geçen Hamit Bey, Samsun mutasarrıfı idi. Hamit Bey, Samsun’a varışımızın ilk günlerinde Refet Bey’in, geçmişteki dostluğu dolayısıyla, ortak amaç yolunda sonuna dek bizimle birlikte özveri ile çalışacak nitelikte bir arkadaş olduğuna güvendiği için bana salık verdiği ve benim Sadrazamlığa ve özel olarak, Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa’ya yazmam üzerine Samsun’a getirebildiğimiz kişi idi.

Böyle bir kişinin er geç görevden çıkarılacağı kuşku götürür müydü? Ama Refet Bey: “Yerinde bırakılması için girişimler yapıldı.” diyor. Nereye? Kimlerin katına? Kim başvurdu? Sonra: “Görevden çıkarılırsa buralarda kalacağını pek ummuyorum, bununla birlikte gene de etki yapıyorum.” diyor. Nereye, İstanbul’a mı gidecek, nasıl? Bu kişi bugüne değin bizimle çalışmıyor muydu?

Bu telinde Refet Bey, kendisinin dönmesi için İngilizlerin hükümete baskı yapacaklarını kesin görüyor ve duruma göre gereken yollara başvurarak buralarda kalacağını söylüyor. Oysa durum belliydi ve yapılacak işi ben kendisine 7 Temmuz 1919 günlü genel yönergemde bildirmiştim (adı geçen yönergenin ikinci maddesi). Ondan başka yapılacak iş yoktu.

Refet Bey, İngilizlerden ve buradan geçen Amerikalılardan anlamış ki: “Kazım Paşa’nın da durumu tehlikelidir.” Bu ne demektir? En çok sıkı durmaları gereken arkadaşların, iyilik düşünmeyecekleri besbelli olan kimselerin sözleri üzerine tehlike kuruntusuna kapılmaları ve bunu inançla söylemeleri neyi gösterir?

Refet Bey, telinin sonunda, bana da ders, veriyor: “Her zaman ölçülü davranılmasını ve işlerin iyi yönetilmesini yeniden salık veririm.” diyor.

Buradaki “ölçülü davranılması” sözünden, ne anlam çıkabileceğinin yorumlanmasını anlayışlı kişilere bırakırım. Bana iyi yönetimi salık veren kişi, bu öğütlemeyi, benim verdiğim buyruk ve yönergeyi iyi uygulayıp görevi başından ayrılmadan önce yapmış olsaydı daha içten davranmış olurdu, sanırım.

Hamit Bey’in İstanbul Hükümetince Görevden Çıkarılması

Baylar, Hamit Bey, 14 Temmuz 1919 günü Samsun’dan bana şu kısa teli çekmişti:

“Görevden çıkarıldığımı sağlam yerden öğrendim. Şu bir iki gün içinde buyruğun gelmesini bekliyorum. Sonra İstanbul’a gideceğimi saygı ile bildiririm.” Refet Bey’in komutayı bırakmış olmasından üzüntülü iken, o gün, önemli bir kesimde özveri ile çalışacağını umduğumuz başka bir arkadaşın da, sanki olağan koşullar içinde bulunuyormuşuz gibi, anlaşılmaz bir düşünüş göstermekte olduğunu öğreniyorum.

Hamit Bey’e 15 Temmuz 1919 günü şöyle bir tel yazıldı:

“Kardeşim Hamit Bey, sizin yerinize İbrahim Ethem Bey’in atandığını öğrendik. Refet’e yazdım, buluşarak birlikte içeri doğru gelmenizi rica ettim. Bilmem hangi güven düşüncesi, size İstanbul’a gitmek isteğini veriyor. Bundan başka, biz değerli arkadaşlarımızı İstanbul’dan (Dersaadet’ten) Anadolu’ya çekip çıkarmaya ve böylece gerçek yurtseverleri dileklerinden yoksun etmemeye çalışırken siz, bu davranışınızla, en azından, kapalı bir çevreye giriyorsunuz. Biz hiç uygun görmedik. Refet’le buluşunuz. Ya Sivas yakınlarında birlikte kalırsınız ya da rahatça bizim yanımıza gelirsiniz. Kesin yanıt bekleriz.” (belge: 34)

Beş gün sonra (20 Temmuz 1919) Canik Mutasarrıfı Hamit Bey’in Samsun’dan gelen teli şu idi: Bizans’ın artan alçaklıkları karşısında umutsuzluğa düşen ulus, doğudan bir umut ışığı bekliyor. Buraları ve buradakileri öyle düşsel bir biçim ve yaratılışta görüyorlar ki acaba bir şey var mı diye ben de kuşkuya düşüyorum. İlgisizliğimden utanıyorum.

Gerçekte uyumuyoruz. Bir şey yapmak istiyoruz. Ama bu şeyin biçim ve kuramlarıyla uğraştığımız, uzun yollar seçtiğimiz kanısındayım. Zaman ve durum, beklemeye elverişli değildir. Ülkenin durumu dakikadan dakikaya kötüleşiyor. Bunun için sözümüzü kısa kesip işleri çabuklaştırmak gerekiyor. Bu konuda benim aklıma gelen şudur: Aynı zamanda her yerden Padişah Hazretlerine tel çekelim. On aydan beri gözü önünde ve çok zaman kendi istek ve hevesince olup biten alçaklıklarla nereye sürüklenmekte olduğunu gören ulusun, ne olursa olsun, kendi yazgısını ele almaya karar verdiğini hatırlatalım ve kırk sekiz saat içinde ulusun güvenebileceği bir hükümet kurulmaz ve kurucular meclisinin toplantıya çağrılması karar altına alınmazsa, ne kendisini ne de hükümetini tanımadığımızı bildirelim. Bunda hiçbir zorluk yok, geleneksel boyun kırmaktan üzüntü duymayan ulus, biz yürüyelim, arkamızdan gelsin efendim.

Beş gün önce, görevden çıkarılırsa, İstanbul’a gideceğini bildiren Canik Mutasarrıfının bu telini, biraz kızgınca yazılmış olmakla birlikte, karar ve çalışma öğütleyen bir nitelikte bulduğunuzu umarım. Mutasarrıf Bey, ulusun bir umut ışığı beklediği yerde, acaba bir şey var mı diye kuşkuya düşüyor. Bizi, ne yapmak istediğini bilmeyen, biçim ve kuramlarla uğraşan şaşkınlar sanıyor. Sözü kısa kesip işleri çabuklaştırmak için yapılacak şeyi de söylüyor. Eğer bundan sonra bütün görüşlerindeki yersizliği belirten çirkin bir düşünceyi ortaya koymasaydı iyi ederdi. Baylar, tarih “geleneksel boyun kırmaktan üzüntü duymayan ulus, biz yürüyelim, arkamızdan gelsin!” düşünce ve inancında bulunanların karşılaştıkları sonuçlar ve cezalarla doludur. Yöneticilerin, özellikle devlet adamlarının, böyle yanlış ve çürük düşüncelere hiç kapılmamaları gerekir. Hamit Bey, bu telinde, bizim Refet Bey’le birlikte içerilere çekilmesi konusunda yazdıklarımıza hiç değinmiyor. Hamit Bey’in bu teline 21 Temmuz 1919 günü verdiğimiz bir yanıtta: “İnşallah her şey olacaktır. Yalnız, ulusun güveneceği bir hükümet kurmak için önce o hükümete destek olacak bir kuvveti yaratmak gerekir. O da, doğu illeri kongresinin ve ondan sonra da Sivas genel kongresinin toplanmasıyla olacaktır.” dedik.

Refet Bey’le Yazışmalar

Baylar, Üçüncü Kolordudan, dolayısıyla Refet ve Salâhattin beylerden gene söz açmak gerekiyor. İlişki şudur: İngilizler, Sivas’a bir tabur gönderecekleri haberini yaydılar. Olabilecek her şeye karşı, Sivas’a gelen çeşitli yollar boyunca askeri önlemler aldırmak gerekti. Bunun için Amasya’da bulunan Beşinci Tümen Komutanlığına 18 Temmuz 1919 günü yazdığım bir buyrukta, o sırada Amasya’da bulunan Refet Beyle ilgili olarak da şu tümceler vardı: “Duruma Refet Bey’in önemle dikkati çekilir. Belki Refet Bey böyle bir durumu göz önünde tutarak şimdilik Amasya’da kalmayı daha uygun bulur.”

Beşinci Tümen Komutanının 19 Temmuz 1919’da verdiği yanıtta dikkati çeken şu cümleler vardı: “Salâhattin Bey daha Samsun’dadır. Şimdiye değin kendisiyle görüşemediğim gibi hiçbir gerçek ve önemli yazışma da yapılmadığından, adı geçenin düşünce ve görüşünün ne yolda olduğunu bilemiyorum. Ama Refet Bey, gerektiğinde İngilizlere karşı koyacak kadar atılganlık gösteremeyeceğini sezdirmişti. Refet Bey, 18 Temmuz 1919’da Sivas’a doğru yola çıktı.” (belge: 35)

Bunun üzerine Refet Bey’e şu şifre teli çektirdim:

Şifre19 Temmuz 1919 Kişiye özeldir. Sayı 115

Amasya’da Beşinci Tümen Komutanlığına Sivas’ta Üçüncü Ordu Sağlık Müfettişi Albay İbrahim Talî Beyefendi’ye

Refet Bey’edir: Salahattin Bey’e telimi verdiniz mi? Bu arkadaşımızın kesin görüşlerinin önemle saptanması ve kararsızlık ya da ikiyüzlü davranış gibi felaket doğuracak bir duruma hiçbir şekilde göz yumulmaması bir yurt ödevi olduğundan bu konuda “evet” ya da “hayır” diye kendisinden söz alınması ve ona göre bir karar verilmesi çok gereklidir. Sizin bıraktığınız yerden başlamak, kendileri için tek programdır. Şimdiye değin hemen bir hafta olduğu halde hiçbir kesin bilgi alınmaması ve İstanbul’dan alınan bir yazıda, adı geçen için sağlam bir kanı gösterilmemesi ve yola çıkmadan önce Sadık Bey’le gizli bir görüşmesinden ve dostluğundan söz edilmesi ve yakınılması bu telimin yazılmasına yol açmıştır. Bunu ve bunun sonuçlarını özellikle sizin anlamanız ve çözümlemeniz gereklidir. Çünkü herhangi bir halk topluluğunda söyleyeceği yanlış ve ulusal amaca aykırı bir tek sözün bile yapacağı ters etkiyi ve bunun yaratacağı durumu şimdiden düşünmek yeter. (Mustafa Kemal)

Üçüncü Ordu Kurmay Başkanı Albay Kâzım

Yalnız bu telimize değil çok şeye karşılık olan Refet Bey’in şu telini olduğu gibi bilginize sunacağım: Güvenlikle ilgili ve Sivas’tan. Çok ivedidir 22.7.1919 1828

Erzurum’da Üçüncü Ordu Müfettişliği Vekili Kâzım Karabekir Paşa Hazretleri’ne

  1. Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne: Telinizi Salâhattin Bey’den ayrıldıktan sonra aldığım için kendisine veremedim. Salâhattin Bey’i herkes gibi siz de çok iyi tanırsınız. Kararsız yaradılışta bir kişi. Bu bölgede on günden çok kalmamak düşüncesi ile gelmiş. Az kaldı, komutayı almadan geri kaçacaktı. Kendisine güven ve inan vererek yurt ödevini hatırlattım. Ülkesini kuşkusuz sever; ama vakitsiz iş görmeye gelemez. Aşağı yukarı Vali Reşit Paşa’dan biraz daha iyi. On Üçüncü Kolordudan geçen silahlardan haberli olduğu gibi, bu işi düzenlemek için İstanbul’da da çalışmış ve başarı göstermiş. Buraya onu Cevat Paşa seçmiş. Bu duruma göre, amaca zararlı olamaz ve hiçbir halk topluluğunda amaca aykırı tek bir söz söylemez. Tersine, amaca göre, ama sessiz olarak çalışacağına söz verdi. Sadık Bey’le ilişkisi üzerine verilen bilgiye inanamıyorum. Aslına bakılırsa, aldığımız haberi iyi belgelemeden ve belli bir program düzenlemeden çalışmak, kuvvetlerin yitimine yol açıyor. Doğu durumu üzerine bana bilgi verirken, aldığınız şişirme haberlere kapılmamış olsaydınız, belki ben durumu daha iyi idare eder ve komutayı bırakmak zorunda kalmazdım. Tek başına karar verecek kişilerin, gerçek durumu bilmeleri gerektiğini siz de kabul edersiniz. Bunun için, Salâhattin Bey’i boş yere ürkütmek ve “hayır” dedirtmekle ne çıkacak? Aslında, o kaçmaya hazır. Yerine acaba kim gelecek? Buyruklarınızın kısa ve açık olmasını rica ederim. Salâhattin Bey için olan telinizi zahmet edip bir daha okuyunuz. Fırtına ile başlayıp yavaşlıkla biten bu telden kesin düşüncenizi çıkaramadım. Bununla birlikte birkaç güne dek Salâhattin Bey Samsun’dan dönüyor. Kendisiyle görüşeceğim. Her durumda onu uygun bir yolla amaca göre çalıştırmak için gerekli önlemleri alıyorum.
  2. Samsun’a çıkarılan taburun, buradaki Hintli Müslümanları değiştirmekle birlikte, özellikle Sivas’ta bulunduğunuzu sandıkları yüce kişiliğinize karşı bir korkutma amacı da güttüklerini, İngilizlerle görüştüğümde anladım. Beni İstanbul’a gitmeye kandırmak için, Kavak’ta bulunduğum sırada bir İngiliz binbaşısı geldi. İngilizlere gösterdiğim direnmeden yararlanarak, sizi güçten düşürmek için beni aldırdıklarını açıkça söyledi. Sizin öteki dayanağınız Kâzım Paşa imiş; onun için Kâzım Paşa, İngilizlerin direnmesini gerektirecek bir ipucu vermemelidir. Ferit Paşa’nın, görevden çekilirken, Kâzım Paşa’yı vekil olarak ataması, İstanbul’dakilerden kimisinin kötü bir düşüncesi olmadığını gösteriyor. Ama İngilizlerin direnmesi karşısında bir şey yapamazlar. Kâzım Paşa’nın vekilliğe atanması da Salâhattin Bey’in Sadık Bey hesabına buraya gelmediğini kanıtlar.
  3. Benim İstanbul’a getirilmem için İngilizler resmi olarak İstanbul Hükümetine baskı yapabilirler. Çünkü benimle İngilizlerin arasında resmi bir bağlantı var (!). Bu baskı artarsa Salâhattin Bey’i güç bir durumda bırakmamak için izimi kaybedeceğim.
  4. Hamit Bey’in değiştirilmesi söylentisi henüz gerçekleşmedi. Onun, yerinde bırakılması için gerek Salâhattin Bey (Öteki Salâhattin Bey’dir. [Atatürk’ün notu] 12. Kolordu Komutanı.) gerekse İngilizler İstanbul’a başvurdular. Adı geçenin değiştirilmek istenmesi, Dahiliye Nazırlığı ile kavga etmesindendir. Salâhattin Bey’in yerine Konya’ya Sedat Bey’in geldiği de doğru değildir. Her ne kadar bütün komutanların değiştirileceğini haber aldığını, adı geçen yazıyorsa da Kazım Paşa’nın vekilliğe atanması bunun doğru olmadığını gösteriyor.
  5. Sivas Kongresi ile ilgili olarak Sadrazamlıktan doğruca illere gönderilen 20 Temmuz 1919 günlü teli gördünüz mü? Karahisar’daki Tümen Komutanı, bu kongreye delege seçimi için buralarda bildiri yayımlamış. Böyle bir davranışı uygun buluyor musunuz? Alman barışı ve Doğudaki sessizlik, durumun gelişmesini bekleyerek, bizim de sakıngan bulunmaklığımızı gerektirmiyor mu? Kendim için hiçbir kaygım olmadığını artık anlamışsınızdır (!). Yalnız, kararsız ve programsız davranışlarla amaçtan ayrılacağız. Ya sakıngan olalım ya da hemen işi açığa vuralım. Ama ikisinden birini yapalım. Sivas Kongresinin bugün için yararlı olacağını umuyor musunuz? Bugünkü duruma göre bu kongrenin Sivas’ta ve açık olarak yapılmasını tehlikeli bulmuyor musunuz? Güney yönlerinden Sivas’a gelecek bir baskın özellikte bu il halkının kansızlığı yüzünden, Anadolu’yu ikiye ayırır ve pek tehlikeli olur. Bunun için bu ilin, son günlere değin, tarafsızmış gibi görünmesi pek çok önemlidir. Bu kongrenin ille toplanması gerekiyorsa, aldığınız haberlere göre delegeler gelebileceklerse, acaba bunun doğuda bir yerde toplanması daha uygun olmaz mı?
  6. Sivas ve Amasya kentleri halkı pek karışık; ilçelerde ve köylerdeki halk, bunlara göre pek çok iyi. Bundan sonra, ona göre çalışmamı düzenleyeceğim.
  7. İstanbul’dan aldığım haberde, buradaki ulusal eylemin hiçbir parti ya da hiçbir kişinin özel isteklerini yerine getirmek için olmayıp ulusal kurtuluş ve bağımsızlığın sağlanması amacı ile yapıldığını bildirmek üzere, sizin bir bildiri yayımlayarak İngilizleri yatıştırmanız salık veriliyor. Gerekli görülürse ben bunun, sizin bir bildirinizle değil, belki Erzurum Kongresinin kararları arasında yayımlanmasının uygun olacağını sanıyorum.
  8. Ajanslar, Meclisi Mebusan (Osmanlı Millet Meclisi) seçimlerinden söz ediyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? (Refet)

Üçüncü Kolordu Kurmay Başkanı Zeki. Bu tele verdiğimiz yanıtı da olduğu gibi bildirmekle yetineceğim. Şifre 23.7.1919 Subay eliyle çekilmesi ivedidir. 171

Sivas’ta Üçüncü Kolordu Kurmay Başkanı Zeki Bey’e Refet Beyefendiye:

1- Salâhattin Bey’le ilgili teli bir daha okumak üzere aradım; ama bulunamıyor. Hatırladığıma göre Salâhattin Bey için söz konusu olan şeyler İstanbul’dan bildirilmişti. Her alınan haberi, istenildiği gibi belgelemek seyrek olur. Doğu durumu üzerine aldığımız bilgiler abartmalardan uzak olmamakla birlikte, bize yanlış bir adım attırmış değildir, kanısındayım. Ulusun yazgısı ile ilgili işlerde, yalnız doğu olaylarının gelişimi temeline dayanmakla yetinilmiş değildir. Ulusal örgütlere genişlik ve canlılık vermek; kongrelerle ulusal istekleri ortaya koydurmak; orduyu ulusal örgütlere yardımcı kılmak; ulusal amacın yitimine meydan vermemek için komuta ve silah işlerinde, bilinen kesin kararı vermekte, yapıldığından başka türlü ve daha ölçülü davranmak, acaba bugünkü iyi sonucu verebilir miydi? Her halde şimdiki durum sevindirecek niteliktedir.

2- Kâzım Paşa’nın vekil olarak atanması pek uygun düşmüştür. İngilizlerin direnmesini gerektirecek bir ipucu vermemeye çalışıyor. Ama silah işinde ve Trabzon’a yapılacak bir çıkarmayı önleme konusunda hoşgörülü davranamayacağımız açık bir gerçektir. Oysa bu nedenler İngilizlerin elbette hoşuna gitmeyecektir.

3- İngilizler, benim İstanbul’a getirilmem için pek çok direndiler ve Hükümeti iyiden iyiye baskı altına aldılar. Hükümet ve Padişah ile makine başında günlerce süren konuşmalarda işin bu yanı pek açık olarak bildirildi. Bu konuşmalarda neler geçtiği, buluşmamızda bilginize sunulacaktır. Ama meslekten çekilince direnme son buldu. Bu duruma göre, sizin için de, görevden çekildikten sonra çok direneceklerini ummam. Bununla birlikte iş tersine de olsa, izinizi kaybetmektense Salâhattin Bey’in güç duruma girmesini yeğlerim. Burada Halit Bey için, Hükümet ve İngilizler, Kâzım Paşa’yı çok sıkıştırdılar. Kâzım Paşa, bir şey yapılamayacağını söylemekte direndiğinden, şimdi Halit Bey, bugün, resmi olmasa da, tümeninin başındadır.

4- Hamit Hey, son bir teli ile hepimizden daha hızlı iş görmek isteğini gösteriyor. Şimdilik yumuşatıldı.

5- Sivas kongresi ile ilgili teli daha görmedim. Gerçekten kimi yerlerde olumlu ve bazı yerlerde de olumsuz aşırılıklar görülüyor. Elbette duruma göre verimli iş görmek için sakıngan davranma isteğindeyim. Herkes için bu kesin ve açık program, bugün toplantıya başlayan Erzurum Kongresi görüşmelerinden çıkacaktır.

Sivas Kongresi’nden pek çok yarar beklerim. Bugün değil, Sivas Kongresi ilk söz konusu olduğu gün bile, her yerden ve özellikle güneyden bir baskın gelmesini, çok olası gördüğümü ve bu nedenle savunma önlemleri alınması için ricada bulunduğumu hatırlarsınız. Bununla birlikte, Erzurum Kongresi’nin toplantıları sırasında, Sivas’a gelecek delegelerin sayısına ve Erzurum Kongresi’nin yapacağı etkilerle doğacak duruma göre daha pratik ve güvenli bir yol da düşünülür.

6- İşleri düzenleme konusundaki, siz kardeşimin görüşleri pek yerindedir. Bununla birlikte, kentlileri de ulusal duygu ve etki altında tutmaktan uzak kalınmayacağını umarım.

7- Ulusal eylemlerin amaç ve ereği, kongrece her yere gönderilecek bildirilerle, düşündüğünüz gibi yayılacaktır.

8- Meclisi Mebusan toplanmalıdır. Ama İstanbul’da değil, Anadolu’da. Bu konu, kongrede görüşülecek ve bunun üzerine işe girişilecektir. Hepimiz gözlerinizden öperiz, kardeşim. (Mustafa Kemal).

Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı Albay Kâzım

Erzurumluların Yardımları

Baylar, ben askerlikten çekilince, bütün Erzurum halkının ve Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetinin Erzurum şubesinin bana karşı pek açık olarak gösterdikleri güven ve yakınlığın bende bıraktığı unutulmaz izlenimleri burada açıkça anmayı bir ödev sayarım.

Derneğin Erzurum şubesinden aldığım 10 Temmuz 1919 günlü yazıda: “Derneğin başına geçmemi ve Çalışma Kurulu Başkanlığını kabul etmemi” öneriyorlar ve birlikte çalışmak üzere ayırdıkları beş kişinin adlarını bildiriyorlardı. Bu beş kişi: Raif Efendi, Emekli Binbaşı Süleyman Bey, Emekli Binbaşı Kâzım Bey, Albayrak Gazetesi Müdürü Necati Bey, Dursunbeyoğlu Cevat Bey idi. Söz konusu ettiğim yazıda, Rauf Bey’in de Çalışma Kurulu (Heyeti Faale) İkinci Başkanlığına seçildiği bildiriliyordu. (belge: 36)

O günlerde, Erzurum Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Raif Efendi ve üyeler Hacı Hafız Efendi, Süleyman Bey, Maksut Bey, Mesut Bey, Necati Bey, Ahmet Bey, Kâzım Bey ve yazman Cevat Bey idi. Erzurum Şubesi, İstanbul’daki Genel Merkez Başkanlığına ulaştırmaya çalıştıkları bir telle: “Genel Merkez adına söz söyleme yetkisinin bana verildiğinin telle bildirilmesini” de rica ettiler. (belge: 37) Bundan başka, bizim Erzurum Kongresine girmemizi kolaylaştırmak için, Kongreye Erzurum delegesi olarak seçilmiş olan Emekli Binbaşı Kâzım ve Dursunbeyoğlu Cevat beyler delegelikten çekildiler.

Erzurum Kongresi

Baylar, bildiğiniz gibi, Erzurum Kongresi 1919 yılı Temmuzunun 23’üncü günü, pek gösterişsiz bir okul salonunda açıldı. İlk günü, beni başkanlığa seçtiler. Kongre üyelerini durum ve bir ölçüde, düşünülenler üzerinde aydınlatmak için yaptığım konuşmada:

Tarih ve olayların sürükleyişiyle, gerçekten içine düştüğümüz kanlı ve kara tehlikeleri görmeyecek ve bundan coşmayacak hiçbir yurtseverin düşünülemeyeceğini belirttim. Ateşkes Anlaşması hükümlerine aykırı olarak yapılan saldırılardan ve işgalden söz açtım. Tarihin, bir ulusun varlığını ve hakkını hiçbir zaman tanımazlıktan gelemeyeceğini, bunun için de yurdumuzu, ulusumuzu kötüleyici yargıların yüzde yüz değerden düşeceğini söyledim. Yurt ve ulusun kutsal varlıklarını kurtarma ve koruma konusunda son sözü söyleyecek ve bunun gereğini yaptıracak gücün, bütün yurda bir elektrik ağı gibi yayılmış olan ulusal akımdan doğan yiğitlik ruhu olduğunu söyledim.

İçgücünün artırılmasına yaramak üzere de bütün zulüm görmüş ulusların, ulusal amaçlarına ulaşmak için o günlerdeki çalışmaları üzerine, elde edilen birtakım bilgileri özetledim. Ve ulusun kaderinde sözünü yürütecek bir ulusal iradenin ancak Anadolu’dan doğabileceğini belirttim ve ulusal iradeye dayanan bir ulusal kurul meydana getirmesini ve gücünü ulusal iradeden alacak bir hükümetin kurulmasını ilk çalışma ereği olarak gösterdim. (belge: 38)

Erzurum Kongresinin Bildirisi ve Kararları

Baylar, Erzurum Kongresi 14 gün sürdü. Çalışmasının sonucu, düzenlediği tüzük ve bu tüzüğün içindekileri herkese duyuran bildiridir. Bu tüzük ve bildiri, o zamanın ve çevrenin gerektirdiği ikinci derecede düşünceler çıkarılarak incelenecek olursa birtakım köklü ve geniş kapsamlı ilkeler ve kararları ortaya koyabiliriz.

İzin verirseniz bu ilkeleri ve kararları, benim daha o zaman nasıl anladığımı açıklayayım:

1- Ulusal sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz (Bildiri, madde 6; Tüzük, madde 3’ün ayrıntıları; Tüzük ve Bildirinin 1’inci maddeleri okunup incelensin).

2- Ne türlü olursa olsun, yabancıların topraklarımıza girmesine ve işlerimize karışmasına karşı ve Osmanlı Hükümetinin dağılması durumunda ulus, birlikte direnecek ve savunacaktır (Tüzük, madde 2 ve 3; Bildiri, madde 3).

3- Yurdun ve bağımsızlığın korunmasına ve güvenliğinin sağlanmasına İstanbul Hükümetinin gücü yetmezse, amacı gerçekleştirmek için, geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri ulusal kongrece seçileceklerdir. Kongre toplanmamışsa bu seçimi Heyeti Temsiliye (Temsilciler Kurulu) yapacaktır (Tüzük, madde 4; Bildiri, madde 4).

4- Kuvayi Milliye’yi (Ulusal Kuvvetler) etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak temel ilkedir (Bildiri, madde 3).

5- Hıristiyan azınlıklara siyasal üstünlük ve toplumsal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez (Bildiri, madde 4).

6- Yabancı devletlerin güdümü ve koruyuculuğu kabul olunamaz (Bildiri, madde 7).

7- Millet Meclisinin hemen toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktır (Bildiri, madde 8).

Bu ilke ve kararlar, türlü türlü yorumlanmışsa da, temel nitelikleri hiç değiştirilmeksizin uygulanabilmiştir.

