TEK PARTİLİ SİTEMDEN ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ

0
603

TEK PARTİLİ SİTEMDEN ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ

Türkiye Cumhuriyeti, 1950’de yapılan seçimler ile ilk defa ‘Tek Partili Sistemden Çok Partili Hayata’ geçişi yaşayarak, Atatürk ile başlayan, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu daha sonra siyasi parti hüviyetini alırken, ‘Halk Fırkası’ ve bu günkü parlamenter sistem içinde Cumhuriyet Halk Partisi  ‘CHP’ ismini alarak ikamesini devam ettirmiştir.

Yine Cumhuriyet Halk Partisi yani CHP, Atatürk ile başladığı serüvenine onun vefatı ile birlikte ‘Milli Şef’ İsmet İnönü ile devam etmiş, ancak 2.Dünya Savaşı sonrası dünyanın değişen konjoktürel yapısı karşısında bu sistemde daha fazla direnemeyerek, Atatürk’ün Başbakanı Celal Bayar ve bazı arkadaşlarının CHP’den ayrılarak Demokrat Partiyi kurmaları 2.Dünya Savaşı sonrası Türkiye’de yaşanan en büyük siyasi hareket olmuştur.

Bu siyasi hareket, CHP’nin siyaseten 27 yıllık iktidarına son verirken aynı zamanda Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Demokrat Parti Genel Başkanı ve Başbakan olarak Adnan Menderes 27 Mayıs 1960 ihtilaline kadar Türkiye’yi yönetmiştir. Bu arada eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’de 14 Mayıs 1950 seçimlerinden sonra ana muhalefet partisi lideri olarak 1974 tarihine kadar CHP Genel Başkanı olarak görevini sürdürdü.

1920-1923 TBMM’ inde Ortaya Çıkan Gruplar

Türkiye de parlamenter demokratik rejimi oluşturma çabaları, Kanun-i Esasi’nin kabulü ile ortaya çıkmış, İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesi ile birlikte de parlamenter dönem kısmen başlamıştır. Cumhuriyet döneminde (1923-1938) çok partili hayata geçiş denemelerine yer verilmiş olsa da arzu edilen başarı gösterilememiştir.

Milli mücadele döneminde, Meclis Başkan Mustafa Kemal Paşa’nın çevresinde odaklaşan ‘Birinci Grup’ Müdafaa-i Hukuk grubu olup, siyasi bir parti niteliği olmayan ama ülkenin genelinde şubesi bulunan ve etkinlik gösteren Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine dayanmaktaydı. Bu arada 23 Nisan 1920’de TBMM açılmış, farklı beklentiler ise tek bir ortak amaçta birleşilmişti. ‘Tam bağımsızlık’. Aynı zamanda, 1921 Mayıs’ından 1922 Temmuz’una kadar geçen dönemde, Mecliste ‘İkinci Grubun’ ortaya çıkmasına yol açan belli başlı temel konular, olmakla birlikte asıl görüş ayrılığı Mustafa Kemal Paşa’ya verilen yetkilere karşı çıkılmasından kaynaklanıyordu.

İkinci Grup ise, bir tür muhalefet partisi görünümünde olup, belirli bir lideri yoktu. İktidarın karşısında muhalefette bulunan tutucu bir siyasal partinin, Hükümet icraatını denetleme görevini yapıyordu. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren çok partili siyasi hayata geçmek için yapılan teşebbüsler, (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Serbest Cumhuriyet Fırkası) başarısızlıkla neticelenmiş, fakat bu istek ve arzu zorunluluklar sebebiyle başvurulan ve zamanı geldiğinde yerini çoğulcu demokrasiye bırakacak olan geçici bir rejim olarak görülmüştü.

2.Dünya Savaşı rolü

İkinci Dünya Savaşının ortaya çıkması siyaset alanında da bir takım sıkıntıları beraberinde getirmiştir. Yaşanan siyasi durumu koruyabilmek için takip edilen siyaset, müttefik devletlerce hoş karşılanmamıştı. Savaş sonrası, her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de iktisadi güçlükler başlamıştı. Türkiye’nin siyasi ve ekonomik menfaatleri kesinlikle Batılı devletler yanında yer almakla sağlanabilirdi. Savaş sonrası hat safhaya varmış olan halkın hoşnutsuzluğunu demokratik yollarla yönlendirme ve olası patlamaları önleme kaygısı mevcut olup; Türkiye savaşa girmemiş olmakla birlikte İkinci Dünya Savaşı boyunca büyük bir orduyu seferber halde tutmuş, halkın % 80’ini oluşturan köylülerden büyük bir özveri istenmişti.

Çok partili hayatı zorunlu kılan diğer bir etken olarak da varlık vergisi, toprak reformları, ormanların devletleştirilmesi gibi kararlara karşı çıkan sınıfın azımsanmayacak ölçüde mevcut olmasıydı. Toprak Mahsulleri Vergisi, tarım ürünlerinden elde edilen kazançları hedef aldığı için varlık vergisinden uzak kalan Müslümanları etkilemişti. Bu şartlarda mevcut rejim ağır tenkide uğradı. Tartışmalarda ön planda yer alan Aydın Mebusu Menderes, Türkiye’de ki siyasi rejimin Birleşmiş Milletler Anayasası ile bağdaşmayacağını çok açık ve sert şekilde tenkit etmişti. Cumhurbaşkanı İnönü, savaşın sona ermesinden altı ay kadar önce, 1 Kasım 1944 tarihinde TBMM’nin Yedinci Dönem İkinci Yasama Yılını Açış Konuşmasında mevcut idarenin halk idaresi olduğunu ve demokrasinin Türkiye’nin özel şartları çerçevesinde geliştiğini savunmuştur. İkinci Dünya Savaşı boyunca Türkiye’nin hep müttefikleri desteklediğini ve mevcut rejimin totaliter rejimlerden farklı olduğunu savunarak, müttefiklerin tepkisini azaltmaya ve Sovyet baskısına karşı Amerikan desteğini kazanmaya çalışmıştır.