Baylar, biz Kongrede özetlediğim bu kararları ve bu ilkeleri saptamaya çalışırken, Sadrazam Ferit Paşa da ajanslarla birtakım demeçler yayımlıyordu. Bu demeçlere “Sadrazamın ulusu curnal etmesi” dense yeridir. 23 Temmuz 1919 günlü ajansla, dünyaya şunu duyuruyordu: “Anadolu’da karışıklık çıktı. Anayasaya aykırı olarak Millet Meclisi adı altında toplantılar yapılıyor. Bu işlerin sivil ve askeri görevlilerce yasak edilmesi gerekir.” Buna karşı gereken önlem alındı ve Meclisi Mebusan’ın toplantıya çağırılması istendi. (belge: 39)

Ağustosun yedinci günü kongre toplantısını kapatırken, kongre üyelerine: “Önemli kararlar alındığını ve bütün dünyaya ulusumuzun varlık ve birliğinin gösterildiğini” söyledim ve: “Tarih, bu Kongremizi çok az görülebilen büyük bir eser olarak yazacaktır.” dedim. (belge: 40)

Sözlerimin yersiz olmadığını zaman ve olayların tanıtladığı kanısındayım, baylar. Erzurum Kongresi, tüzük gereğince, bir Heyeti Temsiliye seçmişti. Cemiyetler Kanunu’na uyularak verilmesi gereken dilekçe yerine Erzurum Valiliği katına sunulan 24 Ağustos 1919 günlü bildiride, Heyeti Temsiliye üyelerinin adları ve kimlikleri şöylece gösterilmişti:

Mustafa Kemal Eski Üçüncü Ordu Müfettişi, askerlikten çekilmiş

Rauf Bey Eski Bahriye Nazırı (Donanma Bakanı)

Raif Efendi Eski Erzurum Milletvekili

İzzet Bey Eski Trabzon Milletvekili

Servet Bey Eski Trabzon Milletvekili

Şeyh Fevzi Efendi Erzincan’da Nakşî Şeyhi

Bekir Sami Bey Eski Beyrut Valisi

Sadullah Efendi Eski Bitlis Milletvekili

Hacı Musa Bey Mutki Aşiret Başkanı. (belge: 41)

Baylar, yeri gelmişken şunu bilginize sunayım ki, bu kişiler hiçbir zaman bir araya gelip birlikte çalışmış değildir. Bunlardan İzzet, Servet ve Hacı Musa beyler ve Sadullah Efendi hiç gelmemişlerdir. Raif ve Şeyh Fevzi efendiler, Sivas Kongresine katılmışlar ve ondan sonra biri Erzurum’a, öteki Erzincan’a dönerek bir daha aramıza katılmamışlardır. Rauf Bey ve Sivas Kongresinde aramıza katılan Bekir Sami Bey, İstanbul’daki Meclisi Mebusan’a gidinceye dek, bizimle birlikte bulunmuşlardır.

Erzurum Kongresinde Görülen Duraksamalar

Baylar, söz arasında küçük bir noktaya da dokunmak isterim. Benim, bu Erzurum Kongresine üye olarak girip girmemekliğim düşünülmeğe değer görüldüğü gibi, Kongreye katıldıktan sonra da başkan olup olmamaklığım üzerinde duraksayanlar bulunmuştur. Bu duraksayanlardan kimilerinin düşüncelerini iyi niyetlerine ve içtenliklerine yormakla birlikte, başka birtakım kimselerin bu konuda içtenlikten büsbütün uzak olduklarına, tersine kötülük amacı güttüklerine daha o zaman kuşkum kalmamıştı. Örneğin düşman casusu olup her nasılsa Trabzon ili içinde bir yerden kendini Kongreye delege göstertip gelen Ömer Fevzi Bey ve bunun arkadaşları gibi. Bu kişinin hainliği, sonradan Trabzon’daki ve oradan kaçtıktan sonra İstanbul’daki işleri ve davranışlarıyla kesin olarak anlaşılmıştır.

Kongrenin bitiminden iki üç gün önce başka bir tartışma da söz konusu olmaya başlamıştı. Bazı yakın arkadaşlarım, benim Heyeti Temsiliye’ye girip açık olarak çalışmamı sakıncalı görüyorlardı. Düşünceleri şu noktalarda özetlenebilir: “Ulusal girişim ve çalışmaların bütün anlamıyla ulustan doğduğunu, gerçekten ulusal olduğunu göstermek gerekir. Böyle olursa, girişimler daha güçlenir ve kimsenin kötü yorumuna ve özellikle yabancıların olumsuz düşüncelerine yer kalmaz. Ama tanınmış ve hele İstanbul Hükümetine ve halifelik ve padişahlığa karşı başkaldıran biri durumuna düşmüş; saldırı noktası olan benim gibi bir adamın, bütün bu ulusal girişimlerin başında bulunduğu görülürse, çalışmaların ulusal amaçlar yolunda olmaktan çok özel istekleri gerçekleştirmek için olduğu kanısına yol açabilir. Bunun için, Heyeti Temsiliye üyeleri, illerle bağımsız sancakların seçeceği kişiler olmalıdır. Ancak böylelikle, ulusal bir güç gösterilebilir.”

Bu düşüncelerin ne derece yerinde olup olmadığını araştıracak değilim. Yalnız benim de, bu düşüncelere karşı olan düşüncelerimin dayanak noktalarından bazılarını sayayım: Her şeyden önce ben, ne olursa olsun, Kongreye katılmalı ve onu yönetmeliydim. Çünkü zaman geçirmeksizin ulusal iradenin işler duruma getirilmesini ve ulusun kendi başına silahlı ve eylemli olarak önlemler almaya başlamasını sağlamak zorunluğuna inanıyordum. Bu temel ilkeleri benimsetip karara bağlatabilmek için, Kongrede çalışmayı ve yönetici olarak üyeleri aydınlatmayı çok gerekli görüyordum. Nitekim öyle oldu. Erzurum Kongresinin, daha önce açıkladığım ilke ve kararlarını herhangi bir temsilciler kurulunun uygulatabileceğine benim güvenim olmadığını açıkça söylemeliydim. Nitekim zaman ve olaylar beni doğrulamıştır. Bundan başka, daha Amasya’da iken karar verdiğim ve bütün ulusa her türlü araçlarla duyurttuğum Sivas Genel Kongresi’nin toplanmasını sağlamak; bütün ulusu ve yurdu tek bir kurulla temsil etmek; sonra, yalnız doğu illerini değil, yurdun bütün parçalarını aynı dikkat ve duyarlıkla savunma ve kurtarma çarelerini bulmaya çalışmak gibi işleri, herhangi bir kurulun başarabileceği kanısında olmadığımı açıkça söylemek zorundaydım. Çünkü bende böyle bir kanı bulunsaydı, işe giriştiğim güne dek, bu konuda girişim yapan ve uğraşanların çalışma sonuçlarını bekleyerek görevimden çekilmemek yolunu tutardım. Hükümete, Padişah ve Halifeye karşı başkaldırmayı gerekli görmezdim. Tersine, ben de bazı ikiyüzlü ve iki yanlılar gibi dış görünüşü pek parlak ve gösterişli olan, o günün ordu müfettişliğini ve Padişah Hazretlerinin yaverliği sanını elden bırakmazdım. Gerçi benim açıkça ortaya atılmamda ve bütün ulusal ve askeri hareketlerin başına geçmemde kuşkusuz, sakınca vardı. Ama o sakınca, başarısızlığa uğradığımda herkesten önce ve herkesten çok benim en büyük cezaya çarptırılmamdan başka bir şey olabilir miydi? Oysa bütün yurdun ve koskoca bir ulusun ölüm kalımı söz konusu olurken “yurtseverim” diyenlerin kendi sonlarını düşünmelerine yer var mıdır?

Baylar, ben, kimi arkadaşlarca ileri sürülen düşünce ve kuruntulara uysaydım, iki bakımdan büyük sakıncalar doğacaktı. Birincisi, düşüncelerimde, kararlarımda ve bütün kişiliğimde yersizlik ve yetersizlik olduğunu açığa vurmak ki bu davranış, benim vicdan buyruğu ile üzerime aldığım görev bakımından düzeltilemeyecek bir yanlış olurdu. Baylar, tarih, söz götürmez bir biçimde ortaya koymuştur ki, büyük işlerde başarı için yeteneği ve gücü sarsılmaz bir başkanın varlığı çok gereklidir. Bütün devlet büyüklerinin umutsuzluk ve güçsüzlük içinde, bütün ulusun başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada, “yurtseverim” diyen bin bir çeşit kişinin, bin bir türlü davranış ve inanç gösterdiği kargaşalı bir zamanda danışmalarla, birçok saygın ve erkli kişilerin sözlerine uyma zorunluğuna inanmakla; sağlam, esaslı ve özellikle sert yürünebilir mi ve en sonunda ulaşılması çok güç olan hedefe varılabilir mi? Tarihte buna ulaşmış bir topluluk gösterilebilir mi? İkincisi, baylar, ulus, ülke, siyasa ve ordu yöneticiliğinde hiç bulunmamış ve bu alanda değeri belirmemiş ve denenmemiş gelişigüzel kişilerden, örneğin, Erzincan’lı bir Nakşî Şeyhi ve Mutki’li bir aşiret başkanı gibi zavallılardan da kurulabilecek herhangi bir temsilciler kuruluna, söz konusu durum ve görev bırakılabilir miydi? Bırakıldığında “yurdu ve ulusu kurtaracağız” dediğimiz zaman, ulusu ve kendimizi aldatmış olmak gibi kötü bir yanılgıya düşmeyecek miydik? Bu nitelikte bir kurula, perde arkasından yardım edilebileceği düşünülürse bile bu yöntem, güvenilir sayılabilir miydi?

Bu söylediklerimin, o günlerde değilse bile, artık bugün bütün dünyaca ret edilemeyecek gerçeklerden olduğuna hiç kuşkum yoktur. Bununla birlikte, ben bu söylediklerimi o günlerden kalma bazı anılar ve belgelerle burada doğrulamayı, gelecek kuşakların siyasal ve toplumsal eğitimi bakımından ödev sayarım. Bu dakikaya kadar olduğu gibi, buradan sonra da sözünü edeceğim olaylar dolayısıyla, bu yön kendiliğinden aydınlanmaya başlayacaktır. Baylar, Erzurum Kongresinin bitiminde, Ferit Paşa’dan sonra Harbiye Nazırlığına yeni geldiği anlaşılan bir Nâzım Paşa imzasıyla, On Beşinci Kolordu Komutanlığına 30 Temmuz 1919 günlü şöyle bir buyruk geldi: “Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in Hükümet kararlarına karşı gelmelerinden ötürü hemen yakalanarak İstanbul’a gönderilmeleri Babıâlice uygun görülüp ilgili görevlilere gerekli buyruklar verildiğinden, kolorduca önemle yardım edilmesi ve sonucundan bilgi verilmesi rica olunur.”

Bu buyruğa, Kolordu Komutanlığınca gereği gibi yanıt verildi. Bu yanıtı, öteki komutanlara da, olduğu gibi gönderterek dikkatlerini çektirdim. Kongre bildirisi, yurt içinde her yere ve yabancı devlet temsilcilerine türlü yollarla bildirildi. Tüzük de komutanlara ve başka güvenilir makamlara şifre ile bölüm bölüm verilerek bulundukları yerlerde basılıp, çoğaltılmasının ve yayımının sağlanmasına çalışıldı. Bu iş, doğal olarak günlerce sürdü. Bununla ilgili olarak Sivas’ta Üçüncü Kolordu Komutanı Salâhattin Bey’den aldığım, 22 Ağustos 1919 günlü bir telde: “Tüzüğün ikinci ve dördüncü maddelerinin yayımını sakıncalı bulduğu, bir kez daha incelenmesi gereği” bildiriliyordu. (belge: 42) İkinci madde; Birlik olarak savunma ve direnme ilkesinin kabul edildiğine; Dördüncü madde; Geçici yönetim kurulabileceğine ilişkin maddelerdir.

Karakol Cemiyeti

Baylar, söz arasında küçük bir noktaya da dokunmak isterim. Benim, bu Erzurum Kongresine üye olarak girip girmemekliğim düşünülmeğe değer görüldüğü gibi, Kongreye katıldıktan sonra da başkan olup olmamaklığım üzerinde duraksayanlar bulunmuştur. Bu duraksayanlardan kimilerinin düşüncelerini iyi niyetlerine ve içtenliklerine yormakla birlikte, başka birtakım kimselerin bu konuda içtenlikten büsbütün uzak olduklarına, tersine kötülük amacı güttüklerine daha o zaman kuşkum kalmamıştı. Örneğin düşman casusu olup her nasılsa Trabzon ili içinde bir yerden kendini Kongreye delege göstertip gelen Ömer Fevzi Bey ve bunun arkadaşları gibi. Bu kişinin hainliği, sonradan Trabzon’daki ve oradan kaçtıktan sonra İstanbul’daki işleri ve davranışlarıyla kesin olarak anlaşılmıştır.

Kongrenin bitiminden iki üç gün önce başka bir tartışma da söz konusu olmaya başlamıştı. Bazı yakın arkadaşlarım, benim Heyeti Temsiliye’ye girip açık olarak çalışmamı sakıncalı görüyorlardı. Düşünceleri şu noktalarda özetlenebilir: “Ulusal girişim ve çalışmaların bütün anlamıyla ulustan doğduğunu, gerçekten ulusal olduğunu göstermek gerekir. Böyle olursa, girişimler daha güçlenir ve kimsenin kötü yorumuna ve özellikle yabancıların olumsuz düşüncelerine yer kalmaz. Ama tanınmış ve hele İstanbul Hükümetine ve halifelik ve padişahlığa karşı başkaldıran biri durumuna düşmüş; saldırı noktası olan benim gibi bir adamın, bütün bu ulusal girişimlerin başında bulunduğu görülürse, çalışmaların ulusal amaçlar yolunda olmaktan çok özel istekleri gerçekleştirmek için olduğu kanısına yol açabilir. Bunun için, Heyeti Temsiliye üyeleri, illerle bağımsız sancakların seçeceği kişiler olmalıdır. Ancak böylelikle, ulusal bir güç gösterilebilir.”

Bu düşüncelerin ne derece yerinde olup olmadığını araştıracak değilim. Yalnız benim de, bu düşüncelere karşı olan düşüncelerimin dayanak noktalarından bazılarını sayayım: Her şeyden önce ben, ne olursa olsun, Kongreye katılmalı ve onu yönetmeliydim. Çünkü zaman geçirmeksizin ulusal iradenin işler duruma getirilmesini ve ulusun kendi başına silahlı ve eylemli olarak önlemler almaya başlamasını sağlamak zorunluğuna inanıyordum. Bu temel ilkeleri benimsetip karara bağlatabilmek için, Kongrede çalışmayı ve yönetici olarak üyeleri aydınlatmayı çok gerekli görüyordum. Nitekim öyle oldu. Erzurum Kongresinin, daha önce açıkladığım ilke ve kararlarını herhangi bir temsilciler kurulunun uygulatabileceğine benim güvenim olmadığını açıkça söylemeliydim. Nitekim zaman ve olaylar beni doğrulamıştır. Bundan başka, daha Amasya’da iken karar verdiğim ve bütün ulusa her türlü araçlarla duyurttuğum Sivas Genel Kongresi’nin toplanmasını sağlamak; bütün ulusu ve yurdu tek bir kurulla temsil etmek; sonra, yalnız doğu illerini değil, yurdun bütün parçalarını aynı dikkat ve duyarlıkla savunma ve kurtarma çarelerini bulmaya çalışmak gibi işleri, herhangi bir kurulun başarabileceği kanısında olmadığımı açıkça söylemek zorundaydım. Çünkü bende böyle bir kanı bulunsaydı, işe giriştiğim güne dek, bu konuda girişim yapan ve uğraşanların çalışma sonuçlarını bekleyerek görevimden çekilmemek yolunu tutardım. Hükümete, Padişah ve Halifeye karşı başkaldırmayı gerekli görmezdim. Tersine, ben de bazı ikiyüzlü ve iki yanlılar gibi dış görünüşü pek parlak ve gösterişli olan, o günün ordu müfettişliğini ve Padişah Hazretlerinin yaverliği sanını elden bırakmazdım. Gerçi benim açıkça ortaya atılmamda ve bütün ulusal ve askeri hareketlerin başına geçmemde kuşkusuz, sakınca vardı. Ama o sakınca, başarısızlığa uğradığımda herkesten önce ve herkesten çok benim en büyük cezaya çarptırılmamdan başka bir şey olabilir miydi? Oysa bütün yurdun ve koskoca bir ulusun ölüm kalımı söz konusu olurken “yurtseverim” diyenlerin kendi sonlarını düşünmelerine yer var mıdır?

Baylar, ben, kimi arkadaşlarca ileri sürülen düşünce ve kuruntulara uysaydım, iki bakımdan büyük sakıncalar doğacaktı. Birincisi, düşüncelerimde, kararlarımda ve bütün kişiliğimde yersizlik ve yetersizlik olduğunu açığa vurmak ki bu davranış, benim vicdan buyruğu ile üzerime aldığım görev bakımından düzeltilemeyecek bir yanlış olurdu.

Baylar, tarih, söz götürmez bir biçimde ortaya koymuştur ki, büyük işlerde başarı için yeteneği ve gücü sarsılmaz bir başkanın varlığı çok gereklidir. Bütün devlet büyüklerinin umutsuzluk ve güçsüzlük içinde, bütün ulusun başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada, “yurtseverim” diyen bin bir çeşit kişinin, bin bir türlü davranış ve inanç gösterdiği kargaşalı bir zamanda danışmalarla, birçok saygın ve erkli kişilerin sözlerine uyma zorunluğuna inanmakla; sağlam, esaslı ve özellikle sert yürünebilir mi ve en sonunda ulaşılması çok güç olan hedefe varılabilir mi? Tarihte buna ulaşmış bir topluluk gösterilebilir mi? İkincisi, baylar, ulus, ülke, siyasa ve ordu yöneticiliğinde hiç bulunmamış ve bu alanda değeri belirmemiş ve denenmemiş gelişigüzel kişilerden, örneğin, Erzincan’lı bir Nakşî Şeyhi ve Mutki’li bir aşiret başkanı gibi zavallılardan da kurulabilecek herhangi bir temsilciler kuruluna, söz konusu durum ve görev bırakılabilir miydi? Bırakıldığında “yurdu ve ulusu kurtaracağız” dediğimiz zaman, ulusu ve kendimizi aldatmış olmak gibi kötü bir yanılgıya düşmeyecek miydik? Bu nitelikte bir kurula, perde arkasından yardım edilebileceği düşünülürse bile bu yöntem, güvenilir sayılabilir miydi?

Bu söylediklerimin, o günlerde değilse bile, artık bugün bütün dünyaca ret edilemeyecek gerçeklerden olduğuna hiç kuşkum yoktur. Bununla birlikte, ben bu söylediklerimi o günlerden kalma bazı anılar ve belgelerle burada doğrulamayı, gelecek kuşakların siyasal ve toplumsal eğitimi bakımından ödev sayarım. Bu dakikaya kadar olduğu gibi, buradan sonra da sözünü edeceğim olaylar dolayısıyla, bu yön kendiliğinden aydınlanmaya başlayacaktır.

Baylar, Erzurum Kongresinin bitiminde, Ferit Paşa’dan sonra Harbiye Nazırlığına yeni geldiği anlaşılan bir Nâzım Paşa imzasıyla, On Beşinci Kolordu Komutanlığına 30 Temmuz 1919 günlü şöyle bir buyruk geldi:

“Mustafa Kemal Paşa ile Refet Bey’in Hükümet kararlarına karşı gelmelerinden ötürü hemen yakalanarak İstanbul’a gönderilmeleri Babıâlice uygun görülüp ilgili görevlilere gerekli buyruklar verildiğinden, kolorduca önemle yardım edilmesi ve sonucundan bilgi verilmesi rica olunur.” Bu buyruğa, Kolordu Komutanlığınca gereği gibi yanıt verildi. Bu yanıtı, öteki komutanlara da, olduğu gibi gönderterek dikkatlerini çektirdim.

Kongre bildirisi, yurt içinde her yere ve yabancı devlet temsilcilerine türlü yollarla bildirildi. Tüzük de komutanlara ve başka güvenilir makamlara şifre ile bölüm bölüm verilerek bulundukları yerlerde basılıp, çoğaltılmasının ve yayımının sağlanmasına çalışıldı. Bu iş, doğal olarak günlerce sürdü. Bununla ilgili olarak Sivas’ta Üçüncü Kolordu Komutanı Salâhattin Bey’den aldığım, 22 Ağustos 1919 günlü bir telde: “Tüzüğün ikinci ve dördüncü maddelerinin yayımını sakıncalı bulduğu, bir kez daha incelenmesi gereği” bildiriliyordu. (belge: 42) İkinci madde; Birlik olarak savunma ve direnme ilkesinin kabul edildiğine; Dördüncü madde; Geçici yönetim kurulabileceğine ilişkin maddelerdir.

Bir İş Göremeden Avrupa’dan Dönen Ferit Paşa’ya Çektiğim Şifre

İstanbul Hükümetini ulusal girişimleri önlemekten caydırmak, başarıyı çabuklaştırmaya ve kolaylaştırmaya yarayacağı için önemliydi. Bu düşünceyle, Ferit Paşa’nın elbette hiçbir başarı sağlamadan hemen hemen onuru kırılmış bir durumda, İstanbul’a dönüşünden yararlanarak, kendisine 16 Ağustos 1919 günü bir şifre tel yazdım. Bu telde başlıca şu cümleler vardı:

Bay Klemanso (Clémenceau)’nun yüksek kişiliğinize (zâtı fehametpenahilerine) olan ayrıntılı karşılık yazılarını son günlerde okuyunca, İstanbul’a nasıl acı ve üzüntü içinde döndüğünüzü çok iyi anlıyorum……………… bölüşmek ve devletimizi ortadan kaldırmak düşüncesini bu denli açık ve onur kırıcı olarak gösteren bir anlatış karşısında titremeyecek duygulu bir kişi düşünemem. Tanrı’ya binlerce şükürler olsun ki, ulusumuz, ruhundaki dayanç ve yiğitlikle tarih boyunca sürüp gelen hayat ve varlığını ne alınyazısına bırakacak, ne de böyle cellatça yargılara kurban edecektir.

Şimdi iyice inanıyorum ki, yüksek kişiliğiniz de bugünkü genel durumu ve devlet ve ulusun gerçek yararlarını üç ay önceki gözlerle görmüyordur. Dokuz aydan beri iş başına gelen hükümetlerin, hep birbirinden daha çok güçsüzlüğe uğraması ve sonunda ne yazık ki, artık iş görmez bir kerteye düşmesi ulusun yüksek onuru karşısında gerçekten pek üzücü oluyor. Doğrusu şu ki, yurdun ve ulusun yazgısı için içeride ve dışarıda sözü dinlenir ve geçer olmak kuşkusuz ulusal iradeye dayanmayı gerektirir. Yaşama hakkı ve bağımsızlığı için çalışan ulusun amacındaki temizlik ve içtenliğe karşı İstanbul Hükümeti düşmanca davranma yolu tutuyor. Böyle bir davranış, elbette büyük üzüntüler doğurur. Ulusu, İstanbul Hükümetine karşı istenilmeyen davranışlara sürükleyecek niteliktedir. Çok içtenlikle söyleyeyim ki ulus, her türlü iradesini kullanabilecek güçtedir. Yapacaklarını önleyebilecek hiçbir kuvvet yoktur. İstanbul Hükümetinin olumsuz girişimlerini hiçbir yerde, hiçbir kimse yürütemeyecektir. Ulus, çizdiği program içinde çok kesin ve belirli adımlarla amacına doğru yürümektedir. İstanbul Hükümetinin şimdiye değin olan engelleyici davranışlarının hiçbir yerde hiçbir etki yapmamakta olmasıyla gerçek durumun sizce anlaşıldığı kuşku götürmez.

İngilizlerin gösterdikleri yolda kurtuluş çaresi aramak da yersizdir ve sonucu düş yıkımıdır. Kaldı ki, İngilizler de en sonunda gücün ulusta olduğunu anlayarak hiçbir dayanağı olmayan ve ulus adına hiçbir yükümlülüğe giremeyen, varsa bile bunu ulusa benimsetemeyecek olan bir hükümetle sonuçlu bir işe girişilemeyeceğine inanmışlardır. Bütün dilekler şu noktada toplanmıştır: Hükümet, yasal (meşru) olan ulusal akıma karşı gelmekten vazgeçerek Kuvayi Milliye’ye dayansın ve her türlü girişiminde ulusun isteklerini önder bilsin! Bunun için de, ulusal varlığı ve iradeyi temsil edecek olan Meclisi Mebusan’ın en kısa zamanda toplanmasını sağlasın!

Sivas Kongresi Hazırlıkları

Baylar, Sivas’ta toplanmasını sağlamaya çalıştığımız Kongreye her yerden delege seçtirmek ve onların Sivas’a gelmelerini sağlamak için, Amasya’da başlamış olan çalışma ve yazışmalar daha sürüp gidiyordu. Bütün komutanlar ve her yerde birçok yurtseverler, olağanüstü çaba gösteriyorlardı. Fakat yine her yerde olumsuz ve aleyhte propagandalar ve özellikle İstanbul Hükümetinin engelleyici önlemleri işi zorlaştırıyordu.

Bazı yerlerden, hem delege seçmiyorlar, hem de halkın içgücünü kıracak ve herkesi umutsuzluğa sürükleyecek karşılıklar veriyorlar. Örneğin, Yirminci Kolordu Komutanı adına Kurmay Başkanı Ömer Halis Bey’in İstanbul’dan alınan bilgileri kapsayan 9 Ağustos 1919 günlü şifresinde şu maddeler ilgi çekici görüldü: 1- İstanbul delege göndermiyor. Orada yapılan işleri uygun görmekle birlikte, atılgan bir duruma girmek istemiyor. 2- İstanbul’dan delege göndermek olanak dışındadır. Önerilen kişiler, orada verimli, başarılı iş göreceklerine güvenemediklerinden, boşuna para harcamamak ve yolculuk sıkıntıları çekmemek için yola çıkmıyorlar. (Bilindiği gibi bazı kişileri özel mektupla da çağırmıştık.) Biz, dört bir bucaktan delege seçtirmek ve göndertmekte karşılaşılan güçlükleri yenmeye çalışırken, öte yandan kongre için en güvenilir yer olarak seçtiğimiz Sivas’ta da bir telaş ve heyecan başladı. Baylar, burada sırası gelmişken söyleyeyim ki, ben Sivas’ı gerçekten her yönden güvenilir saymış olmakla birlikte, daha Amasya’da iken Sivas’a gelen bütün yolar üzerinde uzaktan ve yakından her türlü askeri önlem ve düzeni aldırmayı da uygun bulmuştum.

Sivas Valisinin Kaygıları

Sivas’taki heyecan şöylece anlaşıldı. 20 Ağustos günü öğleyin Sivas’taki Vali Reşit Paşa’nın istemesiyle telgraf başına çağırıldığım zaman, paşanın uzun bir teli veriliyordu. O tel şudur:

Erzurum’da Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne; İlkin, sizi rahatsız ettiğimden dolayı beni bağışlamanızı diler, sağlığınızı sorarım. Ne iş için rahatsız ettiğimi aşağıda bildiriyor ve açıklıyorum efendim. Görünüşte, Fransızlara ait kurumları teslim almak, gerçekte buraların durumu üzerinde incelemeler yapmak için, Cizvit papazları ile birlikte önceki gün İstanbul’dan Sivas’a gelerek valilik katını ziyaret eden Fransız subaylarının bu ziyaretlerine karşılık dün sabah yanlarına gitmiştim. Ziyaret ve konuşmanın sonunda orada bulunan Fransız binbaşılarından Jandarma Müfettişi Bay Brüno (Brunot), biraz özel görüşmek istediğini söyleyerek beni başka bir odaya aldı. Söylediği sözleri olduğu gibi aktarıyorum:

“Mustafa Kemal Paşa ile Kongre üyelerinin Sivas’a gelip burada bir kongre yapacaklarını işittim. Bunu İstanbul’dan gelen Fransız subayları söylediler. Sizinle böylesine içtenlikle konuşur ve kişiliğinize karşı pek çok saygı beslerken bu işi benden saklamanıza çok üzüldüm.” dedi. Ben de gereken karşılığı vererek kendisini inandırmaya çalıştımsa da son söz olarak: “Eğer Mustafa Kema1 Paşa Sivas’a gelir ve burada kongre toplamaya kalkışırsa beş on gün içinde buraların işgalinin kararlaştırıldığını kesin olarak biliyorum. Sizin kişiliğinize beslediğim saygı dolayısıyla bunu haber veriyorum. İnanmazsanız, iş olup bittikten sonra inanırsınız. O vakit yurdunuzu uçuruma sürükleyenler arasına siz de girmiş olursunuz.” sözlerini söyledi. Dahiliye Nazırlığından dün aldığım şifre tel de, başka türlü yazılmakla birlikte gene bu kanıyı uyandıracak nitelikte idi. Yeni gelen Fransız subaylarından biri dün Kolordu Komutanı ile uzun uzadıya görüşerek kongre konusunda Komutan Beyefendinin düşüncesini anlamaya çalıştığı gibi, bu sabah da Bay Brüno bana gelerek, alafranga saat üçte, öbür Fransız subaylarıyla birlikte kongre üzerine görüşüleceğini, ama kendisinin aradaki dostluk dolayısıyla daha önce benimle ayrı görüşmek istediğini bildirdi. Bir süre konuşulduktan sonra sonuç olarak şunu da söyledi: “Ben dünden beri bu iş üzerinde pek çok düşündüm. Sonunda şuna karar verdim ki, eğer Mustafa Kemal Paşa ile Kongre üyeleri, Sivas Kongresinde İtilâf Devletlerine karşı kışkırtıcı davranışlarda bulunmazlar ve onlar için saldırgan bir dil kullanmazlarsa kongrenin toplanmasında hiçbir sakınca yoktur. Ben kendim General Franşe Despere’ye (Faranchet d’Esperey) yazar, Mustafa Kema1 Paşa için çıkarılan tutuklama buyruğunu geri aldırır ve kongrenin toplanmasına engel olunmaması için Dahiliye Nazırlığından size buyruk göndertirim. Fakat şu koşulla ki, siz de benden hiçbir şey saklamayacaksınız ve içten dostluğumuzu gözeterek birbirimize karşı hep açık bir dil kullanacağız. Yalnız kongrenin toplanacağı günü öğrenmek gerekir” dedi. Ben de kendisine bu konuda kesin bir şey bilmediğimi ve öğrendiğimde kendisine bildireceğimi ve aradaki dostluk dolayısıyla hiçbir şeyi saklamayacağımı söyledim. Binbaşının işgal konusunda dünkü kesin sözlerine karşın bugünkü yumuşaklığının nedenini, en ince ayrıntıları kavrayan yüksek görüşlerinize sunmayı ödev bilir ve bu konuda sözü uzatmayı gereksiz sayarım.

Açıkça anlaşıyor ki, bunların düşüncesi kongreyi Sivas’ta toplatmaya yanaşmış görünerek, kongrenin yüce üyeleriyle (heyet-i kiramıyla) sizi burada toplamak ve el altından hazırlıkta bulunarak bütün arkadaşları ele geçirmekten ve hem de işgali olupbittiye getirmekten başka bir şey değildir. Dün akşam Dahiliye Nazırlığından aldığım şifre tel de, başka biçimde yazılmış olmakla birlikte, aşağı yukarı gene bu nitelikteydi. İşte ben her gerçeği, saklı tutulmak ricasıyla sizlerin bilginize sunuyorum. Bundan sonra tutulacak yolun çizilmesi size düşer. Düzenli dolaplı bir tehlikenin bu denli yakın ve sanki elle tutulacak kadar görünmekte olduğunu bilip dururken, durumu size (zâtı âlilerine) bildirmemeyi ve sonuç olarak Sivas’ta kongre toplamaktan vazgeçilmesini önermemeyi vicdanıma sığdıramadım. İşte bunun için sizden (zâtı devletlerinden) ve orada bulunan öbür yüksek arkadaşlardan pek çok rica ederim ki, ikinci bir kongrenin toplanmasına kesin gereklik yoksa vazgeçilsin. Gereklik varsa, dört yandan ele geçirilmesi pek kolay olan Sivas’ın toplantı merkezi olmasından vazgeçilerek, düşmanın kolayca işgal olasılığı pek uzak olan Erzurum’da ya da uygun görülürse Erzincan’da toplanma yoluna gidilmesini yurdun esenliği adına çok rica ederim. Kolordu Komutanı Salâhattin Beyefendi de, bu konudaki görüşlerini ayrıca Kâzım Paşa Hazretleri aracılığıyla size yazacaklardır. Şimdi yanımda bulunan eski Sivas milletvekili Rasim Bey de eski Erzurum milletvekili Hoca Raif Efendi Hazretlerine bu konudaki bilgi ve düşüncesini kapsayan bir tel çekecektir. Elbette okuduktan sonra Hoca Raif Efendi Hazretlerinin Ilıca’dan dönüşünde kendilerine yollamak iyiliğinde bulunursunuz. İşte efendim, durum böyledir. Söz götürmez yurtseverliğinize karşı sizi daha çok rahatsız etmekten çekinir ve karşılık olarak göndereceğiniz buyruğunuzu beklerim, efendim. İşte Rasim Bey’in teli. Reşit

Bu tele orada verdiğim yanıtı olduğu gibi bilginize sunacağım. Ertesi gün, Heyeti Temsiliye adına da aynı anlamda uzun bir tel çekilerek yatıştırmaya ve inandırmaya çalışıldı. (belge: 43) Ayrıca, Kadı Hasbi Efendi’ye de aracılı bir tel çekildi. (belge: 44) Kolordu Komutanına da gerektiği gibi yazıldı. (belge: 45) Rasim Bey’e de, gönlünün rahatlaması için, kendim yazdım. (belge: 46)

20 Ağustos 1919 saat: 1 sonra, Sivas Valisi Reşit Paşa Hazretleri’ne

Verdiğiniz bilgiye ve yüksek görüşlerinize özellikle teşekkürlerimi sunarım. Bay Brüno ve arkadaşlarının gözdağı vermek için söylediklerini yüzde yüz kurusıkı sayarım. Sivas Kongresinin toplanması yeni bir şey olmayıp aylardan beri dünyaca bilinen bir iştir. Tuhaftır ki, İstanbul’da bulunan yetkili Fransız siyasa adamlarının da bana gönderdikleri haberler, Anadolu’da ulusça girişilen işlerin pek haklı ve yasal olduğu ve ulusumuzun istekleri kendilerine açıkça bildirilirse iyi karşılayacaklarını ve uygulanmasını üzerine alacaklarını gösterir yazılı güvenceyi şimdiden vermeye hazır oldukları yolundadır. Bay Brüno’nun ikinci görüşmede ağız değiştirmesi ve yumuşaması bizleri kazanmak için olsa gerektir. Binbaşı Brüno’nun dediği gibi, Fransızların beş on günde Sivas’a girmeleri o kadar kolay bir şey değildir. Şunu hatırlamanız gerekir ki, İngilizler bu konuda gözdağı vermekte daha ileri giderek Batum’daki askerlerinin Samsun’a çıkarılmasına karar verdiler ve dahası, özellikle beni korkutmak için, bir tabur da çıkardılar. Ama bu çıkarmaya karşı, ulusun güçlü bir dayanç ve inan ve ateşle karşı koyacağı gerçeği kendilerince anlaşıldıktan sonra hem kararlarından dönmek, hem de Samsun’a çıkarmış oldukları askerleriyle birlikte orada bulunan taburu alıp götürmek zorunda kalmışlardır. Sivas Kongresinde görüşülecek konularda, Erzurum Kongresi Bildirisinden kolayca anlaşılacağı üzere, İtilâf Devletlerine karşı kışkırtmalarda bulunmak gibi amaçlar güden hiçbir yön kesinlikle yoktur. Burada şunu da bilginize sunayım ki, ben ne Fransızların ne de herhangi bir yabancı devletin yardımlarına gönül indirecek kimselerden değilim. Benim için en büyük barınma yeri ve yardım kaynağı ulusumun kucağıdır. Kongrenin gerekliği, zamanı ve toplantı yeri üzerine etki yapacak bir davranış, benim kendi kararımın çok üstünde geçerliği bulunan ulus kararına bağlıdır. Yalnız, düşündüğünüz gibi Fransızların, kongre üyelerinin Sivas’ta toplanmasını ister görünerek, sonradan bu üyeleri ele geçirebilmesi bence çok uzak kuruntulardandır.

Bütün bu sözlerimi, olduğu gibi Bay Brüno’ya söylemenizde de hiçbir sakınca görmüyorum. Böylece, ulusumuzun, haklarını korumak ve bağımsızlığını savunmak için Erzurum Kongresi Bildirisiyle bütün dünyaya olduğu gibi kendilerinin İstanbul’daki siyasal temsilcilerine de bildirmiş olduğu temel kararları uygulamaktan çekinmeye hiçbir şekilde yer olmadığı Bay Brüno’ya ve arkadaşlarına anlatılmış olur. Bay Brüno bilmelidir ki, Fransızların Sivas’ı işgale karar vermeleri, kendilerine pek pahalıya mal olabilecek yeni kuvvetlerle ve çok paralarla yeni bir savaşa karar vermelerine bağlıdır. Böyle bir kararı Jandarma Binbaşısı Bay Brüno ile arkadaşları düşünseler bile, Fransız ulusunun böyle bir karara uyabileceği sanılamaz.

Milletvekili Rasim Bey’in Raif Efendi Hazretlerine olan telyazısını okudum. Korkmaya yer olmadığının kendilerine lütfen duyrulmasını rica ederim. Gerek bana ulaştırdığınız bilgi ve düşüncelerinizi, gerekse Rasim Bey’in telyazını Heyeti Temsiliye’ye olduğu gibi sunacağım. Bundan dolayı, Sivas Kongresi ile ilgili kesin karar, ancak Heyeti Temsiliye’nin görüşmeleri sonunda belli olacaktır. Alınacak karar elbette size bildirilecektir. Yalnız bugün için ricam, Brüno’nun gözdağı verdiğini halka duyurmamanız, böylece içgücünün kırılmasını önlemenizdir. Saygılarımın kabulünü, Salâhattin ve Refet beyefendilere de selamımın ulaştırılmasını rica ederim saygıdeğer Paşa Hazretleri.

Mustafa Kemal

Verilen yanıt üzerine Reşit Paşa’dan alınan ikinci tel:

Ben anlayabildiğim kadarını sizlerin bilginize sunmakla vicdan ödevimi yerine getirmiş oluyorum. İstanbul’daki Fransız siyasa adamlarının görüşlerini ve size verdikleri sözlere güvenilip güvenilemeyeceğini kestiremem. Söz götürmez yurtseverliğiniz açısından yurdun esenliği söz konusu olduğuna göre, iyice düşünerek gereken yolun tutulması sizlerle, yüce Kongre üyelerinden orada bulunan saygıdeğer kişilere düşer. Buyruklarınızı yerine getireceğimi bildirir, saygılarımı sunarım efendim. Reşit Baylar, Diyarbakır ve Bitlis dolaylarındaki halkı aydınlatmak düşüncesiyle, oralarda ordu komutanı olarak bulunduğum sıralarda kendileriyle tanıştığım birtakım ileri gelen kişilere özel mektuplar yazdım ve Van, Bayazıt çevrelerinde bulunan bazı aşiret başkanlarıyla da bağlantı ve ilişki kurdum (belge: 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53).

Erzurum’dan Ayrılma Gereği

Daha sonra baylar, Ağustos içinde her yerde birtakım delegelerin Sivas’a yollandıkları ve kimilerinin de Sivas’a varmaya başladıkları anlaşıldı. Sivas’a varan delegeler bizim ne zaman yola çıkacağımızı sormaya başladılar.

Artık Erzurum’dan ayrılmak gerekiyordu. Ama şimdiye değin verdiğim bilgiden anlaşılmıştır ki, Sivas Kongresi doğu ve batı illerinin ve Trakya’nın, yani bütün ülkenin birliğini sağlamak amacını güdüyordu. Bunun için, bu kongrede doğu illeri delegelerinin bulunması gerekirdi. Bu illerden Sivas Kongresi için delegeler seçtirmeye kalkışmak elverişli olmayan bir düşünceydi. Erzurum Kongresinde bulunan delegelerin de Sivas’a götürülmeye kalkışılamayacağı da anlaşılıyordu. Kaldı ki, geldikleri yerlerden Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku adına yetki almış olan bu delegelerin daha genel bir amaca ilişkin yetkileri de yoktu. Gene bu nedenle, Erzurum Kongresinin Sivas Kongresine doğu illeri adına bir delege topluluğu göndermeye yetkisi olmayacağı da ortada idi.

Yeniden delege seçtirmeye kalkışmak ne ölçüde işe yaramaz idiyse, birtakım kuramsal düşüncelerin çerçevesi içinde sıkışıp kalmak da o ölçüde işe yaramazdı. En kolay ve çıkar yol, Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesini Sivas’a götürüp kongreye katmaktı. Üyelerden Mutki aşireti başkanının, Mutki dağlarından dışarı çıkmaktan korktuğunu ben kendim bilirdim. Siirt Milletvekili Sadullah Bey ortada yok. Servet ve İzzet Beyler, kongre biter bitmez birer özür bildirerek Trabzon’a gitmiş bulunuyorlar. Erzurum’da Rauf Bey ve Raif Efendi var. Raif Efendi de özür bildiriyor. Yolumuzda, Erzincan’da Şeyh Fevzi Efendi’yi bulabileceğiz.

Servet ve İzzet Beyleri çağırdım; gelmediler. Raif Efendi’ye bizimle gelmesi için rica ettik, kabul etti. Sonunda, Heyeti Temsiliye üyesi olarak, Erzurum’dan üç kişi, Erzincan’dan bir kişi ve Sivas’ta bulduğumuz Bekir Sami Beyle beş kişi olduk ve Sivas Kongresini meydana getiren delegelerin belgelerini incelemek gereği duyulduğu zaman, ben, orada şöyle bir belge yazdım ve altını Heyeti Temsiliye mühürü ile mühürledim.

Heyeti Temsiliye ‘den:

Mustafa Kemal Paşa

Rauf Bey

Din bilginlerinden (ulema) Raif Efendi

Şeyh Fevzi Efendi

Bekir Sami Bey

Yukarıda adları yazılı kişiler, Doğu Anadolu adına Sivas Kongresinde bulunmak üzere Erzurum Kongresince görevlendirilmişlerdir. Mühür, Baylar, Erzurum’dan çıktığımız gün, 29 Ağustos 1919′ dur.

Sivas Yolunda

Amasya’dan Erzurum’a gelirken Sivas’ta küçük bir öyküye konu olan olayı unutmamışsınızdır. Tuhaftır ki, Erzurum’dan Sivas’a giderken de buna benzer küçük bir durumla karşılaştık. Erzincan’dan batıya doğru yola çıktığımız günün sabahı, Erzincan boğazına gelir gelmez, birtakım jandarma erlerinin ve subaylarının heyecanlı ve korkulu bir davranışla otomobillerimizi durdurduklarını gördük.

Durumu açıkladılar: “Dersim Kürtleri boğazı tutmuşlardır. Tehlike var. Geçilemez.”

Bir subay, kuvvet gönderilmesini merkeze yazmış, o kuvvet gelince gerekli düzenlemeyi yapacak, saldırıp haydutları püskürtecek ve yolu açacakmış…

Pekiyi ama bu haydutların kuvveti nedir; neresini, nasıl tutmuş; ne kadar kuvvet gelecek, ne zaman gelecek? Bu bilmeceler çözülünceye değin, geriye Erzincan’a dönmek ve kim bilir kaç gün beklemek gerek! Bizim ise işimiz pek ivediydi. Ben Erzurum ile Sivas arasındaki yolu belli süre içinde aşıp belli günde Sivas’ta bulunamazsam şurada burada, şundan ya da bundan ötürü korktuğum ve beklediğim, Sivas’ta ve her yerde duyulursa bozgun başlayabilir, işler altüst olabilirdi.

Öyleyse karar? Tehlikeyi göze alıp yola devam etmek. Başka türlü de yapamazdık. Yalnız küçük bir düzenleme yapmayı uygun buldum. Ellerinde hafif makineli tüfekler bulunan özverili arkadaşlarımızdan birkaçını (Şimdi bir alay komutanı olan Osman Bey ki Tufan Bey adıyla tanınmıştır, bunların başında idi) bir otomobil ile kendi otomobilimizin önüne geçirdik. Sağdan soldan gelecek, uzaktan açılmış ateşlere önem verilmeyerek otomobiller hızla karayolu üzerinde ileri yürümeye devam edecekler. Vurulan, ölen olursa onlarla ilgilenilmeyecek… Tam karayolu üzerinde ve yakınında, yolu kapayan haydutlarla karşılaşılırsa hepimiz otomobillerden atlayacağız ve bunlara saldırarak yolu açacağız ve kalanlar gene, kullanılabilecek durumda olan otomobillere binerek ve hızla ilerleyerek yola devam edecekler… İşte verilen buyruk da buydu…

Bu düzenleme ve davranışı akla uygun ve güvenilir görmeyenler bulunabilir. Gerçi o günlerde Elazığ Valisi Ali Galip Bey’in Dersim’de (Tunceli) dolaştığı ve bazı oyalayıcı işler yapmaya ve türlü düzenler kurmaya çalıştığı biliniyor idiyse de, açıklayayım ki ben, her şeyden önce, boğazın gerçekten tutulduğuna inanmadım. Bunu, İstanbul Hükümeti’nin yardakçısı olabileceğini sandığım bazı kimselerin, özellikle beni durdurmaya zorlamak için uydurdukları bir düzen saydım. İkincisi, Dersim Kürtleri boğazı tutmuşlarsa bunların yapabilecekleri işin, uzak tepelerden yola ateş etmekten başka bir şey olamayacağını çok iyi kestiriyordum.

Kısacası, yürüdük, boğazı geçtik ve 2 Eylül 1919 günü Sivas’a vardık. Halkın, kentin çok uzaklarından başlayan büyük ve parlak gösterileriyle karşılandık. Üçüncü Kolordu Komutanı olan Salâhattin Bey Sivas’ta bulunuyordu. Vali Paşa ile birlikte, kongreye gelen delegelerin yerleştirilmesinde ve Heyeti Temsiliye için lise binasının ve kongre toplantı salonunun düzenlenmesinde ve her türlü önlemin alınmasında konukseverliğe örnek olacak biçimde olağanüstü çalışmışlardı.

Refet Bey orada değildi. Nerede bulunduğunu da kimse bilmiyordu. Oysa 7 Temmuz 1919 günlü yönergemiz gereğince, kendi bölgesi olan Üçüncü Kolordu bölgesinden ayrılmaması gerekli idi. Üstelik tam Sivas’ta kongre toplanacağı günlerde orada bulunması uygun olacaktı. Yazışma sonunda kendisinin Ankara’da olduğu anlaşıldı. Ankara’da Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’ya “Hemen ve kesinlikle Sivas’a gönderilmesini” buyurdum. 7 Eylülde geldi. Kendisini Heyeti Temsiliye üyesi olarak kongre üyelerine tanıttım. Baylar, bizden önce gelmiş olan delegeler, bizi beklerken, aralarında toplantılar yapmışlar ve hazırlık niteliğinde birtakım tasarılar kaleme almışlar. Bizim varışımızdan sonra da bazı özel toplantılar ve görüşmeler olmuş ve bu kez bazı kararlar da verilmiş. İzin verirseniz, çok özel bir niteliği olduğu için, bu noktayı açıklayayım:

Sivas Kongresi Açılıyor

Sivas Kongresi 1919 Eylülünün 4’üncü Perşembe günü öğleden sonra saat ikide açıldı. Öğleden önce delegeler arasında bulunan ve öteden beri kendisini tanıdığım Husrev Sami Bey yanıma gelerek şöyle bir haber verdi: Rauf Bey ve başka bazı kişiler, Bekir Sami Bey’in evinde özel bir toplantı yapmışlar ve beni başkan yapmamaya karar vermişler. Arkadaşların, özellikle Rauf Bey’in, böyle bir davranışta bulunacaklarını hiç ummadım ve Husrev Sami Bey’in, açık söyleyeyim ki, biraz ağırca olarak, böyle yersiz sözleri bana ulaştırmaması için dikkatini çektim. Verdiği haberin doğru olmasının olanağı, olasılığı bulunmadığını, arkadaşlar arasında yanlış anlayışlara yol açacak sözler söylemenin uygun olmadığını da sözlerime ekledim.

Baylar, ben bu kongrede başkanlık işine önem vermiyordum. Başkanlığa, belki yaşlı bir kişinin getirilmesinin uygun olacağını düşünüyordum. Bu yüzden kimi arkadaşların da düşüncelerini sordum. Bu arada, kongre salonuna girmezden önce koridorda Rauf Bey’e rastladım. “Kimi başkan yapalım?” dedim. Rauf Bey, hemen hemen heyecanlı bir sesle, önceden söylemeye hazırlanmış olduğu o andaki durumundan anlaşılan bir davranışla ve keskin bir dille: “Sen başkan olmamalısın!” dedi. Hemen Husrev Sami Bey’in verdiği haberin doğruluğuna inandım ve elbette üzüldüm. Her ne kadar Erzurum Kongresi’nde de benim başkanlığımı sakıncalı görenler var idiyse de onların ne biçim insanlar olduklarını açıklamıştım. Bu kez, en yakın arkadaşlarımın da o anlayışı belirtmeleri beni düşündürdü. Rauf Bey’e: “Anladım, Bekir Sami Bey’in evinde aldığınız kararı bana bildiriyorsun.” dedim ve yanıtını beklemeksizin yanından uzaklaşarak kongre salonuna girdim.

Kongrenin açılmasından sonra ilk söz alan bir yüksek kişinin, kongre tutanağına olduğu gibi geçirilen şu sözlerini işittik: “Efendim, şimdi elbette başkanlık sorunu söz konusu olacak. Ben başkanlık görevinin birer gün ya da birer hafta sürmek üzere nöbetleşe yapılmasını ve üye adlarının ya da temsil edilen il ve sancak adlarının baş harflerine göre alfabe sırasıyla yapılmasını öneriyorum.”

Baylar, öyle şaşılacak bir rastlantıdır ki, bu öneriyi yapanın temsil ettiği ilin adı da, kendi adı da alfabenin ilk harfi (Elif) ile başlıyordu. Ben, çağrıyı yapan kişi olarak, bir söylevle (belge: 54) Kongreyi açtıktan sonra, geçici olarak başkanlık yerinde bulunuyordum.

“Bu neden gerekiyor efendim?” diye sordum.

Öneriyi yapan: “Böylece işin içine senlik benlik karışmamış olacağı gibi dışarıya karşı da, eşitliği gözettiğimiz için, iyi bir etki yapılmış olur.” dedi. Baylar, ben yurdun, öneriyi yapanla birlikte bütün ulusun, hepimizin nasıl bir felaket çıkmazında bulunduğumuzu göz önüne getirerek, kurtuluş çaresi olduğuna inandığım girişimleri bitmez tükenmez güçlükler ve engellere karşın maddesel ve ruhsal bütün varlığımla yürütmeye çalışırken, benim en yakın arkadaşlarım, daha dün İstanbul’dan gelmiş ve elbette işlerin içyüzünü bilmeyen, saygı duyduğum yaşlı bir kişinin diliyle bana senlikten benlikten söz ediyorlar. Bu öneriyi oya koydum. Çoğunlukla kabul edilmedi. Başkan seçimini gizli oya koydum. Üç üye dışında bütün üyeler oylarını bana verdiler.

Sivas Kongresinin Üzerinde Durduğu İşler

Sivas Kongresi ‘nin gündemi, Erzurum Kongresi’nin tüzük ve bildirisi ve bir de bizden önce Sivas’a gelmiş olan yirmi beş kadar üyenin düzenlediği bir andırıdan (muhtıra) oluşacaktı.

İlk açılış günü olan 4 Eylül günü ile Eylülün beşinci ve altıncı günleri, yani üç gün, İttihatçı olmadığımızı açıkça belirtmek için andiçmek gereğini konuşmakla ve ant örneğini düzenlemekle; Padişaha sunulacak yazıyı yazmakla ve Kongrenin açılışı dolayısıyla gelen tellere karşılık vermekle ve daha çok da, Kongre siyasayla uğraşacak mı, uğraşmayacak mı konusunun tartışılmasıyla geçti. İçinde bulunulan savaşım ve uğraşmalar, siyasadan başka bir şey değilken bu son tartışmalara şaşılmaz mı?

Sonunda Kongrenin dördüncü günü, asıl konuya geldik ve o gün, Erzurum Kongresi Tüzüğünü görüşerek hemen sonuca bağladık. Çünkü Erzurum Kongresi Tüzüğünde yapılması gereken değişiklikleri önceden hazırlamış ve gerekli gördüklerimizi bu konuda aydınlatmış bulunuyorduk. Bununla birlikte, yapılan değişiklikler, sonradan bazı direnmelere, anlaşmazlıklara ve birçok yazışma ve tartışmalara yol açtığı için, bu değiştirilen noktaların önemlilerini bildireceğim.

1- Derneğin adı “Şarki Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti” idi, “Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti” oldu.

2- “Heyeti Temsiliye Doğu Anadolu’nun bütününü temsil eder.” sözü yerine “Heyeti Temsiliye yurdun bütününü temsil eder.” dendi. Üyeler arasına da daha altı kişi katıldı.

3- “Her türlü işgali ve işimize karışmayı Rumluk ve Ermenilik örgütleri oluşturma amacıyla yapılmış sayacağımızdan elbirliğiyle savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir.” yerine “Her türlü işgal ve işimize karışmanın ve özellikle Rumluk ve Ermenilik örgütleri oluşturma amacını güden davranışların durdurulması için elbirliğiyle savunma ve uğraşma ilkesi kabul edilmiştir.” denildi.

Bu iki cümledeki ayrılık, anlam bakımından elbette pek büyüktür. Birincisinde İtilâf Devletlerine karşı düşmanca bir durum alınacağı ve direnileceği söylenmiyor. İkincisinde bu yön açıkça belirmiş oluyor.

4- Tüzüğün, dördüncü maddesini oluşturan sorun, oldukça tartışmalara yol açtı. Madde şu idi:

“Osmanlı Hükümeti’nin yabancı devletler baskısı karşısında buraları (yani doğu illerini) bırakmak ve buralarla ilgilenmemek zorunda kaldığı anlaşılırsa yönetim, siyasa, askerlik bakımlarından nasıl davranılacağının belirtilmesi ve saptanması” yani geçici yönetim kurma işi. Sivas Kongresi Tüzüğünde bu maddedeki “buraları yerine ülkemizin herhangi bir parçasını bırakmak ve orası ile ilgilenmemek….” biçiminde kapsayıcı ve genel sözler kondu.

Amerikan Güdümü İçin Propagandalar

Bundan sonra, 8 Eylül toplantısında, demin söylediğim andırı üzerinde konuşuldu. Bu andırıda (muhtıra) başlıca Amerikan güdümü söz konusu oluyordu.

O günlerde, İstanbul’dan gelen kimi kişiler, Amerikalı Bay Bravn (Browne) adında bir gazeteciyi de Sivas’a getirmişlerdi. Bu işle ilgili olarak kongrede geçen görüşmelerden söz açmadan önce konu üzerinde yüce kurulunuzun yeterince aydınlanmasını sağlamak üzere, ilkin bu konuya giriş olarak birtakım bilgileri sunayım. Bu bilgiler, Erzurum’dan beri başlayan bazı yazışmalardan daha iyi anlaşılacağı için, onları olduğu gibi sunacağım.

Güvenlikle ilgili ve çok ivedidir. Amasya’dan 25/26 Temmuz 1919 Erzurum’da Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığına

1- Mustafa Kemal Paşa’ya özeldir: Bugün 25 Temmuz 1919 akşamı Bekir Sami Beyefendi Amasya’ya geldiler. Kendileriyle uzunca bir süre konuştum. Mustafa Kemal Paşa’ya ve Rauf Beyefendi’ye saygılarını sunarlar. Kendisi, aşağıdaki düşüncelerini bildirmemi rica etmiştir.

2- Bağımsızlık, istenilmeye ve yeğlenmeye değer. Ancak, tam bağımsızlık istemeye kalkışırsak ülkemiz birçok parçalara ayrılacaktır. Bu kesindir ve hiç kuşku götürmez. Bu durum karşısında, iki üç il içinde kalacak bağımsızlıktan, ülkemizin bütünlüğünü sağlayacak bir devletin güdümü altına girmek elbette yeğdir. Bütün Osmanlı ülkesini kapsayacak meşrutiyetimiz (Meşrutiyet ile yönetilmemiz) ve dışarda temsilci bulundurma hakkımız yürürlükte kalmak üzere belki bir süre için Amerika’nın güdümünü istemeyi ulusumuz için en yararlı bir çözüm yolu sayıyorum. Bu konuda Amerika temsilcisi ile görüştüm. Birkaç kişinin değil, bütün ulusun sesini Amerika’ya duyurmak gerektiğini söyledi ve aşağıdaki koşullarla Wilson’a Senatoya ve Amerika Kongresine başvurulmasını ileri sürdü:

  1. Adaletli bir hükümetin kurulması.
  2. Eğitim ve öğretimin yayılması ve genelleştirilmesi.
  3. Din ve mezhep özgürlüğünün sağlanması.
  4. Gizli antlaşmaların kaldırılması.
  5. Bütün Osmanlı ülkesini kapsamak üzere Amerika Hükümetinin bizi güdümü altına almayı kabul etmesi.

3- Bundan başka kongremizin seçeceği bir kurulu, Amerika’ya bir zırhlı ile ulaştırmayı da temsilci üzerine almıştır.

4- Bekir Sami Bey daha bir iki gün buralarda kalacağından her türlü buyruğun ve yönergenin benim aracılığımla duyurulmasını ve özellikle Sivas Kongresinin toplanma zamanı ile kendilerinin o güne değin nerede beklemesi uygun olacağının bildirilmesini rica etmekte olduğu.