Sonuçta Türkiye’nin çok partili hayata geçişinde özellikle, Amerikan yardımı ve Sovyet tehdidi gibi iki dışsal etkene vurgu yapılır. Bunların yanında iç politikada savaşı kazanan devletlerin siyasal sürecini yeğlemek zorunda kalışı, halktaki hoşnutsuzluk ve CHP içindeki hizip mücadelesi de çok partili sürece geçişin nedenleri olarak sayılabilir. Bu süreçte ilk kez Nuri Demirağ tarafından 6 Haziran 1945’de “Milli Kalkınma Partisi” kurulmuş; Ancak bu parti bir varlık gösterememiştir.

Demokrat Partinin Doğuşu

Demokrat Partiyi doğuran muhalefet hareketi, 1945 yılı Toprak Kanunu Tasarısı ile ilgili tartışmada, Adnan Menderes’in yaptığı eleştiriler ile dikkati çekmişti. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, “Dörtlü Takrir” in verilmesinden bir kaç ay sonra 11 Haziran 1945’te kabul edildi. Yasa, CHP’nin dayandığı sosyal tabanlardan birinin partiden kopuş sürecini başlatmış olması itibarıyla önemlidir. Dörtlü Takrir sahipleri Vatan Gazetesinde açıkça muhalefete başlamışlardı. Dörtlü Takrir diye adlandırılan bu önerge CHP grubunca reddedilmekle beraber kamuoyunda olumlu bir izlenim bırakmıştı. Sert tartışmalar sonucu Adnan Menderes ve Fuat Köprülü partiden çıkarıldı. Celal Bayar’da partiden istifa etti. Arkadaşlarının çıkarılmasının tüzüğe aykırı olduğunu belirten Koraltan ’da partiden çıktı. Böylece ‘Demokrat Partinin’ dört kurucusunun CHP ile ilişkisi kalmadı. Bayar tarafından 1 Aralık 1945’te basına verilen bir demeçle, arkadaşlarıyla yeni bir parti kurma girişiminde oldukları resmen açıklandı. 7 Ocak 1946 da DP resmen kuruldu.

Sonuç olarak; Atatürk’ün ölümü ile birlikte önce Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde parti içinde CHP’de küçük çapta ‘Cumhurbaşkanlığı krizi yaşanmıştır. O dönemde yaklaşık bir yıllık süreçte aralarında mesafe olan Atatürk ile İnönü, Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanlığı için düşünülen ilk isimlerden değildi. Fevzi Çakmak, Fethi Okyar, Celal Bayar gibi siyaseten etkili isimlerin Cumhurbaşkanı olması düşünülürken, Genelkurmayın ve askerlerin destekleri ile Cumhurbaşkanı makamına İsmet İnönü oturuyordu. Bu süreç özellikle Atatürk sonrası gelişen yeni düzen ve tek partili sistem 2.Dünya Savaşına katılmayan ama özellikle ekonomik ve sosyal anlamda Türkiye’yi etkileyen savaş ve konjoktürel durum Türkiye’nin siyasal hayatını etkileyerek yeni bir sürecin ortaya çıkmasına aynı zamanda 2.Dünya Savaşı sonrası bölgesel anlamda SSCB’de oluşan Komünizm ve soğuk savaş yılları politikaları Türkiye’yi yakından ilgilendirdiği için Demokrat Parti döneminde jeopolitik ve jeostratejik açıdan bölgesel anlamda kendimizi koruma içgüdüsü yönümüzü Amerika ve NATO konseptine çevirmek durumunda bırakmıştır.

Tek Partili Sistemden çok Partili Hayata geçiş, konusunda daha önceleri denemeler yapılmışsa da; Özellikle Atatürk Cumhuriyet rejimi ile birlikte öncelikli olarak, yurdun kalkınması ve refahı, sanayileşme, eğitimde, sağlıkta, hukuk ve insan hakları gibi evrensel konularda öncelikli olarak gelişip büyümemizi, ülke olarak sanayi, ticaret ve tarımda kendi ayaklarımız üzerinde ‘Yeni Türkiye’yi inşa etme fikri, aynı zamanda savaş sonu yoksulluk, eğitimsizlik ve cahillikle mücadele amacı bu konuyu Atatürk’ün ertelemesine neden olmuştur.

Sanırım, Atatürk Türk Halkının, demokrasiyi daha içselleştirmesini ve siyasi hayatın halk tarafından daha iyi anlanıp, kavranılması için aynı zamanda birinci önceliğin halkın ve ülkenin gelişmesi,ikinci önceliğin ise siyasetin yerelde yaygınlaşmasını öngördüğünden çok partili hayata geçmeyi, Türk Halkının daha siyaseti anlamadığı ve eğitim aşamalarının tamamlanmadığından ötürü ertelediğini düşünmekteyim. Bu gün görüyorum ki Atatürk öngörülerinde haklıymış. Türk Halkı 95 yıllık Cumhuriyeti anlamadığına göre daha siyaseti içselleştiremediklerini ve çözemediklerini düşünüyorum.

 

 

 

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here