Beşinci Kafkas Tümeni Komutan Vekili Arif. İvedi ve kişiye özeldir. 196

Amasya’da Beşinci Tümen Komutanlığına

1- Şimdi Amasya’da bulunan eski Vali Bekir Sami Beyefendi’ye özeldir: Yüksek telyazınızdan pek yararlandık. Toplantılarına devam eden Doğu İlleri Kongresi, hemen hepsi geldikleri yerlerdeki halkça konuşmasını bilir, sözü geçer ve etkili olarak tanınmış kişilerden kurulmuş güçlü bir kurul niteliğindedir. Bu Kongrede, şimdiye dek olan görüşmelerde, devletin ve ulusun tam bağımsızlığının savunulmasında direnilmektedir. Demek ki, daha bizce de koşulları ve niteliği bilinmeyen bir Amerika güdümünden kongreye doğrudan doğruya söz açılması pek sakıncalı olacağından, sizlerin İstanbul’da ilişki kurduğunuz kişilerle olan konuşmalarınızın ışığı altında aşağıdaki noktaları açıklayarak bizleri tez elden aydınlatmanızı özellikle rica ederiz. Bundan önce de doğrudan doğruya İstanbul’dan bu konuda gelen bilgiler kuşku verici görüldüğünden aynı esaslar içinde oradan açıklama istenmişti. 21 Temmuz 1919 günü Sivas’ta Refet Bey aracılığıyla İstanbul’dan gelen bilgiler de gene öyle kuşku verici bulunduğu için buradan da, doğruca, koşullar sorulmuş ve açıklama istenmiştir.

  1. “Tam bir bağımsızlık istenmeye kalkışılırsa ülkemizin birçok parçalara ayrılacağı kesindir ve hiç kuşku götürmez.” buyuruluyor. Bu kanının kaynağı nedir?
  2. Ülke bütünlüğünden, ülkenin bölünmezliği mi yoksa egemenlik hakları mı anlaşılacaktır?
  3. Bütün Osmanlı ülkesini kapsayacak meşrutiyetimiz ve dışarda temsilci bulundurma hakkımızı yürürlükte kalmak üzere bir devletin güdümünü istemeyi en yararlı bir çözüm yolu olarak görüyorsunuz. Ancak, temsilcinin ileri sürdüğünü bildirdiğiniz şeylerle bu çözüm yolu çelişkili görünüyor. Çünkü meşrutiyetimiz yürürlükte kalınca hükümet, yasama organından güvenoyu almış ve onun denetimi altına girmiş bir kurul olur ki, artık bu kurulun meydana getirilmesinde Amerika’nın e1i ve etkisi olamaz. Öyle ise, ya meşrutiyet yürürlüktedir ve adaletli bir hükümet kurulmasını Amerika’dan istemeye yer yoktur; ya da, adaletli bir hükümetin kurulması Amerika’dan istenilince meşrutiyetin yürürlüğü sözde kalır.
  4. Eğitim ve öğretimin yayılıp genelleştirilmesinin anlamı nedir? İlk aklımıza gelen, ülkenin her yerinde Amerikan okullarının açılmasıdır. Çünkü daha şimdiden yalnız Sivas’ta yirmi beş kadar okul açmışlardır ki, yalnız birinde bin beş yüz kadar Ermeni öğrenci vardır. Buna göre, Türk ve Müslüman eğitim ve öğretiminin yayılıp genelleştirilmesi ile bu yapılan işler nasıl bağdaştırılabilecektir?
  5. “Din ve mezhep özgürlüğünün sağlanması” sözleri de önemlidir. Patrikhanelerin ayrıcalıkları varken bunun değişik yönü ve anlamı nedir?
  6. Temsilcinin beşinci madde olarak sözünü ettiği bütün Osmanlı ülkesinin sınırları nedir? Yani savaştan önceki sınırımız mıdır? Eğer bu deyim içine Suriye ve Irak da giriyorsa Anadolu halkının Arabistan adına güdüm istemeye hakkı ve yetkisi olabilir mi?
  7. Şimdiki hükümetin siyasası nedir? Tevfik Paşa neden Londra’ya gitti? Amerikalılar gibi İngilizlerin de ayrıca bir güdümcülük ardından koştukları görülüyor. Ayrımları nedir? Hükümet Amerika güdümüne ne gözle bakıyor? Yani buna yatkın mı, yoksa çekingen mi davranıyor? Amerikalılar neden Ermenistan’ın güdümcülüğünü bıraktılar? Amerikalılar güdümü almaya ne ölçüde eğilimli ve isteklidir?

2- Sivas Kongresinin toplanması Erzurum Kongresinin sona ermesine bağlıdır. Bunun üzerinde ayrıca çalışılmaktadır. Yüce kişiliğinizin (zâtı samilerin) o zamana değin ya Tokat’ta ya da Amasya’da bulunmanız uygundur. Saygılarımızı sunarız.

Mustafa Kemal

Güvenlikle ilgili ve ivedidir. Amasya’dan, 30.7.1919 -93 Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığına

1- Mustafa Kemal Paşa’ya özeldir: Bekir Sami Bey’den alınan yanıt aşağıda bilginize sunulur:

  1. Tam bağımsızlık istenirse ülkemizin birçok parçalara bölünmesi ve birkaç devletin güdümü altına girmesi Dörtler Kurulunca kararlaştırılmıştır. Bunu önlemek için tek devletin güdümünü istemenin en uygun olacağını söylemiştir.
  2. Yalnız egemenlik hakları söz konusudur, ülkemizin bütün olarak bizde kalması temel ilkedir.
  3. Amerika’dan, herhangi biçimde bir hükümet istemeyeceğiz. Amerika’ya, adaletli bir hükümet kuracağımız konusunda sağlam söz vereceğiz. Anayasamız hükümleri yürürlükte kalmak, padişah soyunun her türlü egemenlik haklarına dokunulmamak ve dışarda temsilcilerimiz eskisi gibi bulunmak koşullarıyla Amerika Hükümeti’nin mutluluğumuza ve gelişmemize yardım etmesini isteyeceğiz. İsteyeceğimiz güdüm bu biçimdedir.
  4. Eğitim ve öğretimin yayılıp genelleştirilmesinin anlamı Amerikan okullarının köylerimize dek girmesine izin vermek değil, ulusal ve Müslüman eğitim ve öğretimini yayıp genelleştirmeye özen göstereceğimiz konusunda kendilerine söz vermekle birlikte, yardımlarını istemektir. Güdümcülüğü Amerikan misyonerlerine değil, Amerika Hükümetine vermek istiyoruz.
  5. Din ve mezhep özgürlüğü, öteden beri İslam dininin ilkeleri gereğindendir. Amerika kamuoyu bu gerçeği bilmedikleri için kendilerine bu konuda güven vermek istiyoruz ve temsilcinin sözünü ettiği sınır, savaştan önceki sınırımızdır. Suriye ve öteki bölgeler üzerinde bizim güdüm istemeye yetkimiz olup olmaması, Kongrece çözümlenecek bir sorundur. Daha önce Suriye ve Irak’ta Amerikalılar kamuoyuna başvurdular. Suriye ve Filistin’de bağımsız bir Arap hükümeti kurmayı istemekle birlikte Amerika’nın güdümü altına girmeyi yeğlediklerini bildirdiler.
  6. Şimdiki hükümet yeni kurulduğundan, güdeceği siyasa bilinmiyor. Ancak, önceki hükümetlerin siyasaları güçsüzlük ve İtilâf kuvvetlerinin her bir buyruğuna boyun eğmekti. Tevfik Paşa Londra’ya gitmeyerek Ferit Paşa ile geri dönmüştür. Amerika, Ermenistan Hükümeti kurulmadan önce, orada dolaşan Amerikan kurullarının raporlarına bakarak, büyük bir Ermenistan kurulmasına olanak bulunmadığı düşüncesindedir. Güdüm konusunda ayrıntılı bir yazı posta ile gönderilmek üzeredir.

2- Şimdilik sizlerden gelecek bildirimleri bekleyerek Tokat’ta bulunacağım. Amasya ve Tokat’ta ve ilçelerde gereken bildirimleri yapmaktayım ve iyi sonuçlar vereceğini ummaktayım. Hepinize saygılarımı sunarım efendim.

Beşinci Tümen Komutanı Arif Şifre Erzurum 1 Ağustos 1919 Kişiye özeldir

Amasya’da Beşinci Tümen Komutanlığına

Bu telin hemen Bekir Sami Beyefendi’ye ulaştırılması ve yanıtının ivedilikle alınması rica olunur: Bekir Sami Beyefendi’yedir: 30.7.1919 günlü tele yanıttır. Amerikan güdümcülüğü üzerine son açıklamanızı öğrendik. Bu koşullara göre, aslında korkulacak bir şey olmamak gerek. Bununla birlikte, daha bir nokta üzerinde yüksek görüşlerinizi de öğrenmek istiyoruz. Bize elverişli bunca koşullar ileri sürebilecek olan Amerika Hükümeti, böyle bir güdümcülüğü kabul etmesine yani buna katlanmasına karşılık, Amerika adına ne gibi yararlar ve çıkarlar sağlamış olacaktır? Bununla kendi hesaplarına ne amaç güdüyorlar? Bu konuda edindiğiniz bilgilerle ve yüksek düşüncelerinizle de bizi aydınlatmanızı ivedilikle bekleriz efendim.

Mustafa Kemal

Amasya, 3.8.1919 Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığına

Bekir Sami Bey’den alınan karşılık aşağıda bilginize sunulur: Mustafa Kemal Paşa’ya özeldir: Amerikalılarla şimdiye değin yapılan görüşmeler, elbette hep özel olarak yapılmış olduğuna ve salt bir varsayımdan öteye geçemediğine göre, güdümle ilgili bağıtlaşmada bağıtçı (âkit) iki devletin uyacakları koşullar üzerinde durulmamıştır. Sivas Kongresi’nin, gerçekleşebilecekse, hazırlanarak ivedilikle açılması gereğini özet olarak bilginize sunarım.

Kurmay Yarbay Arif, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

Saygıdeğer Efendim. Ülkenin siyasal durumu en sıkışık bir evreye geldi. Kendimize bir yön çizmek için Türk ulusunun zarını atıp olumlu bir duruma girmek zamanı ise geçmek üzere bulunuyor.

Dış durum İstanbul’da şöyle görünüyor:

Fransa, İtalya, İngiltere, Türkiye’nin güdümü işini Amerika Senatosu’na resmi olarak önermekle birlikte, bütün güçlerini Senatonun bunu kabul etmemesi için harcıyorlar. Bölüşmeden pay kaçırmak elbette işlerine gelmiyor. Suriye’de umduğunu elde edemeyen Fransa, zararını Türkiye’den çıkarmak istiyor. İtalya, namuslu bir emperyalist olduğundan, savaşa ancak Anadolu’nun bölüşülmesinde pay almak için girdiğini açıktan açığa söylüyor. İngiltere’nin oyunu biraz daha incedir.

İngiltere, Türkün birliğini, çağcıllaşmasını, gerçek bir bağımsızlık kazanmasını, gelecek için bile olsa, istemiyor. Yeni araçlar ve görüşlerle tümüyle çağcıl ve güçlü bir Müslüman Türk hükümeti, başında Halife de olursa, İngiltere’nin Müslüman tutsakları için bir kötü örnek olur. Türkiye’yi bütün olarak İngiltere alabilse kafasını kolunu koparır, birkaç yılda kendisine gönülden bağlı bir sömürge durumuna getirir. Buna, en başta, özellikle ülkemizdeki din adamları çoktan isteklidir. Ama bunu Fransa ile döğüşmeden yapamayacağı için istemez. Fakat Türkiye’yi bütün olarak bırakmak zorunluluğu belirirse, yani bölüşmenin ancak askerlik yönünden büyük özverileri göze alarak elde edebileceğini anlarsa, Latinleri sokmamak için Amerika’nın güdümcülük görüşünü tutar ve destekler. Nitekim İngiliz siyasa adamları arasında aslında bu düşünceye eğilimli olanlar var. Morison (Morisson) gibi tanınmış kişiler Amerika’nın Türkiye’de genel güdüm almasını istiyorlar.

Bir başka çözüm yolu da Türkiye’yi, Trakya’dan, İzmir’den, Adana’ dan, belki de Trabzon’dan ve kesin olarak İstanbul’dan yoksun bıraktıktan sonra, eskiden yabancılara tanınan kapitülasyonları ve bir gün, nasıl olsa çökecek iç sınırları içinde bağımsız bırakmak. Biz, İstanbul’da kendimiz için bütün eski ve yeni Türkiye sınırlarını kapsamak üzere geçici bir Amerikan güdümünü, katlanabilir kötü durum olarak görüyoruz. Nedenlerimiz şunlardır:

1- Aramızda nasıl olsa Hıristiyan azınlıkları kalacaktır. Bunlar hem Osmanlı uyruğu haklarından yararlanacaklar, hem de dışardaki bir Avrupa devletine dayanarak karışıklık çıkaracaklar, boyuna işlerimize karışılmasına yol açacaklar, aslında göstermelik bağımsızlığımızı azınlıklar adına her yıl parça parça yitireceğiz. Düzenli bir hükümet ve çağcıl (asri) bir yönetim kurulması için Patrikhanenin siyasal ayrıcalıkları ve azınlıkların güçlü devletleraracılığıyla, boyuna gözdağı verdirmeleri ortadan kalkmalıdır. Küçük ve güçsüz bir Türkiye bunu yapamayacaktır.

2- Birbirini yok eden; çıkar, hırsızlık ya da serüven ve ün için yaşayanların tutkusunu yerine getiren hükümet anlayışı yerine, ulusun rahatlığını ve gelişimini sağlayacak ve halkı; köyleri, sağlığı ve düşünüşü ile çağcıl bir halk haline koyabilecek bir hükümet anlayışı ve uygulaması bize gereklidir, Bu işin istediği para, uzmanlık ve güç bizde yok Yabancı devletlerden ödünç para almak, siyasal tutsaklığı artırıyor. Kayırma, bilgisizlik ve çok konuşmaktan başka, olumlu bir sonuç veren yeni bir yaşayış düzeni yaratamıyoruz. Bugünkü hükümet adamlarına değer vermese bile, halkı ve halk hükümeti kurmayı ayrı sayan Filipin gibi yabanıl bir ülkeyi bugün kendi kendini yönetebilen çağcıl bir makine haline koyan Amerika, bu konuda çok işimize geliyor. On beş yirmi yıl sıkıntı çektikten sonra yeni bir Türkiye’yi; her kişisi öğrenimi ve anlayışı ile gerçek bağımsızlığı kafasında ve cebinde taşıyan bir Türkiye’yi, ancak Yeni Dünya’nın yeteneği yaratabilir.

3- Dış çekişmeleri ve kuvvetleri uzaklaştırabilecek bir yardımcı bize gerek. Bunu ancak Avrupa dışında ve Avrupa’dan güçlü bir elde bulabiliriz.

4- Bugünkü olupbittilerin kalkması ve ivedilikle davamızı dünyaya karşı savunabilmemiz için yeterince güçlü bir devletin yardımını istemek gerektir. Başka ülkeleri ele geçirmeye alışkın olan Avrupa’nın bin bir dalaveresine ve alçakça siyasasına karşı, böylece bir vekil adı altında, Amerika’yı kendimize kazanarak ortaya atabilirsek Doğu sorununu (Şark meselesini) da, Türk sorununu (Türk meselesini) da gelecek için kendimiz çözmüş olacağız. Bu nedenlerden ötürü ivedilikle istememiz gereken Amerika da, kuşkusuz sakıncasız değildir. Onurumuzdan epeyce vazgeçmek zorunda bulunuyoruz. Yalnız, kimilerinin düşündüğü gibi Amerika’nın resmi kimliğinde dinsel eğilim ve dinden yana olma yoktur. Hıristiyanlara para verecek misyoner kadını Amerikası, Amerika’nın yönetim makinesinde bir yer tutmaz. Amerika’nın yönetim makinesi dinsiz ve milliyetsizdir. O, çok düzenli, çeşitli soy ve mezhepte adamları çok bağdaşık olarak bir arada tutmanın yolunu biliyor.

Amerika, Doğu’da güdümcülük ve Avrupa’da başına dert almak istemiyor. Ama onların onur işi saydıkları şey, yöntemleri ve ülkeleriyle Avrupa’dan üstün bir ulus olmak isteğidir. Bir ulus, içtenlikle Amerikan ulusuna başvurursa, girdikleri ülkenin ve ulusun yararına nasıl bir yönetim kurabildiklerini Avrupa’ya göstermek isterler. Resmi Amerika’nın önemli adamları arasında bizden yana epeyce bir eğilim belirdi. İstanbul’a Ermeni dostu olarak gelen birçok önemli Amerikalılar, Türk dostu ve Türk propagandacısı olarak döndüler. Bu akımı yansıtan resmi ve özel Amerikan düşüncesi, gizli olarak şudur: Türkiye’yi hiçbir parçaya ayırmamak, eski sınırları içinde bütün olarak bırakmak koşuluyla genel ve bir tek güdüm kurmak istiyorlar. Suriye, Amerika komisyonu orada iken, genel bir kongre toplayarak Amerika’yı istemiştir. Amerika’da Suriye’nin bu isteği pek sıcak karşılanmıştır. Resmi Amerika, bizim topraklarımız üzerinde Ermenistan kurmaya eğilimli görünmüyor. Eğer güdüm alırlarsa bunu, bütün ulusları eşit koşullar altında bir yurt çocuğu sayarak alacaklarını en önemli çevrelerinden öğrendim.

Ancak, Avrupa kesin olarak bir Ermenistan sorunu ortaya çıkarmak, -özellikle İngiltere- Ermenilere ödünler vermek istiyor; Amerika kamuoyunda zulüm görmüş Ermeniler adına bir oyun oynamaya çalışıyor. Bizim düşünürleri Avrupa korkusu düşündürüyor. Reşat Hikmet Bey gibi, Câmi Bey gibi, ulusal bütünlüğümüzü bile oluşturan siyasa adamlarımız, Ermeni sorunu için bir çözüm yolu salık veriyorlar. Resmi olarak size yazılıyor.

Çok tehlikeli günler geçiriyoruz. Anadolu’da olup bitenleri dikkat ilgi ve sevgiyle izleyen bir Amerika var. Hükümet ve İngilizler bunun, Hıristiyanları öldürmek, İttihatçıları getirmek için bir hareket olduğunu elbirliğiyle Amerika’ya aşılamaya çalışıyorlar. Her an bu ulusal eylemi durdurmak için kuvvet gönderilmesi düşünülüyor; bunun için İngilizleri kandırmaya çalışıyorlar. Ulusal eylem ivedilikle ve olumlu isteklerle hemen kendini gösterirse (ve Hıristiyan düşmanlığı gibi bir tutumu da olmazsa) Amerika’da hemen destek bulacağını yine çok önemli çevreler kesinlikle söylüyorlar. Sivas Kongresi toplanıncaya değin Amerika Komisyonunu alıkoymaya çalışıyoruz. Üstelik kongreye Amerikalı bir gazeteci göndermeyi bile belki başarabileceğiz.

İşte bütün bunlar karşısında, davamıza destek olabilmesi için, bu elverişli dakikaları yitirmeden, bölünme ve çökme korkusu karşısında Amerika’ya başvurmak zorunda olduğumuzu sanıyorum. Vasıf Bey kardeşimizle bu konuda ortak olduğumuz noktaları kendisi de ayrıca yazacaktır. Türkiye’yi, dayanç ve iradesi olan geniş kafalı bir iki kişi belki kurtarabilir. Serüven ve savaş zamanı artık geçmiştir. Gelecek için gelişme ve birleşme savaşı açmak zorundayız. Sınırlarında bunca çocuğu ölen zavallı ülkemizin düşünce ve uygarlık savaşında kaç şehidi var? Biz Türkiye’nin hayırlı çocuklarından yarının kurucuları olmalarını istiyoruz. Rauf Bey kardeşimizle sizin, temelleri bile çöken zavallı yurdumuz için uzakları görerek birlikte düşünüp çalışmanızı bekliyoruz. Saygılarımı gönderir, başarınıza dua ederim. Ulusal davada canıyla ve başıyla çalışanlar arasında gösterişsiz bir Türk eri alçak gönüllülüğü ile sizinle birlikte olduğumu bildiririm.

10 Ağustos 1919 Halide Edip, Afyonkarahisar (Karahisarısahip), 13.8.1919.

On Beşinci Kolordu Komutanlığına

Mustafa Kemal Paşa’ya özeldir: İstanbul’daki çeşitli partilerin birleşerek, Amerika Komisyonuna verilmek üzere, aldıkları kararlar olduğu gibi aşağıda sunulmuştur:

1- Ermenistan için, Türkiye’nin doğu sınırı üzerinde Ermenilerin işine yarayacak bir toprak parçası vermeyi, doğu illerindeki Türklerin ve orada iş başında bulunan büyüklerin, gelecekteki rahatlıklarını ve özgür gelişmelerini düşünerek kabul edebilecekleri kanısında olduklarını; yalnız bu kanılarını, oradaki Kürtlerle işbirliği yapmış olmaları ve Kürtlerin de Ermenilere toprak vermek düşüncesini hiç benimsemeyeceklerini bildikleri için açığa vurmak istemediklerini; açığa vursalar bile oradaki Türk çoğunluğunun aşağıdaki koşullara uyulma konusunda kendilerine sağlam söz verilmedikçe bu düşüncede Kürtlerden ayrılmayacaklarını sandıklarını saptamışlardır. Şöyle ki: Birincisi, Türk ve Kürt çoğunluğu ile bunlar arasındaki başka azınlıkların oturdukları toprakların bütünlüğü; ikincisi, Türk bağımsızlığının tam olarak tanınması ve yürürlüğe konularak sağlama bağlanması; üçüncüsü (Aslında: rabian – dördüncüsü), Türkiye’nin çağdaş uygarlığa erişebilmesi için, özgürce gelişimini engelleyen etmenlerin kaldırılmasıyla Wilson ilkelerinde vadedildiği üzere bağımsızlığından ve haklarından en güvenilir bir biçimde yararlanmasına olanak verilmesi; dördüncüsü, bu konularda ve Türklerin ilerlemesinin çabuklaştırılmasında yardımcı olacağını, Amerika’nın Milletler Cemiyetine (Cemiyeti Akvama) karşı yüklenmesi.

2- Boşaltılacak topraklardan çıkarılacak olan Türk ve Kürtlerin yeni gönderilecekleri topraklarda hemen yerleştirilmesi ve hemen yeni topraklarından yararlanmalarını sağlamak için Amerika’nın yardım etmesi.

3- O bölgede ve özellikle Erzincan ve Sivas arasında yoğun olarak bulunan Ermenilerin de yeni Ermenistan sınırı içine gönderilmelerinin sağlanması.

4- Ermenistan hesabına yapılacağını kestirdiğimiz toprak bırakma işi, bağımsız bir Ermenistan adına değil, ancak büyük ve çağcıl bir devletin güdümü altında gelişecek çağdaş bir devlet adına olacaktır. Çünkü bugünkü Ermenistan’a toprak vermek, Türkiye’nin başına ikinci bir Makedonya derdi açmak olduğu gibi, Kafkasya için de bir etmen yaratmak demektir.

5- Bütün bunlar, tartışılabilir bir “öneri” niteliğindedir. Bunların kesinleşmesi için yurttaki kurullarla ilişki kurulabilirse oraya Amerika Komisyonundan bir kişinin gönderilmesi çok gereklidir.

6- Ve en son olarak, işin yasaya ve türeye uygun duruma getirilmesi için, Osmanlı Millet Meclisine bırakılması gerekir.

On İkinci Kolordu Komutanı Salâhattin, Şifre Kişiye özeldir. Erzurum, 21.8.1919 339

On İkinci Kolordu Komutanlığına Yirminci Kolordu Komutanlığına

(Yalnız 12’nci Kor.) 13. 8.19l9 günlü şifreye Y(yanıt) .: İstanbul’daki çeşitli partilerin Amerika Komisyonuna verilmek üzere aldıkları kararlar burada Heyeti Temsiliyece pek çok üzüntüye ve acınmaya değer görüldü. Çünkü birinci maddede Ermenistan’a doğu illerinden toprak verilmesi söz konusu olmaktadır. Oysa ezici çoğunluğu Türk ve Kürt olan bu illerden bir karış toprağın bile Ermeniler hesabına bugün için edimli olarak geçirilemeyeceği gibi, çeşitli soydan gelen halk arasındaki tiksinti ve öç alma duygusunun korkunçluğu ve sertliği, Osmanlı Ermenileri geri gelseler bile illerde yoğun olarak yerleştirilmelerinin tehlikeli olacağını göstermektedir. Bu duruma göre, suçlu olmayan Osmanlı Ermenilerine gösterilecek en büyük kolaylık, eşit ve adaletli koşullar içinde yurtlarına dönmelerini kabulden başka bir şey olamayacaktır. Üçüncü maddede Erzincan ve Sivas arasında yoğun bir Ermeni topluluğu bulunduğu kuruntusu bilgisizlikten ve anlayışsızlıktan başka bir şey değildir. Savaştan önce bile buralarda oturanların büyük çoğunluğu Türk, birazı Zaza denilen Kürtler ve pek azı da Ermeni idi. Bugün ise, varlığından söz edilecek sayıda Ermeni yoktur. Öyle ise bu gibi dernekler, yetkilerini bilmeli ve bir iş yapmak isterlerse, hiç olmazsa Harbiye ve Hariciye nazırlıklarının barış hazırlıkları için düzenledikleri resmi istatistik ve grafiklere olsun başvurma sıkıntısından kaçınmamalıdırlar. İşbu telin, olduğu gibi İstanbul’a gönderilmesini rica ederiz.

Mustafa Kemal

Güvenlikle ilgilidir. Ankara’dan, 14.8.1919 -2013, Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığına

1- Mustafa Kemal Paşa’ya: İstanbul’a gönderilmek üzere yazmış olduğunuz son yanıtlar, yerine ulaştırıldı ve buna karşılık olan basılı raporla: Ahmet Rıza Bey, Ahmet İzzet, Cevat, Çürüksulu Mahmut paşalar, Reşat Hikmet, Câmi, Reşit Sadi beyler, Esat paşalar gibi pek çok kişinin düşüncelerine uygun olan Kara Vâsıf’ın yani Cengiz’in, Halide Edip Hanım’ın görüşlerini kapsayan uzun mektuplar geldi. Bunlar sıra ile özetlenerek sunulacağı gibi asılları da Sivas’a gönderilecektir. Bunların hepsinde bir yardımın gereksinmesi ileri sürülmekte ve bu yardımın Amerika’ca yapılması kolay katlanılır bir kötü durum olarak kabul edildiğinin gerekçesi bildirilmektedir. Basılı rapor; Câmi, Rauf Ahmet, Reşat Hikmet, Reşit Sadi beylerle Halide Hanım, Kara Vâsıf, Esat Paşa ve bütün parti ve derneklerin düşünceleri yoklandıktan sonra, büyük bir çoğunluğa göre düzenlenmiştir. Vakit varmış. Kongrede bir an önce iş görmek, Amerikalılar gitmeden durumu bildirmek gerekmiş. Amerikalıları oyalayarak gitmeleri geciktirilmeye çalışılıyormuş. “Kongre ivedilikle kesin bir karar verebilir mi?” sorusuyla Amerikalılar, bu düşünceyi benimsediklerini belli ediyorlarmış. Kongrenin toplanmasını çabuklaştırmanız rica olunur.

Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat, Güvenlikle ilgilidir. Kişiye özeldir. Ankara’dan, 17 Ağustos 1919 Üçüncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı Kâzım Beyefendi’ye

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne: 16.7.1919 ve 880 sayılı şifrenin dokuzuncu maddesine ektir:

Kara Vâsıf’ın 10 sayılı madde ile ilgili olarak verdiği ek bilgi: 1- Yardım için Amerika’yı isteyecek olursak ve bunu Doğu İlleri Kongresi, Ulusal Kongre bir istek gibi telle Hükümetimize bildirirse Wilson için, Amerika Kongresine karşı güzel bir dayanak olacağından, İstanbul’daki aydınların çoğu bu düşünceden yanadırlar ve böyle bir şey hazırlıyorlar. “Eğer Anadolu’da yaparsa yararlı olur” diyorlar. Böyle olursa Amerika’nın güdümünden yararlanarak öbür alçakları çıkarabiliriz; sonra yalnızca Amerikalılarla karşılaşabiliriz ve onlarla uğraşmak da kolay olur. Bir de Amerikalılar bizi pek çok kınıyorlar. Yani hükümeti aşağılıyorlar, ulusumuzu da kınıyorlar. Delegelerin İstanbul’dan çıkışını, Paris’e gidişini, andırıları… Sonra diyorlar ki: “Avrupa’nın göze alamadığını siz kabul ediyorsunuz. Örneğin: Avrupa büyük Ermenistan yapmıyor. Sizin Sadrazam Toros’tan sınır veriyor. Ermenistan istiyor. Oysa şimdiye değin Amerika Komisyonlarından hiçbirisi bile buna olabilir demedi. Genel raporlara göre Anadolu’da, Türkiye’de bir Ermenistan olmak şöyle dursun, özerk ve yersel yönetimler (muhtar mahallî idareler) kurmak bile olanaksızdır. Nüfusları yok. Toprakları yok. Bu yönetim çok büyük bir askeri güce dayandırılmazsa olmaz. Ermenilerde bu kuvvet olamaz. Amerika ise bu iyiliği yapamaz. Öbür devletler de buna katlanamaz. Elverir ki, oralarını ele geçirsinler ve (…..barış) yapsınlar. Bu da olamaz. Çekişme engeldir.” İşte İstanbul’un haberleri. Oraca üzerinde düşünülsün. Zaman epeyce dardır. Amerikan Kongresi hemen hemen Wilson’u dinlemek üzeredir.

2- İstanbul’da önemli değinmeler yapılıyor. Onun için Mustafa Kemal Paşa genel bir buyruk verir mi? Yoksa lstanbul’un karar ve çalışmasına uyar mı? Çalışmalardaki amaç, ulusun birliği, yurdun bütünlüğü, bağımsızlığın ve egemenliğin sağlanması. Eğer Mustafa Kemal Paşa buraya genel bir buyruk vermezse ve kendisi de ivedilikle oradan Amerika ile İngilizlerle ve öbür devletlerle ilişki kurmazsa elbette burada da çalışmalar ilerleyecektir. Belki aykırı bir şey olur. Buna dikkati çekerim, Bu rolü, siyasayı daha iyi yürütür bir (tgtlkhn) (okunamamış sözcükler ?). Mustafa Kemal Paşa’nın çalışmalarına, gücüne dayanmak ise (btlstn) (okunamamış sözcükler ?) onun sözleri, demeçleriyle, tutum ve davranışlarıyla her bakımdan yalanlanmış.

3- Çolak Hüseyin Salâhattin ikiyüzlü gidiyor. Sadık Bey’in en gözde kullarından olan bu adamın önemli bir görev almaması düşünülüyor.

20’nci Kolordu Komutanı Ali Fuat, Kara Vâsıf Bey’e bildirmek üzere verilen yanıt şuydu: Şifre Kişiye özeldir. İvedidir.  152 Erzurum’dan, 19.8.1919

Yirminci Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa Hazretleri’ne

17.8.1919 günlü tele Y. : 1- Sözü edilen Amerikan güdüm ve yardımının pek çok dikkatle incelenmesi ve ulusal amacımızla karşılaştırılması pek önemlidir. İstanbul’da çalışanların amacı, ulusun birliği, yurdun bütünlüğü, bağımsızlık ve egemenliğin sağlanması diye anlatıldığına ve gösterildiğine göre, Amerika’nın güdümü kabul edilince bu amaç, dokunulmaz olarak kalabilir mi?

2- Ulusal isteğe bağlı ve uygun olmayan kararlar hiçbir zaman ulusça tanınmayacağından, ulusun ve yurdun alınyazısında ulusal vicdanı yansıtmaktan başka bir şey olmayan ödevimizi iyi yapabilmek için ulusal isteğin belirip birleşmesini beklemeden hiçbir işte yetkili görünmemiz doğru değildir. Bundan ötürü, bizim yabancılarla ilişki ve bağlantı kurmamızın, kongre kararlarına dayanarak ulus adına yapılmasını yeğlemekteyiz. Çok şükür yurdumuzdaki ulusal akımın pek çok gelişmesi, kökleşmesi ve güçlenmekte oluşu bizleri hep bu noktaya çekiyor ve çağırıyor.

3- Şurası da dikkate alınmalıdır ki ülkenin ve ulusun alınyazısı üzerinde Amerika, ya da herhangi bir devletle anlaşmaya yetkili olabilecek bir hükümet ancak ulusal egemenlik ilkesini kabul eden ve bir ulusal kurulun varlığını onaylayarak ona dayanma yolunu tutan bir hükümettir. Bunun için İstanbul Hükümetinde görev alacak kişilerin ille bu nitelikte olması gerekir. Bizce böyle olduğu gibi sizin oradaki çalışmanız da bu noktanın sağlanması amacını gütmelidir. 4- Yakında kongre kararlarını öğreneceksiniz. Gözlerinizden öperiz. Mustafa Kemal

Geçici Güdüm İşinin Kongrede Görüşülmesi

Bir küçük bilgi daha vereyim. Sivas’a gelmiş olan, gazeteci Bay Bravn ile kendim görüşmeyi uygun gördüm. Karşısındakini kolayca anlayan çok kavrayışlı bir genç. Şimdi baylar, Kongrede güdüm işi üzerine yapılan görüşme ve tartışmayı, elden geldiğince orada geçtiği gibi, yüce kurulunuza dinletmeye çalışacağım:

Birçok kişi söz aldılar. Kimseye söz vermeden önce, başkanlık yerinden, tutanaklara olduğu gibi geçen şu kısa düşünceleri öne sürdüm. “Bu andırıdaki konular üzerinde görüşmeye başlamadan önce bazı noktalara dikkatinizi çekmek isterim. Bu raporda, örneğin Bay Bravn’dan söz edilmekte ve elli bin kişilik bir işçi ordusu getirtileceğini söylediği yazılmaktadır.

Baylar, Bay Bravn: “Ben resmi bir kişi olarak görüşmüyorum, büsbütün özel olarak görüşüyorum.” diyor ve Amerika’nın güdümü kabul edeceğini değil, belki etmeyeceğini söylüyor. Onun için sözleri, Amerika adına değil, kendi adınadır; güdümün ne olduğunu kendisi de bilmiyor. “Güdüm, siz ne derseniz odur.” diyor. Bu andırıda önemli olarak güdüm sorunu vardır. Bunun üzerinde görüşme açmadan önce on dakika dinlenelim (saat: 3.25).”

Sonraki oturumda: “İlk söz Vâsıf Bey’indir.” dedim.

Vâsıf Bey ilkin, güdümün tanımı üzerinde uzun bir konuşma yaptı. Sözü başkalarına bıraktı. Bir daha söz aldı ve: “İlkin genel olarak güdümü kabul edelim de koşulları üzerinde sonradan görüşürüz.” dedi.

Üyelerden Macit Bey adında bir kişi: “Genel Kurulca asıl görüşülecek konu, şimdiden sonra yalnız yaşayabilecek miyiz, yaşayamayacak mıyız? Güdümü ne türlü anlayarak güdümcü ile nasıl görüşeceğiz? Güdümcü kim olacaktır? Asıl sorun budur.” yollu konuştu. Ben, başkanlık yerinden: “Sanırım, bu raporda iki görüş beliriyor: Bunların birincisi, devletin iç ve dış bağımsızlığından vazgeçememesi ve ikincisi de devlet ve ulusun zararlı dış baskılara karşı bir yardım ve desteğe gereksinmesi bulunup bulunmamasıdır. Asıl duraksamayı gerektiren nokta budur. İzin verilirse, bu nokta üzerinde düşünülmesi için raporu Öneri Komisyonuna (Teklif Encümenine) verelim. Sonra da yüce kurulunuza sunalım. Her halde iç ve dış bağımsızlığımızı yitirmek istemiyoruz.” dedim. Bunun üzerine söz alan Bekir Sami Bey: “Üzerimize aldığımız görev çok ağır ve önemlidir; boş tartışmalara ayıracak hiçbir dakikamız yoktur. Bu andırımız üzerinde görüşelim ve ivedilikle vakit geçirmeksizin bir karara varalım.” dedi. Ben, başkanlık yerinden: “Bu sorunu komisyon başkanı olmak dolayısıyla, açıklayayım (Öneri Komisyonu Başkanı da bendim): Bu andırı, komisyonda okundu ve pek çok görüşüldü, tartışıldı; fakat kesin karar verecek bir kanıya varılamadı. Daha önce, genel kurulda okunmaksızın Öneri Komisyonuna verilmişti. Bunun için bir kez de burada okunup genel kurulun görüşü belli olduktan sonra gene Öneri Komisyonuna verilerek kesin kararı vermek istemiştik.” dedim. İsmail Fâzıl Paşa (rahmetli) da söz alarak şunları söyledi: “Bekir Sami Bey’in düşüncesine katılırım; yitirecek zamanımız yoktur. Aslına bakılırsa iş de kolaylaşmıştır; tam bağımsızlık mı, yoksa yabancı bir devletin güdümünü mü isteyeceğiz? Alacağımız karar budur. Böyle önemli, en önemli olan bir işi, bir daha komisyona göndermek ve ondan sonra yeniden genel kurula getirmekle vakit geçirmeyelim. İş uzar. Zamanımız değerlidir. Buna bugün, yarın, ya da öbür gün her halde genel kurulda bir karar verelim. Komisyonda vakit geçirmeyelim. Çünkü pek özlü bir sorundur.”

Bundan sonra Hâmi Bey söz alarak İsmail Paşa Hazretleri ile Bekir Sami Beyefendi’nin düşüncelerine katıldığını söyledikten sonra: “Her halde bize bir yardım gereklidir; bunun en ilkel kanıtı da, devlet gelirlerinin ancak borcumuzun faizini karşılayabilmesidir.” buyurdular. Bundan sonra Raif Efendi, güdüme karşı konuştu. İsmail Fâzıl Paşa ona karşılık yollu uzun bir konuşma yaptı. Ondan sonra yeniden Bekir Sami Bey konuştu ve dedi ki: “İsmail Fâzıl Paşa Hazretleri’nin her bakımdan katıldığım konuşmasına bir şey ekleyeceğim: Kırım Savaşını, düşmanı yenerek bitirdikten sonra katıldığımız Paris Kongresinde, savaş ortaklarımızın (müttefiklerimizin) bize yükledikleri o bilinen koşullarla bu şimdi okunan andırıdaki isteklerimiz karşılaştırılacak olursa, hangisinin daha çok bağımsızlığı zedelediği anlaşılır sanırım.”

Bekir Sami Bey’den sonra Hâmi Bey ve Hâmi Bey’den sonra da Refet Bey (Refet Paşa) konuştular. Refet Bey’in söylediği şuydu: “Güdümün bağımsızlığı zedelemeyeceği kuşku götürmez iken, bazı arkadaşlarımız: Bağımsız mı kalacağız, yoksa güdümü mü kabul edeceğiz? Yollu birtakım düşünceler ileri sürüyorlar. Onun için her şeyden önce güdümün ne olduğu anlaşılmalıdır. Bununla birlikte, güdümden söz açmadan önce de, zihinleri gıcıklayan bu raporda, bu deyime ne gözle bakıldığını anlamak gerekir. Fâzıl Paşa Hazretleri ‘bağımsızlığı koruma koşulu ile güdüm’ buyuruyorlar. Hâmi Beyefendi’nin güdümle ilgili olarak verdiği andırı iki bölüme ayrılıyor: Bir gerekçe bölümü var, ondan sonra bir de güdümün tanımıyla ilgili bölüm var… Güdüm sorununu bunlardaki görüşlere göre ele almak için önce bir noktayı anlamak isterim; bu andırının içindekiler genel kurulca görüşülmüş müdür, görüşülmemiş midir?” İsmail Fâzıl Paşa: “Yanlış anlamaya yol açtığından biz üçümüz (yani Fâzıl Paşa, Bekir Sami ve Hâmi beyler) bu andırıyı geri alıyoruz. Verilmemiş saydık.” dedi (Bu andırının müsveddesi de temizi de kendilerinde kalmıştır).

Başkanlıktan: “Andırı geri alınmıştır.” dedim.

Andırının geri alındığına bakmayarak söz alan Refet Bey, tutanakta beş altı sayfa yer tutan özenli (beliğ) bir söylev verdi. Bu söylevin, tutanaktan olduğu gibi aldığım bazı tümceleri, söylevcinin amacını açıklamaya yetecektir, sanırım.

Refet Bey diyordu ki: “Bizim, Amerikan güdümünü yeğ tutmaktan amacımız, bütün toplumları tutsak kılan; yürekleri, vicdanları söndüren İngiliz güdümünden kurtulmak, yumuşak ve ulusların vicdanlarına saygı gösteren Amerika’yı kabul etmektir. Yoksa, asıl iş para sorunu değildir…………………… Söz olarak, güdüm ile bağımsızlık birbirine engel şeyler değildir; yalnız eğer biz gerçekte güçlü olmazsak işte o zaman güdüm altında eziliriz ve o zaman güdüm bizim için bağımsızlığı bozucu olur. Bir de, diyelim ki biz içerde ve dışarda tam bir bağımsızlık isteriz. Ama acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz, yapamayacak mıyız? Ondan önce, acaba bizi kendi başımıza bırakacaklar mı, bırakmayacaklar mı? Bunu düşünelim. Şurası kuşku götürmez ki, bugün İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan bizi paylaşmak istiyorlar; ama eğer biz, bugün bir devletin kefilliği altında bir barış yapacak olursak ileride, uygun koşullar altında bulunur bulunmaz hemen döner ve kendi çıkarımızı sağlarız. Ama eğer olumsuz bir durum ortaya çıkacak olursa acaba büsbütün zarar etmiş olmayacak mıyız? ………………Her halde bir Amerika kefilliğini kabul etmek zorundayız. Yirminci yüzyılda beş yüz milyon lira borcu, yıkık bir ülkesi, pek verimli olmayan bir toprağı ve ancak on, on beş milyon lira geliri olan bir ulus, bir dış yardım olmaksızın yaşayamaz. Eğer bundan sonra da bu durumumuzda kalır ve bir dış yardımla kalkınmayacak olursak, belki ileride Yunanistan’ın bile saldırılarına karşı kendimizi savunamayız…

Tanrı korusun, eğer İzmir Yunanlılarda kalsa ve aramızda bir savaş açılsa düşmanımız, Yunanistan’dan vapurla asker getirecek durumda iken acaba biz Erzurum’dan hangi trenlerle ulaştırmamızı yapabileceğiz? Bundan dolayı, Amerikan güdümü her şeyden önce bir kefil ve destek bulmak için gereklidir.” Söylevci sözlerini şöyle bitirdi: “Eğer bu söylediklerimle gelecek görüşmelere bir başlangıç yapabildimse buna sevinirim.”

Baylar, bu parlak ve ustaca söylevin, dinleyenlerin düşünce ve kanıları üzerinde yapabileceği yanıltıcı etkinin ölçüsünü kolaylıkla kavrayabilirsiniz… Bunun ardından gelebilecek olan aynı düşüncedeki söylevcilerin söylevleriyle kongre üyelerinin büsbütün zehirlenmesine meydan vermemek ve özel aydınlatma ve uyarmalara zaman bulabilmek için hemen: “On dakika dinlenelim efendim,” diyerek oturuma ara verdim (saat: 5.30’da). Baylar, bu söylevin son cümleleri dikkat çekicidir. Refet Beyefendi, Yunanlıları İzmir’de geçici sayıyor ve onlarla savaşmakta olduğumuzu kabul etmiyor. Yunanlılar İzmir’de kalırsa ve savaş durumuna girilirse başa çıkamayacağımız kanısında bulunuyor.

Bundan sonraki oturumda Bursa delegelerinden. Ahmet Nuri Bey, güdüme karşı uzun bir konuşma yaptı. Hâmi Bey buna daha uzun bir konuşma ile karşılık verdi ve gerçekten pek uzun olan söylevinin sonlarına doğru konuşmasını, şu bilgileri vererek pekiştiriyordu:

“Ama şimdi biraz da işin kesin bildiğim bir yönünden söz açacağım. İşin bu evresinde ilgili kişi ile kendim görüştüğümden sözlerim yaklaşık değil kesindir. İstanbul’ dan ayrılmadan önce eski sadrazam İzzet Paşa Hazretleri’ni görmeğe gitmiştim. Kendileri de kesinlikle bir güdümün bizim için gerekli olduğu kanısında idiler. Benden de bu konudaki düşüncemi sordular, ben de düşündüklerimi söyledim. Birkaç gün sonra beni çağırtıp şu sorunu açıkladılar: Suriye ve Adana bölgesinde dolaştıktan sonra İstanbul’a gelip siyasal partilerin görüşlerini öğrenmeye çalışan Amerika Soruşturma Kurulu Üyeleri, İzzet Paşa’yı konağında ziyaret ederek Anadolu’daki ulusal örgütün Türk ulusunu temsil ettiğine inandıklarını ve Paşa’yı da (yani İzzet Paşa’yı) bu işe önayak olan bir kişi olarak bildiklerini söylemişler ve: “Eğer siz Erzurum ve Sivas kongrelerine Amerika’nın güdümünü istetecek olursanız, Amerika da Osmanlı Devleti’nin güdümcülüğünü kabul edecektir.” demişler. Paşa bunu bana anlattıktan sonra, bu ulusun bir savaşa daha gücü kalmadığını ve her halde böyle bir çareye başvurmak zorunda bulunduğumuzu söyledi ve Sivas’a gittiğim zaman oradakilere bu durumu anlatmaklığımı öğütledi. İzzet Paşa da bu yolla istenecek bir güdümün yüzde doksan kabul edilebileceği ve yalnız bizim için birtakım koşullar ileri sürmenin zorunlu bulunduğu kanısındadır. Paşa, ulusun isteğine dayanmaksızın Amerika’nın güdümcülüğü kabul edemeyeceğini, Kongrece belirtilecek isteğin Avrupa devletlerine karşı Amerika için bir dayanak olacağını bile söyledi. Ben bu sorunu İstanbul’dan şifre ile Erzurum’da Rauf Bey’e bildirdim. Güdümün kendisinden çok adına takılanlar yok yere kaygıya düşüyorlar. Kelimenin önemi yoktur. Önem, işin özünde ve niteliğindedir. Güdüm altına girdik demeyelim de isterlerse, sonsuza değin yaşayacak devlet (devleti ebed-müddet) olduk diyelim.”

Bu son söze karşılık verenler arasında Hüsrev Sami Bey’in şöyle bağırdığı işitildi: “Ama bizim bu çalışmadan amacımız, kendimizi savunarak sonsuza değin yaşayacak ulus olduğumuzu tanıtlamaktır (ispat etmektir)!” Hâmi Bey buna karşılık, eski düşüncesinden vazgeçer gibi bir yanıt verirken Kara Vâsıf Bey söz aldı ve o günkü oturumun sonuna değin konuştu. Vâsıf Bey’in uzun sözlerinin özetini, tutanağa olduğu gibi geçen şu cümlelerle yüce görüşlerinize sunuyorum: “Bütün devletler bizi tam bağımsız bile bırakacaklarını söyleseler yine de desteksiz yapamayız (Vâsıf Bey sözlerinin başlangıcında, güdüme destek adını verelim, demişti). Dört yüzle beş yüz milyon lira arasında borcumuz var. Bu parayı kimse kimseye bağışlamaz. Bize `Bunu ödeyiniz.’ diyecekler; oysa bizim gelirimiz bunun faizine bile yetmez. O zaman güç bir durumda kalacağız; bunun için bağımsız yaşamaya akçalı (mali) durumumuz elverişli değildir. Sonra, yanıbaşımızda bizi paylaşmayı amaç edinmiş hükümetler var; onların bu açgözlülükleri karşısında yok oluruz. Parasız, ordusuz ne yapabiliriz? Onlar uçakla havada uçuyorlar, biz daha kağnı arabasından kurtulamıyoruz. Onlar zırhlı yapıyorlar, biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz. Bu durumumuzla bugün bağımsızlığımızı kurtarsak bile yine günün birinde bizi paylaşırlar.”

Vâsıf Bey konuşmasını şu sözlerle bitiriyordu:

“…İstanbul’daki Amerikalılar: Güdümden korkmayınız, Milletler Cemiyeti Tüzüğünde yer almıştır, diyorlar. İşte bütün bu nedenlerden ötürü İngiltere’yi kendimize temelli düşman, Amerika’yı da katlanılabilir bir kötü yönetici sayıyorum. Eğer uygun bulursanız buradan İstanbul’daki temsilciye bir mektup yazıp gizlice bir kurul göndermek için bir torpido isteyebiliriz.”

Eylülün dokuzuncu salı günü yapılan toplantıda güdüm konusuna dokunan Rauf Bey’in, tutanağa geçen sözleri şudur: “Bu güdüm sorunu üzerine şimdiye dek gerek basın ve gerekse başka çevrelerce birçok sözler söylendi. Yüce kurulunuz, dış destek düşüncesini kabul buyurdu ise de bu desteği kimden isteyeceğimiz belirtilmedi. Amerika olduğu kapalı olarak anlatılıyorsa da, bence doğrudan doğruya adının söylenmesinde bir sakınca olamaz.”

Erzurum Kongresi Hiçbir Türlü Güdüm Kabulüne Karar Vermiş Değildir

Bu sözlere bakılırsa Rauf Bey’in görüşüyle, gerek Sivas Kongresi ve gerek Erzurum Kongresi genel kurullarının görüşleri arasında bir yanlış anlama olduğu kuşku götürmez. Rauf Bey’in konuşmasında yorumlanan bu anlayışın, gerek Erzurum ve gerek Sivas kongreleri bildirilerinin yedinci maddesindeki yazılış özelliğinden doğduğu kanısına varılabilir. Gerçekten, bu maddenin yazılışında, belki güdüm isteme pek ileri giden ve sonu gelmez propagandalarıyla kamuoyunu bulandıranları susturmak ve belki bundan daha çok, onların savlarına bir karşılık olmak üzere bir çeşit özellik vardır. Maddede yazılanlar, mantık ışığında incelenince ve düşünülünce ne güdüm ve ne de Amerika’nın güdümcülüğünü isteme düşüncesini kapsamadığı anlaşılır. Bu noktayı açıkça göstermek için söz konusu maddeyi olduğu gibi hatırlatmak isterim:

“Madde 7- Ulusumuz, bu çağın ülkülerini yüce bilir; teknik, sanayi ve iktisat durumumuzu ve bize gerekli olanları iyice anlar. Bundan ötürü, devletimizin ve ulusumuzun içte ve dışta bağımsızlığı ve yurdumuzun bütünlüğü korunmak koşuluyla, altıncı maddede belirtilen sınır içinde, ulusçuluk ilkelerine saygılı ve yurdumuzu ele geçirme amacı gütmeyen herhangi devletin teknik, sanayi, iktisat yardımını sevinçle karşılarız ve bu adaletlice, insanca koşulları kapsayan bir barışın da ivedilikle gerçekleşmesi, insanlığın esenliği ve dünyanın rahatlığı adına ulusal isteklerimizin en önemlisidir.”

Baylar, bu maddenin hangi noktasında güdüm düşüncesi ve güdümcünün Amerika olacağı düşüncesi vardır? Olsa olsa: “Herhangi devletin teknik, sanayi, iktisat yardımını sevinçle karşılarız.” sözlerinden güdüm düşüncesine kapılanlar bulunabilir. Ama, güdümün anlamı ve özü elbette bu değildir. Her zaman ve bugün de bu açık anlama göre yapılacak yardımları sevinçle karşılamaktayız ve karşılarız. Nitekim Ankara-Ereğli ve Keller (Bugünkü adı: Fevzipaşa)-Diyarbakır demiryollarının yapılması için bir İsveç grubunun ve Kayseri-Sivas-Turhal yollarının yapılması için de bir Belçika grubunun teknik, sanayi, iktisat yardımlarını seve seve kabul ettik ve sözgelişi Ankara kentinin ve öbür Anadolu kentlerimizin bir an önce bayındırlaştırılmasına ve bütün öteki demiryollarımızla karayollarımızın ve limanlarımızın yapımına yardım etmek isteyecek yabancı sermaye sahiplerinin yardımlarını seve seve kabul ederiz. Yeter ki yurdumuza sermaye getireceklerin, devletimizin ve ulusumuzun iç ve dış bağımsızlığını ve yurdumuzun bütünlüğünü zedeleme ereğini güden gizli düşünceleri olmasın. Bu maddede yer alan “ulusçuluk ilkelerine saygılı ve yurdumuzu ele geçirme amacı gütmeyen herhangi devlet” sözünden Amerika Devleti anlamı çıkarılmasına yer yoktur. Çünkü bu ilkelere saygılı dünya devleti yalnız Amerika da değildir. Örneğin İsveç Devleti, Belçika Devleti de bu nitelikte devletler değil midir? Bu devletlerden herhangi birinin güdümcülüğü de söz konusu olabilir mi? Bir de, eğer Amerika Devletine kapalı olarak işaret edilmek istenseydi “herhangi devletin” yerine “bir devletin” ya da hiç olmazsa sadece “devletin” sözleriyle yetinmek gerekirdi. Demek ki, maddenin açıkladığı koşullar içinde teknik, sanayi, iktisat yardımın iyiye yorulduğu bütün devletleri kapsar görüldüğü açıktır.

Baylar, bu güdüm konusundaki görüşümü -ki bundan önce yapılan ve bu dakikada yüce kurulunuzun da bilgi edinmiş bulunduğu bunca yazışma ve tartışmalarımızla tanıtlanmıştır- aylardan beri gece gündüz yanımda bulunan bir arkadaşın daha anlamamış olduğu düşünülebilir mi? Öyle ise, ya Rauf Bey’in öteden beri benimle görüş birliği yoktu; ya da görüş birliği vardı da Sivas’ta İstanbul’dan gelenlerle konuştuktan sonra düşüncesini değiştirmişti. Burasını kestirmek bence güçtür. Şimdi biraz daha Rauf Bey’i dinleyelim. Rauf Bey, sözlerine şöylece devam ediyor:

“Ateşkes Anlaşmasının yapıldığı sıralarda Almanlar barış antlaşmasını imza etmeyecek sanılırken İngiliz basını bazı gizli şeyleri açığa vurdular. Bunlardan birincisi, Almanya’nın barış antlaşmasını imza edeceği konusuydu. Bu gerçekleşti. İkincisi de Türkiye’nin paylaşılması konusuydu. Bu çok şükür, gerçekleşmedi. Buna göre: Konferansın kararı gereğince Kızılırmak’ın doğu yanı Ermenistan sayılarak Amerika koruyuculuğuna veriliyor. Belki Gürcistan’la Azerbaycan da Amerika’ya bırakılır, deniliyordu. Kızılırmak’ın batısındaki toprakların İzmir ve İstanbul dışındaki kısımları da, denize çıkış kapısı Antalya limanı olmak üzere, Türkiye oluyordu. Bu bölgenin kuzeyi, İtalyan ve Fransız; güneyi de İngiliz koruyuculuğuna ve yönetimine veriliyordu. İzmir’in işgali, İngiliz basınının açığa vurduğu şeylerin doğruluğunu ortaya koymaya başladı. Demek ki, bu tehlike karşısında ülkemiz için en tarafsız durumda bulunan Amerika’nın yardımını kabul etmek zorundayız. Ben bu kanıdayım.”

Rauf Bey’in düşüncesini anlamak için bundan sonra daha uzun süren sözlerini dinlemeye bilmem gereklik kaldı mı? Baylar, pek uzun ve tartışmalı geçen bu güdüm görüşmeleri, güdüm isteyenleri susturacak ortalama bir çözüm yolu bulunarak bitirildi. Hem de bunu öneren yine Rauf Bey oldu: “Amerika’da yıllardan beri bize karşı yapılmakta olan kötüleyici propagandaların doğurduğu düşünce akımını düzeltmek için her şeyden önce Amerika Kongresinden ülkemizi inceleyecek ve gerçeği görecek bir kurulu çağırmak.” Bu öneri oybirliğiyle kabul olundu. Kongre Başkanlık Kurulunun imzalarıyla bu yolda bir mektup müsveddesi hazırlandığını hatırlıyorsam da bu mektubun gönderilip gönderilmediğini pekiyi hatırlamıyorum. Doğrusu da, bu mektuba özel bir önem vermiş değildim.

Baylar, bu arada şunu da söyleyeyim; Belge olarak başvurduğum Kongre tutanakları, Başkanlık Kurulu yazmanlığında bulunan Afyonkarahisar delegesi Şükrü ve güdümü savunan söylevlerini dinlediğimiz Hâmi Bey’ler eliyle tutulmuş ve Hâmi Bey’in yazısıyla düzgün bir deftere temize çekilmiştir.

Sivas Kongresini Sonuçsuz Bırakma Çabaları

Baylar, Kongre 11 Eylülde sona erdi. 12 Eylülde Sivas halkının da katıldığı bir açık oturum yapılarak bazı söylevler verildi. Kongre görüşmeleri sırasında, önemli olarak Meclisi Mebusan’ın tez elden seçilmesi ve toplantı yerinin neresi olmak gerekeceği konularına değinildi. Fakat şimdi açıklayacağım sorunlar, Kongre görüşmelerini kısa kesmeyi gerektiriyordu. Bu son noktalarla daha sonra Heyeti Temsiliye uğraştı. 9 Eylül 1919 günü toplanmış olan bazı bilgiler Kongreye şöylece açıklandı: “Eskişehir ve Afyonkarahisar’daki İngiliz kuvvetleri iki katına çıkarıldı. General Miln (Milne) Konya’ya geldi. Konya Valisi Cemal Bey ve Ankara Valisi Muhittin Paşa karşı koymakta duraksıyorlar. Yeni Kastamonu Valisi Ali Rıza Bey de Cemal Bey türünden bir adammış. Değerli arkadaşlarımın böyle durumlar karşısında sert davranmak isteyeceklerini bildiğimden, çabuk ve sert önlemler alınmasını Fuat Paşa’dan rica etmiştim. Fuat Paşa da Kongrenin kendisine olan güvenine dayanarak Kongre adına gereken bildirim ve girişimlerde bulunmuştur. Bu türlü yürütümün yüce kurulunuzca kabul edilmesini rica ediyor. Fuat Paşa, valilere sert uyarmalar yapıyor. Bölgelere üst subaylardan ulusal komutanlar atıyor ve bu komutanlara ulus adına her türlü yetki verilmiştir, diyor.” Kongre öneriyi kabul etti. Bundan sonra şu yolda açıklamalara devam ettim:

“Buraya Galip Bey adında bir vali atanmış, geliyormuş; ama bunun Harput Valisi Ali Galip Bey mi, yoksa Trabzon Valisi Mehmet Galip Bey mi olduğu anlaşılamadı. Fakat biz başka bir bilgi elde ettik. Bay Novil (Noel) adında bir İngiliz Binbaşı, Bedirhanlılardan Kâmuran, Celâdet ve Cemil beylerle birlikte yanında on beş kadar Kürt atlısı ile Malatya’ya gelmiş ve kendilerini Mutasarrıf Bedirhanlı Halil Bey karşılamıştır. Harput Valisi de bir posta hırsızını izliyor görünerek otomobille Malatya’ya gelmiştir. Bu amaçla bunlara Adıyaman’daki (Eski adı: Hısnımansur) birlik de verilmiştir. Amaçlarının, Kürdistan kurmaya söz vererek Kürtleri, işlerimizi bozmaya ve bizi öldürtmeye yöneltmek olduğu anlaşılmış ve karşı önlemlere de başvurulmuştur. Örneğin, valiyi ve ötekilerini yakalatmak istiyoruz. Malatya Mutasarrıfı da Kürt aşiretlerini Malatya’ya çağırmıştır. Bunun üzerine On Üçüncü Kolordu bölgesinde işe giriştik. Gereken önlemler alınmıştır. Yarın akşam Harput’tan gönderilen bir birlik ortalığı karıştıranları tepeleyecektir. Buradaki kolordu komutanı da gereken önlemleri almıştır. Malatya’ya ve öbür yerlere de gereken buyruklar verilmiştir.”

Baylar, hemen hemen Sivas Kongresi’nin toplantı süresince sinirlere gerginlik verecek nitelikte haberler almaktan geri kalmıyordum. Ancak, aldığım bütün bilgileri olduğu gibi Kongre üyelerine sunmakta yarardan çok sakınca buluyordum. Gördünüz ki, şimdi açıklayacağım üzere, gerçekten tehlikeli sayılabilecek nitelikte olan Ali Galip sorunundan da söz ederken sakıngan bir dil kullanmayı yeğ tutmuştum. Bence en önemli sorun, her türlü güçlüklere ve tehlikelere göğüs gererek Sivas Kongresi görüşmelerini bir an önce sonuçlu kararlarla bitirmek ve bu kararları yurtta uygulamaya girişmekti. Bu dileğim gerçekleşti. Bütün ülkeyi kapsayan ulusal örgüt tüzüğünün ve Genel Kongre Bildirisinin hemen basılıp dağıtılması için gereken işler yapıldı. Yalnız, beklenenin üstünde yeni olaylar karşısında kalındığından, Kongre sona erdiği halde Kongre üyelerinin, durum gelişinceye değin, Sivas’ta kalmalarını uygun gördüm ve gerekirse daha güçlü bir olağanüstü kongre toplamak için de hazırlıklar yaptım. Ali Galip’in kaçması üzerine Kongre üyelerinin Sivas’ta alıkonulmasından vazgeçildiği gibi, Ferit Paşa Hükümetinin düşmesi üzerine olağanüstü kongre toplamaya da gereklik görülmedi (belge: 55).

Ali Galip Olayı

Şimdi baylar, savaş tarihimizde önemli bir olay olan Ali Galip sorunu üzerinde izin verirseniz biraz geniş bilgi vereyim:

“Baylar, daha Temmuz başında, Erzurum’da bulunduğum sırada Celâdet ve Kâmuran Âli adında iki kişinin yabancılarca, pek çok para ile İstanbul’dan Kürdistan’a gönderileceği, bunların türlü yalanlar söyleyerek kafaları karıştırmak ve bize karşı halkı kışkırtmakla görevlendirildikleri ve bir iki gün içinde yola çıktıkları ya da çıkacakları haber alındı. Bu haber üzerine, bunların sessizce gözetlenmeleri ve tutulmaları gereğini 3 Temmuzda Diyarbakır’da On Üçüncü Kolordu Komutanına ve ayrıca Kurmay Başkanı olan Halit Bey’e ve Canik Mutasarrıfına bildirdim.

20 Ağustosta, On Üçüncü Kolordu Komutanına verdiğim buyrukta, söz konusu kişilerin İstanbul’dan yola çıktıklarının bildirildiğini ve alınacak önlemler arasında özellikle Mardin istasyonunda sıkı bir denetleme yapılmasının uygun olacağını yazdım. Sivas Kongresinin ikinci günü, yani 6 Eylülde, “Bedirhanlı ailesinden Celâdet ve Kâmuran ile Diyarbakırlı Cemil Paşa oğlu Ekrem adlarında üç kişinin, yanlarında eskiden Diyarbakır ilinde bize karşı propaganda yapan bir yabancı subayla birlikte, silahlı Kürtler koruyuculuğunda Elbistan ve Akçadağ (Eski adı: Arga) üzerinden Malatya’ya geldikleri ve kendilerini mutasarrıf ile belediye başkanının karşıladıkları On Üçüncü Kolordunun yazısından anlaşılıyor.”

On Beşinci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’nın Üçüncü Kolordu Komutanlığına, bununla ilgili olarak gönderdiği 6 Eylül 1919 gün ve 529 sayılı şifre telinde verilen bilgide: “Yabancı subayın, Türk, Kürt ve Ermeni nüfusunu incelemek üzere İstanbul Hükümetinin izniyle dolaştığını söyledikleri; Malatya’da bulunan süvari alayının, er sayısı az olduğundan, bunları yakalamaktan çekindiği; bununla birlikte, bunların hemen yakalanması için İstanbul’a başvurulduğu On Üçüncü Kolordudan bildirilmiştir. Bu adamların ne amaçla ve ne görev için nereleri gezecekleri konusundaki bilgisini, Harput Valisinden sordum.” denilmekteydi. (belge: 56) Harput Valisi Ali Galip Bey’dir. Bu adamların ne amaçla geldiklerini 3 Temmuzdan beri biliyoruz. Beş on silahlı Kürt’e karşı bir süvari alayının er sayısı az görülmüş, yakalanmasına cesaret edilmemiş. Asıl dikkate değer şey, bunların yakalanması için İstanbul’a başvurulmuş olduğu haberidir! Bu küçük ve önemsiz gibi görünen noktaları; o zamanki durumu görüşte, dikkati çeken düşünce ve anlayış ayrılıkları gösterdiği için anıyor ve belirtiyorum.

Diyarbakır’da, On Üçüncü Kolordu Komutanının tutumu kuşku verici görüldüğünden, doğrudan doğruya bu kolordunun Kurmay Başkanına, Üçüncü Kolordu Komutanının imzasıyla 7 Eylül 1919 günü yazılan kişiye özel şifrede, Vali Galip, Malatya Mutasarrıfı Halil, Kâmuran, Celâdet ve Ekrem Beylerle birlikte İngiliz binbaşısının ne yapıp yapıp yakalanmaları ve Sivas’a yollanmaları amacıyla, Elazığ’da bulunan On Beşinci Alay Komutanı İIyas Bey’in kendi komutası altında altmış kadar atlı ve katırlı erle en geç 9 Eylülde Harput’tan Malatya’ya doğru yola çıkması için -işin ivediliği dolayısıyla- doğrudan doğruya buyruk gönderildiği bildirildi ve birliğin çabucak yola çıkmasının sağlanması rica edildi. 8 Eylülde Sivas’tan da bir otomobil ile bazı subaylar gönderileceği bildirildi. (belge: 57)

Diyarbakır’dan Kurmay Başkanının bana gönderdiği 7/8 Eylül 1919 günlü şifrede şöyle deniliyordu: “Yakalama ile ilgili isteği öğrendim. Bu konuda komutan beyin buyruk vereceğini hiç sanmıyorum. Çünkü askeri niteliklerini çok iyi biliyorum. Benim göndereceğim buyruğu ise, tümüyle yerine getirmekten çekinirler. Bu konuda İstanbul’la yazışma yapmaktayız. Bu durum karşısında gerekenin yapılması yüksek kararınıza bağlıdır. Şifre kaleminin 357 sayısıyla sunulmuştur.”

On Üçüncü Kolordu Kurmay Başkanı Halit

Elazığ’daki Alay Komutanı İlyas Bey’den On Üçüncü Kolordu Komutanının buyruğuna karşılık olarak gelen 8 Eylül günlü telde de: “Kolordudan aldığım buyruk üzerine yola çıkmam geri bırakıldı. Kolordunun izni olmadan buradan ayrılmam uygun olmayacağından yola çıkma buyruğunun kolordudan verilmesini sağlayınız.” denilmekteydi. (belge: 58)

Halit Bey’e hemen verdiğim karşılık şuydu: 7/8 Eylül 1919 Bilinen kişilerin kötülükleri belli olmuştur. İstanbul Hükümeti… Bu kötülükte ortaktır. Oradan buyruk beklemek, düşmana fırsat vermektir. Bu konudaki bildirimleri, hiç kimseyi duraksatmayacak biçimde yapmak, hemen buyruk vermek, vakit geçirmemek gerekir. Komutanı duraksayacak gibi görüyorsanız, siz, bizim Elazığ ve Malatya’daki alay komutanlarına gönderdiğimiz buyrukların yerine getirilmesini ilgililere bildiriniz. Gerçekten gerekiyorsa, komutayı uygun gördüğünüz tümen komutanlarından birisi ele alsın. Yavaşlık zamanı geçmiştir. İşin yapıldığını bildiren karşılık telinizi bekliyoruz kardeşim.

Mustafa Kemal

Alay Komutanı İlyas Bey’e de, o gün kendim şu buyruğu verdim: “Bilinen kişilerin hayınlığı belli olmuştur. İstanbul’daki Hükümet de bunların hayınlığına ortaktır. Kolordunuz komutanı belki bu konuda ne yapılacağını yazı ile sorar ve karşılık alamaması akla gelebilir. Bunun için sorunun çözümlenmesini ve sonuçlandırılmasını sizden beklerim. Vereceğiniz karşılığı gözlüyorum efendim. Malatya’daki işleri bitirdikten sonra gerekirse, Sivas’ta bize katılırsınız. Mustafa Kemal.” Kapalı tel dışındaki imza da Üçüncü Kolordu Kurmay Başkanı Zeki Bey’indi.

Malatya’da bulunan On İkinci Süvari Alayı komutanını da 7/8 Eylül gecesi, kendim telgraf başına çağırtmıştım ve görüşmekteydim. Alay Komutanı Cemal Bey’den durumunu ve kuvvetini sorup öğrendim. Gelenlerin yanlarında bulunan silahlı Kürtlerin “on beş, yirmi kişi kadar” olduğunu ve alayın da merkezde “ancak o kadar kuvveti” bulunduğunu söyledi. Ben, kuvveti yeter gördüm. Süvari ve topçu alayının yalnız subayları bile yetebilirdi. Yalnız özel ve ruhsal durumu anlamak istiyordum.

Bunun üzerine telgraf konuşması şöyle oldu:

Ben, “Vali Galip Bey ve İngiliz Binbaşısı ile Kâmuran, Celâdet ve Ekrem Beylerin hepsinin iyi hazırlanacak bir düzenle bu gece yakalanarak Sivas’a gönderilmeleri çok gereklidir. Durumunuz bunu yapmaya elverişli midir? Size buradan ve Harput’tan yardım yetiştirilecektir”.

Cemal Bey, “Valiyi de birlikte mi?” Ben, “Özellikle, evet”.

Cemal Bey, “Bildirdiğim gibi, durum ve kuvvetim buna elverişli değildir. Kâmuran, Celâdet ve Ekrem Beylerin yakalanmaları konusunda On Üçüncü Kolordu Komutanıyla yazışmalar yapıldı. Sonunda, durumun inceliği dolayısıyla, şimdilik yakalanmalarının uygun olmayacağını bildirir buyruk da gelmiştir.” dedi. Artık bu kişinin daha çok üstüne varılamazdı. “Kendilerine sezdirmeksizin sıkıca gözaltında bulundurunuz. Kolordunuzdan buyruk gelecektir. Giderlerse, ne yana ve ne gibi araçla yola çıkacaklarını hemen bildiriniz.” yönergesini vermekle yetindim, (belge: 59)

8 Eylül günü Cemal Bey’den şifre tel ile “bilinen kişilerin şimdi gene orada olup olmadıklarını ve gözetlemeye ne ölçüde güvenilebileceğini” sordum ve kendisine “günde iki kez rapor vermesini” buyurdum… Halit Bey’e yazdığım tele ertesi gün (8 Eylül 1919) aldığım karşılıkta, Elazığ Alay Komutanı İlyas Bey’e buyruk verildiği ve bu buyruğun örneği bildiriliyordu. (belge: 60)

Kolordu Komutanı Cevdet Bey de, İlyas Bey’in katıra bindirilmiş 52 er ve iki ağır makineli tüfekle, 9 Eylül sabahı yola çıktığını ve 10 Eylül akşamı Malatya’da bulunacağını bildirdi. 9 Eylül günlü olan bu şifresinde “muhalefetle dolu olan bir çevrede daha çok iş yapmamakta kendisini özürlü saymamı” da bildiriyordu. (belge: 61), 9 Eylülde, İlyas Bey’in birliğinden başka, Aziziye’den iki süvari bölüğü, Siverek’ten Malatya’daki alaya bağlı bir bölük de Malatya’ya gönderildi. (belge: 62)

Vali Ali Galip’in ve Bedirhanlılarla Cemil Paşa oğlu ‘nun yaptığı propagandanın etkisini ortadan kaldırmak için Elazığ ve Dersim dolayları ile ilgisi olduğunu bildiğim ve o sırada Kemah’ta bulunan Hâlet Bey’e (eski milletvekili) 9 Eylülde, Elazığ’a gitmesini ve Haydar Bey’le bağlantı kurmasını yazdım (belge: 65). Ayın sonuna doğru oraya vardı. Van Valisi bulunan Haydar Bey de Elazığ Valiliği görevini almak üzere Erzurum’dan gönderilmişti. Haydar Bey, On Beşinci Kolorduyu bağlı olup Mamahatun’da bulunan bir süvari alayı ile de bağlantı kurarak, gerektiğinde bu alayı Malatya’ya doğru yola çıkaracaktı.

Otomobil ile bazı subayların Malatya’ya gönderileceğini de yazmıştım.

Gerçekten, arkadaşlarımızdan Recep Zühtü Bey, görünürde “Üçüncü Kolordu Yaveri” sanıyla ve benden aldığı özel yönerge ile yanına başka bazı kimseler olduğu halde, otomobille Malatya’ya gitmek üzere, 9 Eylülde yola çıktı. Ne yazık ki, bindiği otomobil, yolların bozuk ve çamurlu olmasından Kangal’da kırılmış ve tam zamanında Malatya’ya yetişememişti. Kangal’dan sonra, kimi zaman araba ve kimi zaman hayvanla gece gündüz yol alarak Sivas’tan çıkışının dördüncü günü öğleden sonra Malatya’ya ulaşabilmişti. Recep Zühtü Bey’in verdiği raporlar, durumun aydınlanmasına çok yardım etmişti. Baylar, 10 Eylül günü geç vakit şu teli aldık:

Kişiye özeldir.  Hiç durmayacaktır. Malatya’dan, 10.9.1919 Sivas’ta Üçüncü Kolordu Komutanlığına Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nedir:

1- 10.9.1919 saat 2 sonrada kötü bir olayla karşılaşmadan Malatya’ya ulaşılmıştır. 2- Bilinen kişilerin hepsinin, ne yazık ki, Kâhta’ya doğru kaçtıkları; ayrıntıların sonra bildirileceği, bilgilerinize sunulur.

15’inci Alay K.  İlyas, Aynı günde ve fakat İlyas Bey’in telinden sonra da şu teli alıyoruz:

Çok ivedidir. Malatya’dan, 10.9.1919

Sivas’ta Üçüncü Kolordu Komutanlığına Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne:

1- Harput Valisi ile Malatya Mutasarrıfı, İngiliz Binbaşısı ve yardakçıları, sizce bilinen kişiler, On Beşinci Alayın Elazığ’dan yola çıktığını ve kendilerinin yakalanacaklarını haber alır almaz, bugün sabah erkenden kaçmışlardır. Bunların Kâhta’daki Bedir Ağa’nın yanına gittikleri ve oradan bulacakları Kürtlerle burayı basmaya gelecekleri söylenmektedir. 2- Bunlar ve Bedir Ağa aşireti, kötülüğe yeltenirlerse kovuşturma yapılması için Kolordudan buyruk alınmıştır; izlenmektedirler ve sonuç ayrıca bildirilecektir. 3- On Beşinci Alay Komutanının, buyruğu altındaki kuvvetle, bugün saat 2 sonrada Malatya’ya geldikleri bilgilerinize sunulur.

12’nci Süvari Alayı Komutanı Binbaşı Cemal

İkisi bir günde yazılmış olan bu teller, yan yana getirilerek incelenirse ilgi çekici bazı noktaların göre çarpmamasına olanak yoktur. Süvari Alayı Komutanı Cemal Bey, bizden aldığı yönergeye uyarak bilinen kişileri sıkı ve güvenli bir biçimde gözaltında bulunduracak ve günde iki kez rapor verecekti. Adı geçen kişiler 10 Eylül günü sabah erkenden kaçtıkları halde Cemal Bey bu bilgiyi, ancak İlyas Bey birliğinin varışından ve İlyas Bey’in raporundan sonra gönderiyor. Cemal Bey, kaçanların, İlyas Bey birliğinin Elazığ’dan yola çıkışını haber aldıklarını bildiriyor. Oysa telgrafhane Cemal Bey’in gözetimi altında idi.

Sonra, kaçakların, Kürtleri toplayıp Malatya’yı basacaklarının söylendiğini de ekliyor. Bu noktalar süvari alayı komutanı üzerine kuşkuları çekmeyecek gibi uzak değildir. Sonradan alınan bilgilerden anlaşıldı ki, Ali Galip ve arkadaşlarına 9 Eylül akşamı haber verilmiştir. Ali Galip geceyi hükümet konağında uykusuz geçirmiştir. 10 Eylülde yanlarında birkaç jandarma ve silahlı Kürtle birlikte, hükümet konağında toplanıyorlar; sandık emininin (veznedarın) odasına giriyorlar; sandığı (kasayı) açıyorlar; birlikte alıp götürmek üzere altı bin lira sayıp bir yere koyuyorlar ve sandığa koymak üzere şu senedi yazıyorlar:

“Mustafa Kemal Paşa ve yardakçılarının tepelenmesi giderlerine karşılık olmak üzere ilgili buyruğa uyularak altı bin lira alınmıştır. 10 Eylül 1919: Halil Rahmi, Ali Galip.” İlyas Bey birliğinin Malatya’ya yaklaşmakta olduğunun anlaşıldığı bir sırada süvari alayı komutanı, subaylara Mutasarrıfın evini hedef gösteriyor. Mutasarrıfın evini sarıyorlar, telefon tellerini kesiyorlar ve evi basıyorlar. Bu işin başladığını sezinleyen Halil Bey’in eşi, hükümet konağına haber veriyor. Hükümette para almakla uğraşan Vali, Mutasarrıf ve arkadaşları durumu öğrenir öğrenmez korku ve telaşla her şeyi unutup ayırdıkları parayı ve yazdıkları senedi olduğu gibi bırakıyorlar ve adamlarıyla hazır bulunan atlarına binerek hemen kaçıyorlar (belge: 66, 67).

Süvari alayı komutanı ve topçu alayı komutanının, Valinin geceyi hükümet konağında geçirmekte olduğunu bilmedikleri kabul edilemez. Mutasarrıftan çok, Valinin tutulmasının önemli olduğu da besbelliydi, Öyle ise, bu kişilerin kaçmasına göz yumulduğu kesin bir gerçektir. En zayıf yoruma göre: Bilinen kişilerin yanlarındaki beş on silahlı jandarma ve Kürt ile çarpışmadan büyük kötülük doğabileceği kuruntusu Malatya’dakileri dolaylı önlem almağa sürüklemiş ve adı geçen kişileri ürküterek kaçırmayı yeğletmiştir, denilebilir.

10 Eylülde İlyas Bey’e verdiğim yönergede başlıca belirttiğim noktalar: 1- Kaçakların ivedilikle yakalanmaları; 2- Kürtlük akımına kesinlikle elverişli alan bırakılmaması; 3- Malatya’da mutasarrıflık görevini Jandarma Komutanı Tevfik Bey’in üstüne alması; uygun görülecek namuslu ve yurtsever bir kişinin de Harput’ta valilik görevine hemen başlaması; 4- Malatya ve Harput’taki hükümet kuvvetleri eksiksiz ele alınarak ulusa ve yurda karşı hiçbir davranışa meydan verilmemesi; 5- Kaçaklara uyanların acımadan ve aman vermeden yok edileceğinin duyurulması ve namuslu halka gerçeğin bildirilmesi; 6- Ulusal varlığımızı tehlikeye sokacak olan yabancı askerlere de karşı konulacağının göz önünde bulundurulması gibi düzenlemelerin ve önlemlerin bildirilmesi idi. (belge: 68)

Baylar, kaçakların o dolaylardaki aşiretlerden bir takım Kürtleri toplayabileceklerini ve Maraş’ta bulunan yabancı kuvvetlerden bile yararlanabileceklerini kesin imiş gibi kabul etmek gerekiyordu. Onun için, alınmış olan düzeni pekiştirmek ve bu işe ayrılmış olan birlikleri artırmak gerekiyordu. Bu amaçla Sivas’tan, katıra bindirilmiş bir birlik daha 9 Eylül akşamı Malatya’ya gönderildiği gibi Üçüncü Kolordu da elden geldiğince, birliklerini güneye indirecek; On Üçüncü Kolordu, izleme işini sağlayacak ve hainlere kıpırdayacak fırsat vermemek için en geniş ölçüde etki yapmak gerekli olduğundan, Mamahatun’daki süvari alayı da Harput’a doğru gönderilecekti. Bu konuda Üçüncü, On Üçüncü ve On Beşinci Kolordu Komutanlarına gereği gibi bildirimler yapıldı ve dileklerde bulunuldu. (belge: 69) Baylar, verdiğimiz yönergelere göre kaçakları izletirken, bir yandan da, elimize geçen bazı belgeleri gözden geçirelim. Bu belgelerin, olayı ve Ali Galip’in giriştiği işleri, İstanbul Hükümetinin kötülüklerini her türlü açıklamadan daha iyi belirteceğini sandığımdan, olduğu gibi okunmaları gereksiz görülmez düşüncesindeyim.

İlkin, Dahiliye Nazırı Adil Bey’le Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa’nın birlikte imzalayarak Elazığ Valisi Ali Galip Bey’e gönderdikleri 3 Eylül 1919 günlü yönergeyi okuyalım. Bundan sonra, Dahiliye Nazırının, gönderilecek kuvvet ve harcanacak para tutarı ile ilgili olarak Bâbiâli’den çektiği teli görürüz:

İstanbul (Deraliye)  906  Kendisi açacaktır., Elazığ Valisi Galip Beyefendi’ye

Y: 2 Eylül 1919 sayı: iki. Sunulmuştur. Padişah buyruğu bugün çıkacaktır. Demek, durum kesinleşmiştir. Yönerge şudur: Bildiğiniz gibi Erzurum’da Kongre adı altında birkaç kişi toplanarak birtakım kararlar aldılar. Ne toplananların ne de aldıkları kararların bir temeli ve önemi vardır. Fakat bu davranışlar ülkede birtakım söylentilere yol açıyor. Avrupa’ya ise pek şişirilerek yansıtılıyor. Bundan dolayı, pek kötü etkiler yapıyor. Ortada önemsenecek hiçbir kuvvet, hiçbir olay yokken salt bu şişirmelerden ve kötü etkilerden kaygılanan İngilizlerin son günlerde Samsun’a epeyce bir kuvvet çıkaracakları anlaşılıyor. Hükümetin, her yere olduğu gibi size de gönderdiği belli bildirimlere aykırı tutum sürdürülürse, çıkarılacak yabancı kuvvetlerin Sivas’a ve oradan daha ilerleyerek birçok yerlere girmeleri olasılığı uzak değildir. Bu ise, ülkenin yararına elbette aykırıdır. Erzurum’da toplanan belli kişilerin yakında Sivas’ta toplanarak yine bir kongre yapmak istedikleri, yapılan yazışmalardan anlaşılıyor. Böyle beş on kişinin orada toplanmasından hiçbir şey çıkmayacağı hükümetçe bilinmektedir. Fakat bunları Avrupa’ya anlatmanın yolu yoktur. İşte bunun için bunların orada toplanmasını önlemek gerekiyor. Bunun için de her şeyden önce Sivas’ta hükümetin tam güveneceği ve yurdun esenliğine uygun olan bildirimleri eksiksiz yerine getirmeye kararlı bir vali bulundurmak gerekmektedir. Sizin gibi yüksek bir kişiyi onun için oraya gönderiyoruz. Gerçi Sivas’ta kongre yapmak isteyen birkaç kişiye engel olmak pek güç bir şey değilse de kimi general, üstsubay, subay ve erlerin de bunlarla bir düşüncede olduklarının anlaşılması dolayısıyla, hükümetin alacağı önlemleri ellerinden geldiğince etkisiz bırakacakları ve bilinen kişileri olabildiğince koruyacakları dikkate alınarak, güvenilir bir iki yüz kişinin buyruğunuz altında bulunması başarı sağlamak için uygun görülmektedir. Bundan dolayı, önce de yazdığım gibi oralardaki Kürtlerden güvenilen yüz, yüz elli süvariyi birlikte alarak, ne için oradan gidildiği hiç kimseye sezdirilmeden Sivas’a, hiç kimsenin beklemediği bir zamanda varıp valiliği ve komutanlığı hemen ele alacak ve oradaki jandarmalarla askerleri sayıları çok az olmakla birlikte, işi iyi yönetecek olursanız, karşınızda başka bir kuvvet bulunmayacağı için hemen etkin bir duruma girerek, toparlanmalarına meydan vermemiş olacağınız ve orada bulunanlar varsa hemen yakalatıp gözaltında İstanbul’a gönderebileceğiniz apaçıktır.

Bu yolla ele geçirilecek hükümet gücü ve erki, yurt içinde serüvenci davranışlarda bulunanları yıldırarak bu türlü hoşa gitmeyen davranışların ortaya çıkmasını önleyeceği gibi, dışarda da iyi etki yaparak yabancıların asker çıkarmak ve oralara girmek yolundaki düşüncelerden vazgeçmeleri için hükümetçe yapılacak başvurma ve girişimlere sağlam bir dayanak olacaktır. Aslına bakılırsa, Sivas’ın kimi ileri gelenlerinden sağlam olarak öğrenildiğine göre halk, bu politikacıların kışkırtmalarından, para toplamak için yaptıkları baskılardan pek çok iğrenmiştir, bunların önlenmesi için hükümete her türlü yardıma hazırdır. Orada hemen jandarma yazılacak istenildiği kadar er bulunacağı ve buna, sözü geçer kişilerce özel olarak yardım edileceği bildirilmektedir. Böylece yeter sayıda ve hükümete sıkıca bağlı bir jandarma örgütü kurduktan sonra, birlikte götüreceğiniz süvarileri memnun ederek yerlerine göndeririz. İşte alınacak önlemler bunlardır. Bunun kolaylıkla ve başarıyla uygulanması, yalnızca işi son derece gizli tutmaya bağlıdır. Sivas’ta görev aldığınızı, dahası oralara doğru gideceğinizi evinizde en güvendiğiniz kimseye bile söylemeyiniz ve Sivas’a girinceye dek işi yanınızdakilere de sezdirmeyiniz. Bu, başarının baş ilkesidir. Bundan ötürü, şimdilik ne yapıp yapıp ailenizi orada bırakarak, çevredeki aşiretleri denetlemek için beş on gün dolaşacağınızı evinizdekilere ve başkalarına söyleyerek hemen yola çıkıp bir gün önce Sivas’a ansızın varmaya çalışmalısınız. Oraya vardığınızda aşağıdaki telyazısını gerekenlere bildirip valiliği ve komutanlığı ele alarak hemen işe başlamalısınız. Bir yandan da makine başında Nazırlığa durumu bildirmelisiniz. Böylece durum belli olur olmaz size yine makine başında gereğine göre bildirim yapılacaktır. Böylece işe başladıktan sonra, ne zaman uygun görürseniz ailenizi ve eşyanızı Sivas’a getirtebilirsiniz. Ancak şimdi orada bulunan Reşit Paşa’nın valilikten çıkarıldığı, yerine başkasının gönderileceği her nasılsa duyularak, kendisi Nazırlığa başvurduğu ve adları sizce bilinen kimselerin yakında Sivas’ta birleşmek istedikleri, alınan yazılardan anlaşıldığı için yok yere bir dakika geçirilmeyerek bir an önce yola çıkıp bir saat önce Sivas’a ulaşmaya çalışmanız da, işi başarma bakımından çok önemli ve çok gereklidir. Şu nedenlere ve düşüncelere göre, ne zaman yola çıkıp ne sürede Sivas’a varabileceğinizin bildirilmesi gerekmektedir. Sivas’ta ilgililere göstereceğiniz telyazısı şudur: Sizin Sivas valiliğine ve komutanlığına atanmanızı, hükümet kararlaştırmış ve Padişah Hazretleri onaylamış olduğundan hemen yola çıkıp bu telyazısını Sivas’taki asker ve sivil memurlardan gerekenlere göstererek valilik ve komutanlık görevini almanız ve işe başlamanız ve hemen durumdan bilgi vermeniz bildirilir. 3.9.1919

Dahiliye Nazırı Harbiye Nazırı   Adil Süleyman ŞefikmÇok İvedidirsplül 1919 Malatya’da Elazığ Valisi Galip Beyefendi’ye, Y: 6 Eylül 1919 Haydutları izlemek için gönderilecek kuvvet giderlerinin jandarma ödeneği karşılık tutularak mal sandığından ödenmesi gereklidir. Kaç kuruş harcanacağının ve gönderilecek kuvvetin sayısıyla yola çıkış gününün ivedilikle bildirilmesi.

Nazır Âdil, Dahiliye Nazırı üç gün sonra da, Ali Galip’in bir teline karşılık olduğu anlaşılan şu teli veriyor:

İvedidir. İstanbul’dan, 9.9.1919 Malatya’da Elazığ Valisi Beyefendi’ye

Y: 8 Eylül 1919, sayı: 2. Sivas’ta güvenilir aracı olmadığından yeterince bilgi…. alınmamakta ise de ora halkından, burada bulunan bir adamın sözlerine ve başka yerlerden de alınan genel bilgilere göre ilkin, halk bu kışkırtmaları istememektedir. İkincisi, asker, yok denecek kertede azdır. Bu ayaklanmayı yönetmekte olanlar, bilinen kişilerle kimi komutan ve subaylardır. Bunlar, işe ulusal bir kılık vererek amaçlarını benimsetmeye çalışmaktadırlar. Oysa ulus bu işleri benimsemiyor. Orası daha yakın olduğundan istediğiniz bilgiyi daha kolaylıkla elde edebilirsiniz. Kaldı ki gazeteler, her nasılsa oraya atandığınızdan söz ettikleri için, bir gün önce gitmeniz daha çok önem kazanmıştır. Yanınızda bulunduracağınız kuvvet ne kadar çok olursa başarıyı o ölçüde kolaylaştıracağı apaçıktır. Bu kuvvetin sayısıyla ne zaman yola çıkacağınızı bir gün önce belirleyip bildirmenizi bekliyorum.

Nazır Adil, Ali Galip Bey, yanıt olarak, Malatya’dan şu son teli veriyor:

Çok ivedi ve gizlidir. Kendisi açacaktır.

Dahiliye Nazırlığına

İçinde bulunduğumuz ayın on dördüncü günü yeter kuvvetle haydutların izlenip yakalanması için Malatya’dan yola çıkmak üzere gerekli önlemler alınmıştır. Tanrı’nın yardımıyla çarpışmada başarı sağlanacağına güvenilsin. Yalnız, yazılarımın karşılıkları ve gerekleri geciktirilmemelidir. 9.9.1919

Elazığ Valisi Âli Galip

Bu telden, 9/10 Eylül gecesini hükümet konağında yürek çarpıntıları içinde sabaha dek uykusuz geçiren Ali Galip’in, 9 Eylül 1919 günü daha yiğitliğinin üzerinde olduğu ve Tanrı’nın yardımıyla çarpışmada başarı sağlayacağından çok umutlu bulunduğu anlaşılıyor. Baylar, olaydan ve bu belgelerden kendilerine bilgi verilen sivil yönetim başkanlarının, Dahiliye Nazırı Adil Bey’e ve komutanların da Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa’ya güvensizliklerini bildiren teller çekmelerinin uygun olacağı düşünüldü. Herkesin dikkati çekildi.

Sivas Valisi Reşit Paşa’nın teline karşılık veren Âdil Bey’in şu sözleri pek şaşılmaya ve yadırganmaya değer. Âdil Bey, sözünü ettiğim telini şu cümlelerle bitiriyordu: “…Elbette Padişah ve Halife Hazretlerinin yüksek iradelerine uymak gereğini anlarsınız.”. (belge: 70). Baylar, bir rastlantıyla bu telin alındığı sırada ben de telgrafhanede bulunuyordum. Bir aralık dayanamadım; şu teli karalayıp, çekilmek üzere görevliye verdim:

11.10.1919

Dahiliye Nazırı Âdil Bey’e Ulusun, padişahına düşünce ve dileklerini bildirmesine engel oluyorsunuz. Alçaklar, cana kıyıcılar! Düşmanlarla birlik olup ulusa karşı haince düzenler kuruyorsunuz. Ulusun gücünü ve iradesini anlamaya gücünüz yetmeyeceğine kuşkum yoktu. Fakat yurda ve ulusa karşı haincesine ve bütün gücünüzle uğraşacağınıza inanmak istemiyordum. Aklınızı başınıza toplayın. Galip Bey ve yardakçıları gibi akılsızların bönce ve kuruntuya dayanan vaatlarına kapılarak ve Bay Novil gibi ulusumuz ve yurdumuz için zararlı olan yabancılara vicdanınızı satarak işlediğiniz alçaklıkların ulusça yükletilecek sorumluluğunu göz önünde tutunuz. Güvendiğiniz kişilerin ve kuvvetin sonunu öğrendiğiniz zaman kendi sonunuzla karşılaştırmayı unutmayınız.

Mustafa Kemal

Bütün komutanlar da ilgililere, gerektiği gibi başvurdular.

12 Eylüle kadar aldığımız raporlardan kaçakların, 10/11 Eylül gecesini Raka’da geçirdikleri ve 11/12 Eylül gecesini de, Raka’nın yarım saat yakınında bir köyde, bir aşiret başkanının yanında geçireceklerinin anlaşıldığı bildiriliyordu (belge: 71). Bu bilgi, 20’nci, 15’inci ve 13’üncü Kolordu Komutanlarına bildirildi. (belge: 72) 11 Eylülde ve 11/12 Eylülde Malatya ile telgraf başında yapılan haberleşme, henüz Malatya’da, kesin buyruk ve yönerge almış kişilerin daha kafalarında karışıklık olduğunu gösterir nitelikte idi.

Elazığ’dan gelen Alay Komutanı İlyas Bey: “Mutasarrıf Bey’in gönderdiği bir özel kişi tarafından, Vali Ali Galip ve Mutasarrıf Halil Beylerin bazı koşullarla yerlerine dönmek istedikleri bildirilmiş. Bunun için, ülkenin esenliği adına bunların bu yoldaki isteklerini kabul etmenin uygun olup olmadığı konusundaki buyruğunuzu beklediğimiz bilgilerinize sunulur.” demekteydi. (11 Eylül) (belge: 73) Bunun ardından, 11/12 Eylül gecesi de, yine telgraf başına gelen Süvari Alayı Komutanı Cemal, Mutasarrıf Vekili Tevfik, Topçu Alayı Komutanı Münir, Jandarma Yüzbaşısı Faruk, Baytar Binbaşısı Mehmet ve Elazığ’dan gelen Alay Komutanı İlyas beyler adına, İlyas Bey şunları yazdırdı:

Malatya’dan İlyas Bey -Güvenilir bir kişi olan Jandarma Yüzbaşı Faruk Bey’den şimdi alınan bilgi aşağıdadır: Faruk Bey, Kâhta ve çevresinde kaçakları izliyordu. Malatya’ya beş saat uzaklıkta Raka köyünde Kürtlerin toplandıklarını ve şimdi Mutasarrıfla arkadaşlarının orada bulunduğunu; Siverek’e kadar olan aşiretlerin birbiri ardınca adı geçen yere gelmekte olduklarını ve Dersim aşiretlerine varıncaya değin Kürtlük adına çağrıldığını; Mutasarrıfın düşüncesine göre, ilkin Malatya’ya saldırıp baştanbaşa yağmaladıktan sonra bütün kuvvetle Sivas’a doğru yürüyeceklerini; Malatya’da bulunan Türkleri öldüreceklerini ve kovacaklarını; bunlar yapılırken Dersimlilerin de Harput’a yürüyeceklerini bildiriyor. Çünkü Mutasarrıfın Malatya’dan gitmesi Kürtlük adına kendilerini büyük ölçüde aşağılama ve horlama sayılıyormuş. Vali, bu yağma ve öldürmeden yana olmadığını, fakat Mutasarrıfın düşüncesine de engel olamayacağını bildirmiştir. Malatya’ya savaşla girdikleri zaman Kürt bayrağı çekileceği ve yanlarındaki İngiliz Binbaşısının da Urfa’da bulunan İngiliz tümeninin gelmeye hazır olduğunu söylediği bildirilmiş ise de Hacı Bedir Ağa’nın bunu kabul etmediği, aşiretlerin de Malatya’nın Kürdistan olduğunda ve Malatya’da Kürt bayrağı çekilmesinde ayak diredikleri; dün akşam Vali Malatya’ya dönmek istemiş ise de bırakmadıkları hiçbir abartma yapılmaksızın bilgilerine sunulur. Koşulları aşağıdadır: 1- Valinin yerine dönmesi; 2- Mutasarrıfın gene eski yerinde kalması; 3- Elazığ’dan gelen erlerin geri gönderilmesi; 4- Valinin yüz silahlı Kürtle Malatya’ya girdiği zaman sessizliğin korunması ve Sivas’a doğru yürümesi; 5- Aşiretlerden alınan yedi tüfek, bir tabancanın geri verilmesi; 6- Yukarda bildirdiklerime buyrukları. İlyas Bey’e şunu yazdım.

11/12 Eylül 1919 Malatya’da İlyas Beyefendi’ye

1- Verdiğiniz bilgi Kurulumuzca dikkate alındı. Size koşulları bildirenler kimlerdir? Elbette böyle bir bağlantıya girişmek kesinlikle doğru değildir. Hainlikleri ortaya çıkan Vali, Mutasarrıf ve yardakçılarının yakalanmaları ve kışkırtmaya çalıştıkları bazı aymaz kişileri uyarmak söz konusudur. Bunun için çok sert karşılık vermek gerekir. 13’üncü, 15’inci ve 3’üncü Kolordu Komutanları, bu dakikada telgraf başında hep birden alınacak önlemleri kararlaştırmaktadırlar. Olanak içindeki kuvvetler her yandan yola çıkarılmışlardır. Sessizlik ve ciddiyetle; oraca gereken önlemleri sizin almış bulunduğunuza güvenimiz tamdır. O bölgede bulunan bütün telgrafhanelerin tutulması ve Mutasarrıf Vekili Tevfik Bey kardeşimizin, hükümetin gücünü ve etkinliğini en geniş ölçüde göstermesi önemle dikkate alınmalıdır. 2- Bu anda bütün Anadolu merkezlerinden Padişaha, bu yapılan hainlik bildirilmektedir. Oraca da böyle davranılmalıdır. 3- İngiliz Binbaşının sözleri kurusıkıdır. Kürtlerin de toplanmayı başarsalar bile, askeri birlikler karşısında ne ölçüde başarıya ulaşacaklarını kavrayabilirsiniz. 4- Bedir Ağa’yı ve Keven aşireti başkanlarını ve bu haince davranışı tutmayan başkanları kendi yanınıza çekmeye çalışmanız uygun olur. 5- Adıyaman’dan yola çıkan süvari bölüğüyle, Siverek ve Diyarbakır’dan yola çıkan birer taburla bağlantınız var mı? Nerelere vardılar?

Telgrafhanede bulunan Kongre Kurulu adına

Mustafa Kemal

Gerçi, Kongre toplantıda değildi ve telgrafhanede bulunmuyordu. Fakat içgücünü artırmak için Kongre üyelerinin ilgisini göstermeyi uygun gördüğüm gibi, imza olarak yalnız “Kongre Kurulu” diye de gene bu anlamda ayrıca bir tel daha çektim. (belge: 74). Bu telime ek olarak çektiğim telde; Urfa’da, Antep’te, Maraş’ta bulunan ve sayıları pek az olan yabancı kuvvetleri bildirerek: “Size bir yabancı tümeninden söz edenlerin bu söyledikleri, yurt ve ulus hainlerinin yalanını aktararak içgücünüzü kırmak alçaklığından…”dır, dedim. (belge: 75) İlyas Bey, bildirimlerime verdiği karşılıkta: “Saldırı olursa çok sert karşılanması kesin olarak kararlaştırılmıştır.” dedikten sonra: “Eldeki kuvvet, Malatya’yı uzun süre bir Kürt saldırısına karşı savunmaya yetmez. Bunun için, olabildiğince çabuk, yardımcı kuvvetler gönderilmesini sağlamanızı kesinlikle rica ederim.” dedi. (belge: 76)

İlyas Bey’e, gerektiğinde bir şey bildirebilmek için, telgrafhanede bir subay bırakarak, önemli olan işinin başına gitmesini rica ettim. (belge: 77). İlyas Bey’in 12 Eylülde çektiği bir teli, çeşitli bakımlardan subaylarımız ve görevlilerimiz için yararlı olur düşüncesiyle, olduğu gibi sunacağım:

Malatya, 12.9.1919 Sivas’ta Üçüncü Kolordu Komutanlığına

Halep’teki İngiliz ordusundan albay rütbesinde Bay P. Pil (P. Peel) adında bir İngiliz subayı, bugün 12.9.1919 günü öğleyin Malatya’ya gelmiştir. Amacı Malatya, Harput ve Diyarbakır bölgelerinde ileri gelen kişilerle, sivi1 ve askeri memurlarla görüşmek olduğunu; kaçak Bay Novil’in görevini bilmediğini ve bu konuda İngiliz Hükümetinin hiç bilgisi olmadığını; böyle bir propagandacı subayın buralarda gezmesini kabul edemeyeceğini ve aşiretler içerisinden hemen buraya gelmesi için kendisine buyruk vereceğini söyledi.

Eğer haince düşüncelerle buralarda gezdiği kanısına varırsa tutuklu olarak Halep’e göndereceğini sözlerine ekledi. Vali Galip Bey’i de, kendisiyle görüşmek üzere, hayatının korunacağı konusunda güvence vererek buraya çağırmak istedi. Bu konuda üst komutanlardan, adı geçenin buraya gelebileceği üzerine buyruk alınmadan, buraya gelemeyeceğini ve bunun için ilgili yerlere başvuracağımı söyledim. Bu izin buyruğunun ivedilikle getirtilmesine aracı olmamı rica etti. Kendisi “yüksek siyasal mutemet” adıyla anılırmış. İstanbul Hükümeti kendisini tanırmış. Kendisi burada iki gün kaldıktan sonra Harput’a gidecekmiş. Belgesi yoktur. Kendisine, saygıdeğer bir konuk olduğu ve özel saygı gösterileceği söylenmiştir. Valiyi buraya getirtmesine ve bu kişinin Harput’a doğru gitmesine izin verelim mi? Bildirilmesi. Sivas’tan iki subayın şimdi geldiği bilgilerine sunulur.

15’inci Alay Komutanı İlyas. Bu telde sözü geçen konularda ne yapılacağını belirten görüşlerimiz, şöyle kısaca bildirildi:

Tel Çok İvedidir, Sivas,12.9.1919 Malatya’da On Beşinci Alay Komutanlığına

Y: 12. 9. 1919 1- Kim olursa olsun, belgesiz bir yabancı subayın Osmanlı ülkesinde işi yoktur. Kendisine incelikle fakat askerce, kesinlikle durumu bildirip geldiği yere hemen dönmesi gerektiğini söyleyiniz. Ülkeden çıkıncaya değin de ileri gelen kişilerle ve görevlilerle hiçbir siyasal ilişki kurmaması için yanına becerikli, uyanık bir subay katınız. 2- Kaçak valinin yurda hainlik ile suçlandırıldığını, ele geçince yakalanarak kanunun adaleti pençesine teslim edileceğini, bu konuda başka türlü bir şey yapılamayacağını ayrıca anlatırsınız efendim.

Mustafa Kemal

Baylar, alınan önlemler ve yapılan düzenlemeler ve özellikle gösterilen sinirlilik ve sertlik sonucunda, Ali Galip ve Halil Beylerin kandırmaya çalıştıkları aşiretler dağılmış, umutsuz kalan Ali Galip ilkin Urfa’ya ve oradan Halep’e kaçmıştır. Bay Novil de gözaltında rahatça Elbistan üzerinden gitmiştir. Ötekiler de birer yol bulup kaçmışlardır. Bu evreleri, daha çok açıklamayı yararlı görmüyorum. Bu konuda söylediklerime ek olarak yayımlanacak olan belgeler okununca bugün ve yarın için uyarıcı sonuçlar çıkarılacağını umarım. (belge: 78, 79, 80, 81)

Hainlerle İşbirliği Yapan Ferit Paşa Hükümetine Saldırış

Baylar, Ali Galip’in giriştiği işin, Padişahın ve Ferit Paşa Hükümetinin ve yabancıların ortak bir girişimi olduğuna, bilginize sunduğum belgeleri gördükten sonra kimsenin kuşkusu kalmaz, sanırım. Bu hainliğin ortak girişimcilerine karşı alınması gereken durum açıktır. Ancak, karşı girişimde elden geldiğince açık saldırıdan vazgeçmek, o günün gereği olmakla birlikte, girişim gücünü çeşitli hedeflere çevirmekten sakınarak bir noktada toplamak, uygun bir davranış olacaktı. Biz de, saldırılacak hedef olarak, yalnız Ferit Paşa Hükümetini seçtik ve bu işte Padişahın parmağı olduğunu bilmezlikten geldik. Ferit Paşa Hükümetinin, gerçekleri bildirmeyerek Padişahı aldatmakta olduğu tezini tuttuk. Padişahın, durumu anlayacak olursa hemen, kendisini aldatanlara hak ettikleri işlemi yapacağına güvenimiz olduğunu ileri sürdük ve hükümetin tanıtlanmış olan cinayeti üzerine, elbette kendisine güven kalmayacağından gerçek durumu yalnız ve ancak doğrudan doğruya Padişaha bildirmekle durumun düzeltilebileceğini, girişimlerimiz için çıkış noktası saydık. Bu düşünce ile Eylülün on birinci günü, Padişaha çekilmek üzere bir telyazısı hazırlandı. Bu telde, kestirebileceğiniz gibi, zamanın gereği olan birçok gösterişli sözler içinde: “Hükümetin savaş yoluyla Kongreyi basarak Müslümanlar arasında kan dökmeye kalkıştığı ve Kürdistan’ı ayaklandırarak yurdu parçalatma planının da para karşılığında yüklenilmiş olduğu belgelerle anlaşıldığından, hükümetin bu işte kullandığı adamların bozguna uğrayarak kaçmak zorunda bırakıldıkları; yakalanırlarsa kanunun haklayıcı eline teslim olunacakları ve bu cinayetleri düzenleyerek Dahiliye ve Harbiye nazırlarına emir verdirip uygulattıran İstanbul Hükümetine ulusun inan ve güveni kalmadığı” bildirildikten sonra: “Namuslu kişilerden yeni bir hükümet kurularak bu casus örgütünün haklarında ivedilikle ve adaletli olarak soruşturma yapılması ve cezalandırılması” isteniyor ve: “Adaletli bir hükümetin kurulmasına değin İstanbul Hükümeti ile hiçbir türlü yazışma yapmamaya ve ilişki kurmamaya karar vermiş olan ulustan ordunun ayrılmayacağını, olayın içyüzünü bilen ve olay yerine yakın olan kolordu komutanları, bilginize sunmak zorunda kaldık.” deniliyordu. (belge: 82)

İşte bu telyazısı örneğinin bütün kolordularca İstanbul’a çekilmesi uygun görüldü. 11 Eylül günü telgraf başında kolordu komutanlarına özel olarak şunları bildirdim: “Şimdi bir örnek vereceğiz. Bu örneğin 3’üncü,15’inci, 20’nci,13’üncü ve 12’nci Kolordu Komutanlarının ortak imzalarıyla çekilmesini uygun görüyoruz. Okuduktan sonra öteki komutanlarla aynı zamanda çekmek için bekleyiniz.”

Örnek, Yüksek Sadrazamlık Katına

“Şimdi, doğrudan doğruya kutsal başkomutanımız, şanlı Halifemiz Efendimize önemli şeyler bildirmek zorundayız. Engel olunmamasını rica eder; engel olunursa bundan doğacak ağır sonuçların sorumluluğunun yalnız yüksek kişiliğiniz üzerinde kalacağını bilgilerinize sunarız.12’nci Kor., 13’üncü Kor., 20’nci Kor., 15’inci Kor., 3 üncü Kor.

Padişaha bildirilecek önemli şeyler, daha önce bilginize sunduğum telyazısının içindekilerdi. Eylülün 11’inci günü, özellikle 11/12’nci gecesi, her yerdeki Kolordu Komutanları telgrafhanelere el koyarak, kararlaştırılmış olduğu gibi İstanbul’la haberleşmeye çalışıyordu. Ama Sadrazam ortadan kaybolmuş gibi idi. Karşılık vermiyordu. Biz de, telgraf başında Sadrazamın telleri alıp yanıt vermesi için baskı yapıyorduk. İstanbul telgraf görevlileriyle olan uzun çekişmelerden sonra bir telgraf görevlisi özel olarak şunları bildirdi:

“Sadrazam Paşa’ya yazılanlar telefonla söylenildi. Alınan karşılıkta: Telyazısında bildirilenler, Sadrazam Paşa Hazretlerinin bilgilerine sunuldu. Bildirilmek istenen şeyler, yöntemine göre telle bildirilmelidir. Telyazıları da yönetimine göre Padişaha sunulur, buyurduklarını Müdür Bey söylüyor efendim.” (belge: 83)

Bunun üzerine gece yarısından sonra, saat 4’te şu telyazısı Sivas telgrafhanesine gönderildi: 11 /12.9.1919, Sadrazam Ferit Paşa’ya

Yurdun ve ulusun haklarını ve kutsal varlıklarını ayaklar altına alarak ve Padişah Hazretlerinin yüksek şeref ve onurlarını kırarak, aymazca girişim ve davranışlarınız anlaşılmıştır. Ulusun Padişahımızdan başka hiçbirinize güveni kalmamıştır. Bunun için, durumlarını ve dileklerini ancak Padişaha bildirmek zorundadırlar. Kurulunuz, yasadışı davranışlarının ağır sonuçlarından korkarak ulus ile Padişah arasına bir duvar gibi giriyor. Bu yoldaki direnmeniz daha bir saat sürerse ulus artık her türlü davranış ve yürütümünde kendisini özgür ve özürlü sayacak ve bütün yurdun, yasal olmayan kurulunuzla kesin olarak ilgisini ve bağlantısını kesecektir. Bu, son uyarımızdır. Bundan sonra ulusun alacağı durum, burada bulunan yabancı subaylar aracılığı ile İtilâf devletleri temsilcilerine de ayrıntılı olarak bildirilecektir.

Genel Kongre Kurulu

Sivas Telgraf Müdürlüğüne de gene o sırada telefonla şu buyruk verildi:

“Kongremizden seçilmiş bir kurulla telgrafhaneye gönderilecek bir telimizin doğrudan doğruya Padişahın özel kalemine (Mâbeyni Humayun) çekilmesine İstanbul’ca engel olunduğu bildiriliyor. Bir saat içinde telin çekilmesine izin verilmezse, İstanbul’la bütün Anadolu telgraf haberleşmesini kesmek zorunda kalacağımızı üstlerinize bildiriniz.”

Genel Kongre Kurulu

Kolordu Komutanlarına da aşağıdaki genel bildirim yapıldı:

Sivas, 11 /12.9.1919

20’nci Kolordu Komutanlığına

15’inci Kolordu Komutanlığına

13’üncü Kolordu Komutanlığına

3’üncü Kolordu Komutanlığına

Kongrenin Padişah katına sunacağı dileklerin ulaştırılmasına İstanbul Telgraf Başmüdürlüğünce engel olunmuştur. Verilen bir saatlik süre içinde Padişahın özel kalemine yol verilmezse bütün Anadolu’nun İstanbul’la telgraf haberleşmesinin kestirileceği karşılık olarak adı geçen müdürlüğe bildirilmiştir. Kongrenin bu yasal isteğine olumlu karşılık alınmadığından, bu telimizi alır almaz Ankara, Kastamonu, Diyarbakır telgraf merkezlerinde ve Sinop’ta telgraf haberleşmelerinin kesilmesi; yani Kongrenin bildirimlerinden başka hiçbir telin İstanbul’a geçirilmemesi ve İstanbul’dan verilecek tellerin kabul olunmaması ve Batı Anadolu ile haberleşmemize engel olmayacaksa Geyve Boğazı yönündeki telgraf yolunun da tutulması ya da geçici olarak kesilmesi ve işin sonunun bildirilmesi rica olunur.

Bu yönergeye engel olacak telgraf görevlileri, bulundukları yerde hemen askeri mahkemeye verilerek en ağır cezaya çarptırılacaklardır. İşbu bildirimin yerine getirilmesi 20’nci, 15’inci,13’üncü ve 3’üncü Kolordu Komutanlıklarından rica edilmiştir. Alındığının bildirilmesi.

Sivas’ta Genel Kongre Kurulu

Bu telyazısında bildirilenler, daha sonraki tellerle tamamlandı. (belge: 84, 85 ) 11 /12 Eylül gecesi yapılmış olan genel bildirime ek olarak şu ricada bulunuldu:

“Bu gece sonuç elde edilinceye değin bütün komutanların, sivil yönetim başkanlarının ve ilgili kurulların telgrafhanelerden ayrılmamaları rica olunur.”

Genel Kongre Kurulu

Telgrafhanelere de şu uyarma yapıldı: “Ektir: Bu bildirimin yerine getirildiği haberi Kongre Kurulunca öğrenildikten sonra gene böylece aramızda haberleşme sürdürüleceğinden telgrafhanelerde adam bulundurulması rica olunur.”

3.BÖLÜM

Ankara’ya Geliş

Baylar, Meclisi Mebusan’ın İstanbul’da toplanmasını önleyememek zorunluğu üzerine, İstanbul’da toplanacak Mecliste, “yurdun bütünlüğünü, devletin ve ulusun bağımsızlığını güven altına alma amacımızı korumak ve savunmak için birleşik ve dayançlı bir grup meydana getirmeyi” tek çare olarak düşündük. Bunun sağlanması için, bildiğiniz gibi, 18 Kasım 1919 günlü yönerge ve genelgede, milletvekillerinin belli yerlerde grup grup toplanarak görüşecekleri önemli noktalardan biri olarak bu konuyu ele almıştık. Gene o zaman düşündük ki, bu grubun kurulmasını sağlamak için her sancaktan birer milletvekilini Eskişehir’e çağıralım. Eskişehir üzerinden trenle İstanbul’a gidecek milletvekillerini de, çağıracağımız milletvekilleriyle birleştirelim ve kendimiz de Eskişehir’e giderek, genel bir toplantı yapıp işleri enine boyuna görüşelim, Bu arada milletvekillerinin İstanbul’da güvenliğiyle ilgili önlemleri de söz konusu etmek istiyorduk. Fakat bundan sonra açıklayacağım nedenlerle, toplantıyı Ankara’da kalarak yapmayı yeğledik. Daha bir ay kadar Sivas’ta kaldıktan sonra artık Ankara yolunu tuttuk.

Ankara’ya gelişimizi 27 Aralık 1919 günlü, şu açık bildirimle her yere duyurduk: Sivas’tan Kayseri yoluyla Ankara’ya gitmek üzere yola çıkan Heyeti Temsiliye , bütün yol boyunca ve Ankara’da, büyük ulusumuzun sıcak ve içten yurtseverlik gösterileri içinde bugün buraya geldi. Ulusumuzun gösterdiği birlik ve dayanç, ülkemizin geleceğini güven altına alma konusundaki inancı sarsılmaz bir biçimde destekleyecek niteliktedir.

Şimdilik heyeti temsiliye merkezi Ankara’dadır. Saygılarımızı sunarız efendim.

Heyeti Temsiliye adına -Mustafa Kemal

2 Ocak 1920 günü, Cemiyetin Merkez kurallarına, Hacıbektaş’ta Çelebi Cemalettin Efendi’ye, Mutki’de Hacı Musa Bey’e ayrıca bir bildirim yaptık.

Bu bildirimimizin içindekiler ve yazılış biçimi şöyleydi: … Yolculuğumuz sırasında görüp incelediklerimiz bizlere, gerçek koruyucu Ulu Tanrı”nın yardımı ile meydana gelen ulusal birliğimizin dayanağı olan ulusal örgütün kök salmış ve ulusun ve ülkenin geleceğini kurtarmak için gerçekten güvenilir bir güç ve erk durumuna gelmiş olduğunu sevinçle gösterdi. Dış durum, bu ulusal dayanç ve birlik yüzünden Erzurum ve Sivas Kongresi ilkelerine göre ulusa ve yurda elverişli bir şekle girmiştir. Kutsal birliğimize, dayanç ve inancımıza güvenerek yasal isteklermizin elde edileceği güne değin direnerek çalışılması ve bu bildirimimizin köylere varıncaya dek bütün ulusa duyurulması rica olunur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaai- Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal

Kazım Karabekir Paşa Heyeti Temsiliye’nin Ankara’ya Gitmesinden Yana Değildi

Baylar, Heyeti Temsiliye merkezinin Ankara’ya taşınması düşüncesi oldukça eski idi. Bu düşünce, ilk ortaya atıldığı sıralarda Kazım Karabekir Paşa’dan gelmiş olan bir teli olduğu gibi burada bildireceğim:

Şifre- Erzurum’dan, 3 Ekim 1919

Üçüncü Kolordu Komutanlığına

Heyeti Temsiliye’ye : Kuvayi Milliye’yi temsil eden yüksek Kurulun, değil Ankara’ya gitmek, Sivas’ın batısına bile geçmemesi düşüncesindeyim. Çünkü, doğu illerinin Kuvayi Milliyesi olan Kurulun bütün bütün uzaklaşması, dolayısıyla bu illerin örgütsüz kalmasına yol açacaktır. Bundan başka, şimdiye değin tam yasal ve mantıklı olarak yönetilmekte olan ulusal eylemin, öteden beri her zaman her girişimimizi kötü görmek ve göstermek isteyen düşmanlarımızın yaptıklarını göz önünde tutarak, belli bir yerde korunması için Heyeti Temsiliye’nin Sivas’tan batıya geçmemesi düşüncesinde bulunduğumu bilgilerinize sunarım.

On Beşinci Kolordu Komutanı-Kazım Karabekir

Böyle bir telin, gerçek olamayacağı yargısına varmak istedim. Fakat ne çare ki, bu şifre tel Erzurum’dan, Sivas’taki Üçüncü Kolorduya çekilmiştir. Açılan şifrenin altında “Açıldı. Fethi 4/5 Ekim” (Aslındaki “minh” (s.346) özdeş ay (Ekim)i anlatır.) yazısı ve imzası olduğu halde Üçüncü Kolordudan bize gönderilmiştir.

Baylar, Kâzım Karabekir Paşa, çağrımız üzerine Sivas’a geldikten ve bizimle görüştükten sonra, hiç kuşku yok, bu telle önceden bildirdiği düşünce ve görüşünün yerinde olmadığını görmüş olacaktır. Fakat, bu düşünce ve görüşteki yanlışlığı anlamak için ille yüz yüze gelip görüşmeye hiç de gereklik olmayacağı apaçık bir şeydir. Bu düşünce ve görüşün dayandığı nedenlere şöylece bir göz atmak, onların yanlışlığını anlamaya yeter sanırım. Başta, Heyeti Temsilye’nin yalnız doğu illerinin Kuvayi Milliyesi olmadığı ya da o örgütleri temsil etmediği; belki bütün ülkenin -Anadolu ve Rumeli’nin- Kuvayi Milliyesini temsil ettiği çoktan bilinmiş bulunmak gerekti. Özellikle bu nokta üzerinde, günlerce süren telgraf başı tartışmaları olmuştu. Bir de, Heyeti Temsiliye’nin Sivas’tan Ankara’ya taşınması, doğu illerinin örgütsüz kalmasını gerektirecek bir etmen olamazdı. Heyeti Temsiliye’nin, doğu illerine Sivas’tan telle verdiği buyrukları ve yönergeleri Ankara’dan da eskisi gibi verebileceği kuşku götürmezdi.

Fakat, Heyeti Temsiliye’nin, doğu illerinden daha çok batı illerine, İstanbul’a yakın bulunmasını gerektiren ve haklı gösteren mantıklı nedenler elbette, çoktu. İlkin, batı ve güneybatı illerimizden, eylemli olarak işgal altına alınmış olanlar vardı. Bu illerimize giren düşman karşısında sağlam savunma cepheleri kurmak ve onların kuvvetlendirilmesini sağlamak gerekti. Oysa, doğu illerimizde, böyle acıklı bir durum yoktu. Kesin olarak yakın bir eylemli tehlike de doğabileceğe benzemiyordu. Uzak bir olasılığa göre, sözgelimi, doğudan Ermenilerin eylemli bir saldırıda bulunacağı kabul olunsaydı bile onun karşısında, Kuvayi Milliye ile güçlendirilmesi kararlaştırılmış olan On Beşinci Kolordu, kendilerinin komutasında hazır bulunuyordu. Fakat, İzmir cephelerinde türlü yöntemde komutanlıklar, türlü nitelikte kuvvetler ve türlü türlü olumsuz kaynaklardan gelen dokuncalı etkiler vardı. Adana işgaline karşı daha cephe kurulamamıştı.

Genel Durum Yönetme Sorumluluğunu Üstüne Alanlar En Önemli Hedefe ve En Yakın Tehlikeye Elden Geldiğince Yakın Bulunmalıdırlar

Şu halde, yol ve yöntem odur ki, genel durumu yönetip yürütme sorumluluğunu yüklenenler, en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye, elden geldiğince yakın yerde bulunurlar. Yeter ki bu yaklaşma, genel durumu gözden uzak bırakacak ölçüde olmasın. Ankara bu koşulları üzerinde toplayan bir noktaydı. Her halde cephelerle ilgileneceğiz diye Balıkesir’e, Nazilli’ye ya da Karahisar’a (Afyon’a) gitmiyorduk, Fakat, cephelere ve İstanbul’a demiryolu ile bağlı ve genel durumu yönetme bakımından Sivas’tan hiçbir ayrılığı olmayan Ankara’ya gelecektik.

Meclisi Mebusan’ın İstanbul’da toplanması zorunlu görüldükten sonra ise, Ankara’ya gelmenin ne denli yerinde ve yararlı sayılması gerektiğini açıklamayı gerekli görmem. Baylar, Heyeti Temsiliye’nin Ankara’ya taşınmaması için nedenler ortaya konulurken bu arada, hele “Öteden beri her zaman her girişimimizi kötü görmek ve göstermek isteyen düşmanlardan” söz edilmiş olmasından hiçbir anlam çıkaramadım. Gerçekten, kendisinin dediği gibi düşmanlar bizim hangi davranışımızı, hangi girişimimizi iyi görmüşlerdir ya da görebilirler ki ona göre davranalım.

Eğer bu düşünce ve görüşe yol açan: “İstanbul’da ulusal isteğe uygun davranan bir Ali Rıza Paşa Hükümeti vardır. Meclisi Mebusan da orada toplanarak ulusun ve ülkenin alınyazısını denetlemeye başladıktan sonra, Heyeti Temsiliye’nin batı cepheleriyle, Meclisi Mebusan ile ilgi ve ilişki kurmasına ne gereklik kalır. Öyle ise Heyeti Temsiliye’nin yalnız doğu illerinin örgütleri ile ilgilenmesi ve bununla yetinmesi daha yerinde ve daha yararlı olmaz mı?” gibi bir düşünce ve görüş idiyse, bir ölçüye dek üzerinde durulabilir. Fakat böyle olunca da, genel durumu ve olaylarla koşulların gerçek yüzünü görüşte ve anlayışta Heyeti Temsiliye ile Kâzım Karabekir Paşa arasında doldurulamayacak bir hendek olduğunu kabul etmek gerekir. Heyeti Temsiliye’nin Ankara’ya gelmesini düşmanlar kötü görecektir, noktasında daha çok durularak belki, ileri sürülmüş olan düşünce ve görüşün kaynağı ve kökeni daha iyi kavranabilirse de bizim şimdilik buna ayıracak zamanımız yoktur.

Yeni Milletvekilleriyle Ankara’da Görüşme

Baylar, bundan önce söylediğim gibi, bir iki günlük bir toplantı ve görüşme isteğiyle milletvekillerini çağırmak için ilk yazdığımız telde -ki bu tel örneğini, bir resmi yazı biçiminde, basılı olarak da postayla göndermiştik- amaç bildirildikten sonra: “Heyeti Temsiliye’nin bulunacağı bir yerde toplanılacak; toplantı zamanı ise, gönderilecek milletvekillerinin adları ve adresleri belli olduktan sonra haberleşerek kararlaştırılacaktır. Heyeti Temsiliye, kısa sürede İstanbul’a yakın bir yere gidecektir.” denilmişti. (belge: 213)

Ankara’ya varışımızda, Ankara-Eskişehir demiryolu işlemeye başlamış olduğundan, önceki bildirimimize 29 Aralık 1919 gününde yaptığımız bir ekte, milletvekilleriyle görüşme yeri olarak Ankara’yı gösterdik ve genelge ile bildirdik. Bu genelgenin bir maddesi de, öteki milletvekillerinden olabildiğince çok kişinin görüşmelere katılmasının pek çok istenmekte olduğu yolunda idi. (belge: 214)

Baylar, sonucunun pek çok yararlı olacağını umduğumuz bu iyicil ve yurtseverce girişimin bile, İstanbul Hükümeti üyelerince önüne çıkıldığını bilginize sunarsam şaşmazsınız sanırım. İzin verirseniz, bu noktayı biraz açıklayayım: Biz milletvekillerini Ankara’ya çağırırken onlar da birtakım kişilerin bu çağrıya gelmemelerini ve tasarlanan toplantının yapılmamasını sağlamak için, karşı önlem alıyorlar ve girişimde bulunuyorlarmış. Kimi milletvekillerinin çektikleri teller üzerine bu işi anladık. Örneğin, Burdur Milletvekili Hüseyin Baki imzalı ve 29 Aralık 1919 günlü şöyle bir tel geldi:

İstanbul’da toplanan milletvekilleri adına Aydın Milletvekili Hüseyin Kâzım imzasıyla Teftiş Kurulu Başkanlığına gelen telde, en hızlı araçla İstanbul’a gelmekliğimi pek çok gerekli olduğu duyurulmakta ve bugün Dahiliye Nazırlığından gelen telde de yola çıkmaklığım bildirilmekte. Bundan önce Heyeti Temsiliye adına Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nden gelen buyruk ve bildirim üzerindeki görüşümü açıklayıp bilginize sunduğum halde şimdiye dek bu yolda bir buyruk almadığımdan sizlerden haber gelmesini önemle beklemekteyim efendim.

Akdağmadeni Milletvekili Bahri imzalı ve gene özdeş günlü bir telde de:

Aydın Milletvekili Hüseyin Kâzım imzasıyla gelen telde milletvekillerinin en hızlı araçla İstanbul’a gelmeleri bildiriliyorsa da Heyeti Temsiliye üyeliğine seçilen milletvekillerinin mi yoksa bütün milletvekillerinin mi çağrıldığı pek anlaşılmamıştır. Tutacağım yolu bildirmek iyiliğinde bulunmanızı çok rica ederim. Buyruk sizindir. Baylar, buna benzer teller arka arkaya geldi. Bunlardan kolayca anlaşılıyordu ki milletvekili arkadaşlar, Heyeti Temsiliye ile İstanbul Hükümetini ve İstanbul’dan bütün milletvekillerini çağırma yetkisini kendinde görebilen kişileri, ortak amaçta birbiriyle anlaşmış ve uyuşmuş sayıyorlardı. Hükümetin ve sözü geçen kişilerin olumsuz niyetlerini akıllarına ve hayallerine bile getirmiyorlardı. Olsa olsa, bizimle İstanbul’daki kişiler arasında yeni kararlaştırılmış bir durum bulunduğunu ya da, düzenleme bakımından arada bir yanlışlık olabileceğini sandıkları ve öyle kabul ettikleri, bildirişlerindeki temiz yüreklilik ve içtenlikten anlaşılmaktaydı.

Bize başvuran milletvekillerine, verdiğim yanıt şuydu:

Hüseyin Kâzım Bey’in bildirdikleri ile bizim hiçbir yönden ilgimiz yoktur.

Adı geçenin, durumu iyice bilmediği anlaşılıyor. 17 ve 29 Aralık 1919 günlü tellerimiz uyarınca iş görülmesi, ulusumuzun ve yurdumuzun yararına daha uygun olduğundan gereğinin tez elden yapılmasını ve Kâzım Bey’in kendi kendine, yapmış olduğu bildirime uygun düşecek bir karşılık verilmesini ve sonucun bildirilmesini rica eder, saygılarımızı sunarız efendim.

Heyeti Temsiliye adına Mustafa Kemal

Bütün milletvekillerine de şu genelgeyi yazdık:

Ankara, 30 Aralık 1919

Aydın Milletvekili Hüseyin Kâzım Beyefendi’nin sayın milletvekillerinden kimilerine, tez elden İstanbul’a gitmeleriyle ilgili teller çektiği anlaşıldı. Bu girişim; adı geçen kişinin, durumu iyice bilmediğini gösterdiğinden kendisine durum anlattırıldı ve ….. gün ….. sayılı bildirimler üzerine bilgi verdirildi. Bunun için Heyeti Temsiliye’ce rica edildiği gibi, Heyeti Temsiliye üyesi olarak seçilmiş milletvekilleriyle öteki milletvekillerinden görüşmelere katılmak isteyen sayın kişilerin, Ocak ayının beşinden başlayarak Ankara’ya buyurmaları, yeniden açıklanarak rica olunur.

Heyeti Temsiliye adına Mustafa Kemal

30 Aralık 1919 günlü şifre ile de İstanbul’daki örgütümüze: “Hüseyin Kâzım Bey’in girişiminden söz ettikten sonra bizim bildirimlerimizin kendisine duyurulmasını ve görüşmelere katılmak istiyorsa lütfen tez elden Ankara’ya buyurup gelmeleri gerektiğinin anlatılmasını” bildirdik. (belge: 215) Baylar, biz İstanbul’daki örgütümüzden haber beklerken, karşımıza bir kişi çıktı. Bunun kim olabileceğini kestirmede güçlük çekmezsiniz sanırım. Bildiğiniz gibi, hem bizim İstanbul’da delegemiz, hem de nazır olan bir kişi:

Cemal Paşa Evet, 1 Ocak 1920 günlü şu tel “Harbiye Nazırı Cemal Paşa” imzasıyla geliyordu:

Yirminci Kolordu Komutanlığına

Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne: İstanbul’da bulunan milletvekillerinden bir grubun bize başvurarak verdikleri yazılı isteklerini, olduğu gibi aşağıda sunuyorum:

1- Meclisi Mebusan’ın bir an önce toplanması çok gereklidir. Şu sırada kimi milletvekillerinin Ankara’ya çağrılmaları, Meclisin tez elden açılmasına engel olacaktır.

2- Bu durumun ve yapılan çağrının ortaya çıkaracağı kötü yorumlar arasında yabancıların en çok dikkatini çekecek olanı, yasama gücünün başka kuvvetlerin etkisi altında iş görmekte olduğu sanısıdır. Bu, kesinlikle içte ve dışta elbette pek büyük bir güvensizlik doğuracaktır.

3- Böyle bir durum ve davranış karşısında Meclis kendisinden beklenen hizmetleri yapamayacaktır.

4- Daha önceleri yapıldığı gibi, milletvekilleriyle konuşmak ve ilişki kurmak üzere geniş yetkili bir kişinin, delege niteliğiyle İstanbul’a gönderilmesi, istenilenin sağlanmasına yetecektir.

5- Çağrılan milletvekillerinin Ankara’ya gidişlerinin geri bırakılması ve orada toplananların da hemen İstanbul’a gelmeleri için yeniden ve tez elden bildirim yapılması beklenmektedir.

Harbiye Nazırı Cemal

Baylar, böyle bir davranma ve bildiride bir içtenlik ve soyluluk görüyor musunuz? İlkin, bizim, milletvekilleriyle toplanma kararımız ve bununla ilgili bildirimiz, bundan bir buçuk ay öncesinden beri bilinmekteydi. Eğer bu girişimimiz, yurt yararına gerçekten uymaz ve sakıncalı görülmüş idiyse, güdülen ulusal amaçta bizimle birlik olduklarını ileri sürmekte bulunan bayların ve hükümetin, bizim çağırdığımız milletvekillerine, İstanbul’a gelmeleri için tel çekmeden önce bizimle anlaşmaları; hiç olmazsa düşüncelerinden ve girişimlerinden bize bilgi vermeleri gerekmez miydi? Böyle yapmayıp da doğrudan doğruya İstanbul’a gidişlerini çabuklaştırmak için Denetleme Kurulu Başkanlıkları aracılığıyla Şeyh Muhsini Fâni’nin (Hüseyin Kâzım Kadri’nin takma adı) ve Dahiliye Nazırının imzalarıyla taşradaki milletvekillerini sıkıştırıp şaşırtmak ve oldubittiler yaratarak bizim girişimimizi sonuçsuz bırakmağa kalkışmak doğru muydu?

İkincisi, baylar, seçimi yenileme işi aylarca ve aylarca yapılmayıp yasaya göre belli süre çoktan geçirilmiş olduğu sıralarda hiç de tezcanlılık göstermeyi aklına getirmeyen bu baylar, bizim Erzurum’dan, Sivas’tan beri yaptığımız sonu gelmez girişim ve çalışmalarımızın bir başarısı olarak gerçekleştirilebilen yeni seçimlerden sonra, ayrıca araya girip izleyerek her birinin milletvekili seçilmelerini sağladıktan sonra, çok çok üç beş gün gibi az bir gecikme üzerine böyle tezcanlılık göstermeli miydiler? Hele bu gecikme, büyük bir ülkünün gerçekleştirilmesi; özellikle İstanbul’da toplanma aymazlığını gösterenlerin kendi güvenlikleri ile ilgili önlemlerin alınması yollarını görüşmek amacıyla olursa, bu bayları bu denli ivediye sürüklemeli miydi? Hiç bir önlem ve karar almadan, bir an önce horlanmaya ve rezilliğe koşup gitmek neden ileri geliyordu?

Üçüncüsü, baylar, temiz ve lekesiz arkadaşlarını aldatarak, İstanbul’da kendilerinin içinde bulundukları tehlike ve aşağılama çemberine tez elden sokmak isteyen bu baylar, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyetinden değiller miydi? Bu ulusal derneğin üyesi bulunmuyorlar mıydı? Bir derneğin üyeleri, milletvekili oldukları halde bile, derneğin önderleriyle görüşerek en sonunda saptanacak programa göre iş görmek zorunda değil midirler? Dünyanın her yerinde, bütün uygar toplumlarda bu, böyle değil midir?

Bir grubun, bir partinin kendi önderleriyle görüşmesinden ve ilişki kurmasından, yasama gücünün, başka kuvvetlerin etkisi altında iş görmüş olduğu sanısının doğacağı kuruntusundan ve bunun yabancıların dikkatini çekeceğinden niçin korkuluyordu? Bu baylar, seçimin yenilenmesini ve milletvekillerinin seçilmesini sağlamış olan örgütün etkisinde kalmış görülmeyi, yüksek şeref ve onurlarıyla bağdaşmaz mı buluyorlardı? Milletvekillerinin, yurt içinde, güçlü bir ulusal örgüte bağlı olduklarını ve o geniş örgütün saptadığı belirli amaçlardan ayrılamayacaklarını ve her olasılığa karşı, o örgütün etkisi altında bulunduklarını açık bir vicdan ve açık bir alınla ortaya koymanın, asıl bunun, içte ve dışta en büyük güveni ve saygıyı sağlayabileceğini, bu baylar anlayamıyorlar mıydı?

Ve dahası, böyle bir vicdan ve inanç sağlamlığı içinde belirli ulusal amacı gerçekleştirme yolunda, her tehlikeyi göze almaya hazır bir durum ve davranış alınmadıkça Meclisin, kendisinden beklenilen hizmetleri yapamayacağını anlamak, kahinliğe mi yoksa, yapıldığı gibi, saldırı ve aşağılamaya uyuşukçasına boyun eğmeye mi bağlı idi? Bu baylar, benim milletvekilleriyle aracısız görüşmemi istemiyorlar; hükümet ve kimi baylar, benim İstanbul’a gitmemi de uygun görmüyorlar. Ancak, geniş yetki ile bir delegenin gönderilmesini öğütlüyorlar. Doğrusu bu noktadaki akıllarına ve anlayışlarına diyecek yok! Bizim gönderdiğimiz delegeler değil miydi ki milletvekillerinin düşman pençesine girmesinde en çok etkili olmuş ve sonunda kendilerini bile savunmak için önlem ve çare bulmakta güçsüz olduklarını tanıtlamışlardır?

Milletvekillerini kendi başlarına çağırmada, aldatmayı ve olupbittiye getirmeyi başaramadıktan sonra, bize bildirim yaptırmayı istemekte gösterilen yumuşaklık da pek ince değil midir baylar?

Saygıdeğer baylar, bu sözünü ettiğim tele yanıt olarak, ilkin şu kısa şifreyi yazdım:

5 Ocak 1920

Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretleri’ne

Y: Önergeyi veren milletvekillerinin adlarının ve bu önergeyi kime verdiklerinin bildirilmesini bekliyoruz efendim.

Heyeti Temsiliye adına Mustafa Kemal

Harbiye, 6 Ocak 1920-Ankara’da Yirminci Kolordu Komutanlığına

Y: 5 Ocak 1920 Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne: Milletvekillerinin adları şunlardır: Hüseyin Kâzım, Tahsin, Celâlettin Arif, Hamit… ve başkalarıdır. Bana getirenler baştaki iki kişidir.

Harbiye Nazırı Cemal

Baylar, sonradan bize verilen bilgiye göre, bana tel çeken kişiler, milletvekillerinden bir topluluk değildi. Sadrazam, kendi tanıdığı Hakkı Bey adında bir kişiyi -Siverek Milletvekili olduğunu öğrenmesi üzerine- ve Hüseyin Kâzım Bey’i, yanına çağırarak, bana kısa bir tel yazdırmış. Bu teli kimi kişilere elden imza ettirmişler. Şifreli gönderilmek üzere, Hakkı ve Hüseyin beyler Cemal Paşa’ya götürmüşler.

Demek, beş maddelik olan ve önerge adı verilen telyazısı, sonradan uydurulmuştur. Aslına bakılırsa, önergeden söz edildiği halde bunun sunulduğu katın daha var olmaması da bu işte dolap ve özel erek olduğunu göstermeye yeterdi. Meclis yeni açılmıştı ve Meclis Başkanlığı daha görevine başlamış değildi. Bununla birlikte, Cemal Paşa’nın bu telini aldıktan sonra, şu şifre teli yazdım:

Ankara, 9.1.1920

Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretleri’ne

Hüseyin Kâzım, Tahsin, Celâlettin Arif, Hamit beyefendilere: Ankara’ya gelmenin kötü yorumlara yol açacağı üzerine, Harbiye Nazırı Paşa Hazretleri aracılığıyla bildirilen görüşlerinizi öğrendik. Konu, yurdun ve ulusun varlığı ile ilgilidir. Meclisi Milli’de ulusal örgüte dayanan güçlü grup kurulmaz ve Sivas Genel Kongresiyle ulusun bütün dünyaya duyurduğu kararlar, büyük çoğunlukça bir inanç ve bir ilke olarak benimsenemezse, ulusal hizmetimizin sağlayacağı başarı boşa gider. Ülke bir felâkete uğrayabilir. Bundan dolayı, birtakım vatansız ve dinsizlerin propagandaları bizim için uyulacak ilke olamaz. Amaç, ulusun esenliği ve yurdun kurtuluşudur. Bir iki günlüğüne buyurmanız ve karşılıklı görüşerek ülkü birliğine varmamız bizce pek önemlidir. Buna göre tutulacak yolun seçilmesi yüksek görüşünüze bağlıdır. Saygılarımızı sunarız efendim.

Heyeti Temsiliye adına Mustafa Kemal

Bayburt’ta Bir Yalancı Peygamber

Saygıdeğer baylar, İstanbul’un, değindiğimiz ve açıkladığımız can sıkıcı durumuyla uğraşırken, yurdun doğu ucunda da bir yalancı peygamberin ortaya çıkardığı önemlice ve kanlı bir olay geçiyordu. Bu konu üzerine On Beşinci Kolordu Komutanlığından birçok raporlar geliyordu. Bayburt’a dört saatlik yerde “Hart Köyü” vardır. Bu köyde oturan Eşref adında bir şeyh, halka Şiilik aşılıyormuş. Buna üzülen Bayburt Müftüsü ve hocalar, Şeyhi çağırarak sorguya çekmek için meydana getirdikleri bir kurulu Hart’a göndermişler ve yerel hükümet adına Şeyhi çağırmışlar. Şeyh bu çağrıya gelmemiş. Hükümetçe, 50 kişilik bir birlik gönderilmiş. Buna büsbütün kızan Şeyh, müritlerini başına toplayarak birliğe saldırmış; silahlarını ve cephanesini almış; erlerini ve subaylarını tutsak etmiş ve kimilerini de şehit etmiş. Bunun üzerine, çevredeki bazı birlikler, Bayburt’ a gönderilmekle birlikte, işin kan dökülmeksizin barış yoluyla bir sonuca bağlanması yeğ tutulmuş. Şeyhin yanına hocalardan ve üst subaylardan meydana getirilen birkaç kurul gönderilmiş. Hükümete boyun eğmesi için öğütler verilmiş… Böylece boşuna on altı gün geçirilmiş. En son giden, Erzurum Kadısı başkanlığındaki kurulun ricası da Şeyh Eşref üzerinde bir etki yapmamış. Tersine, Şeyh bunlara: “Hepiniz kâfirsiniz! Kimseyi tanımam, boyun eğmem, savaşacağım! Tanrı bana şeriatla görevlisin, dedi.” yolunda bir ültimatom vermekle birlikte, bir yandan da köylere “Şeriat İyesi” ve “Beklenen Mehdi” imzalarıyla birtakım bildiriler göndererek halkı aldatmış ve kendisine katılmalarını sağlayarak başkaldırmış. Bunun üzerine Bayburt’a gelip Dokuzuncu Tümenin komutasını ele alan Yarbay Halit Bey, 25 Aralık 1919 günü, yeterince kuvvetle Hart’a gider. Şeyh, topladığı ayaklanıcılarla karşı koymaya karar verdiğinden topçu ve piyade birliklerinin Şeyh’le çarpışması ve savaşması gerekmiştir. Bu sırada, Şeyh’in adamlarından birtakımları da, Hart’a yardım etmek üzere, yakın köylerde toplanırlar. Sonunda, Yarbay Halit Bey’in Bayburt’tan doğrudan doğruya bana gönderdiği 1 Ocak 1920 günlü şifresinde dediği gibi: “Hart olayı, yalancı peygamberle oğullarının ve adamlarından kimilerinin öldürülmesi ve Hart’ın alınmasıyla sonuçlanmıştır.”

Halit Bey, bu şifresinde, milletvekilleriyle ilgili kimi bilgiler de verdiğinden kendisine 1/2 Ocak 1920 günü şu şifreyi yazdım: Hart olayında siz kardeşimin elde ettiği başarıyı kutlar ve milletvekillerinin Ankara’ya gelmeleri yolundaki çalışmalarınıza teşekkür ederim.

Mustafa Kemal

 

TEILEN
Önceki İçerikİKİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE TÜRKİYE
Sonraki İçerikATATÜRK İLKELERİ
Bağımsız, özgür, hiç bir kişi yada kurum ile nakdi, ayni yardım ilişkisi içinde olmayan, sadece özgür gazetecilik ve habercilik yapan, çevreye, doğaya ve canlı haklarına saygılı, gazetecilik anlayışı ile gündeme ışık tutmak için yola çıktım. Amacım sadece gazetecilik...

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here