ABD’NİN ÖNEMLİ STRATEJİ VE TEORİLERİ
AMERİKAN DIŞ POLİTİKASINDA JEOPOLİTİK TEORİLER
Amerika’nın temel prensibi ve stratejisi, ülkelerin kendi işine yaradığı sürece dostu olduğu kendi çıkarlarına ters düştüğü zaman stratejisini değiştirerek küresel bir düşman olarak görmektedir. Amerika çıkarları için Başkan Bush’un söylediği gibi ‘Ya benim yanımdasın ya da karşı tarafta’ diyerek geliştirdiği doktrinler ile yaklaşımlarını somutlandırmıştır.
Teori, Doktrinler ve İlkeler
Amerika’nın geliştirdiği bakış ve yaklaşımlar dış politikasını da belirlemektedir. Dört Joe Stratejisinin teorileri Amerika’nın sömürü perspektifini belirleyen teoriler olmuştur. Alfred Thayer Mahan’ın ‘Deniz Kuvvetleri’, Sir Halford J.Mackinder’in ‘Kara Hâkimiyeti’, Nikholas J. Spykman’ın ‘Kenar Kuşak’ ve A.P.Severky’nin ‘Hava Hâkimiyeti’ teorisi.
Yine Amerikan Başkanların geliştirdikleri ve uyguladıkları teoriler ile dış politikalarını geliştirmiş emperyal dünyanın sömürgeciliği anlamında bu doktrinler belirleyici olmuştur. Monroe Doktrini, Truman Doktrini, Eisenhower Doktrini, Nixon Doktrini, W.Bush Doktrini sömürü düzeninin bir parçasıdır. Ayrıca 1.Dünya Savaşı sonrası ise Amerikan’ın 28.Başkanı Thomas Woodrow Wilson’un geliştirdiği Wilson İlkeleri ile Self-Determination uygulamaları bunun en tipik örneğidir.
Teoriler
Alfred Thayer Mahan’ın ‘Deniz Kuvvetleri’ Teorisi
Alfred Thayer Mahan; ( 1840-1914 )
1890 yılında Alfred Thayer Mahan tarafından The Influence of Seapower Upon History, 1660–1783 adıyla yayımlanmıştır. Yazıldığı andan itibaren dünyada neredeyse bütün dillere çevrilen bu eser aslında Amerikan Deniz Harp Akademisinde ders notları olarak hazırlanmış ve daha sonra kitap haline getirilmiştir. Mahan, önsözünde çalışmasının ana amacını Avrupa ve Amerika’nın genel tarihini, deniz gücünün bu tarihin akışına olan etkisini özel bir önem vermek suretiyle incelemek olduğunu yazmaktadır. Kitabında yelkenli gemi devrinin belirleyici özelliklerinin henüz başladığı 1660 yılından, Amerikan İhtilali’nin 1783 yılındaki sona ermesine kadar olan zaman dilimini ele almaktadır. Genel tarih içinde birbirini izleyen denizcilik hadiseleri zincirini bilinçli olarak tam sırasıyla vermediğini, net ve doğru bir açıklama yapmaya gayret ettiğini belirtmektedir.
Donanması Sancak Subayı, jeostratejist ve tarihçidir. 19. yüzyılın en önemli Amerikan stratejisti olarak anılmaktadır. Onun “deniz gücü” konsepti büyük donanmalara sahip devletlerin dünya çapında büyük etkiye sahip olacağı görüşüne dayanır ki bu görüşü de değindiğimiz kitapta sunulmaktadır. Mahan’ın konsepti, dünya çapında özellikle Birleşik Devletler, Almanya, Japonya ve İngiltere deniz kuvvetlerinin stratejik düşüncesini şekillendirmekte muazzam etkiler yapmış, Birinci Dünya Savaşı öncesi deniz silahlanma yarışına sebebiyet vermiştir. Mahan’ın fikirleri Birleşik Devletler donanma doktrini üzerinde hâlâ etkilidir. A. T. Mahan ayrıca “Orta Doğu” terimini icat eden kişidir. 1902 yılında, National Review dergisinde yazdığı “The Persian Gulf and International Relations” makalesinde “Orta Doğu” terimini icat etmiş ve bu terimi kullanmıştır.
Sir Halford J.Mackinder’in ‘Kara Hâkimiyeti’, Teorisi
Sir Halford John Mackinder; ( 1861-1947 )
İngiliz bir coğrafyacı ve politikacıydı. 1920 yılında çalışmaları için şövalye edildi. Mackinder, birleşik ve tanınmış bir akademik disiplin olarak coğrafya kurmada etkiliydi. Dünyanın jeopolitik anlayışının iki parçaya bölünmüş olmasıyla ünlüdür. Üstün Avrasya “kalbi” ve dünyanın geri kalan kısmı. Mackinder, “kalbi” kontrol edenlerin dünyayı kontrol edeceği konusunda uyardı ve dengeyi korumak için bir Atlantik topluluğunun oluşmasını önerdi. Ne yazık ki, onun fikirleri Karl Haushofer tarafından kabul edildi ve Almanya’yı etkiledi. Teorilerinin pek çok yönünün yanlış olduğu kanıtlanmış olmasına rağmen, dünyadaki çatışmaları ve güçleri değiştirmeye yönelik çabaları, devam eden jeopolitik çalışmalara temel oluşturmuştur. Uluslararası ilişkilerin daha derin bir anlayışı, her bir ulusun fiziksel, coğrafi yapısının yanı sıra tarihsel, sosyal ve manevi yönlerini de göz önünde bulundurarak, insan yaşamına ilişkin tüm faktörleri dikkate almayı gerektirir.
Mackinder’ın çalışması, Birleşik Krallık ‘ta ayrı bir disiplin olarak coğrafya kurmanın yolunu açtı. Oxford Üniversitesi 1934 yılına kadar bir sandalye tayin, ancak University of Liverpool ve Galler Üniversitesi hem coğrafya öğretimi güçlendirmede 1917 yılında Mackinder’in 1923 His rolü Londra Ekonomi Okulunda kişisel sandalye verildi. Aynı zamanda, dünya merkezi boyunca yinelenen çatışmalarda gördüğü toprak güçleri ve deniz güçleri arasındaki ayrımı ve dünyanın merkezi kara kütlesi kavramını tanıtmakla da tanınıyor. Onun doktrini, Dünya Savaşları ve Soğuk Savaş sırasında etkiliydi. Çünkü Almanya ve daha sonra Rusya her biri Heartland’ı yakalamaya ve güçlendirmeye çalıştı, Mackinder’ın öngördüğü girişimleri ve bunun hakkında uyarıda bulundu. Ne var ki, Hitler’in çabaları başarısızlıkla sonuçlanırken, Kalbi işgal eden Sovyet imparatorluğu ekonomik kaos ve isyanın ortasında ayrı cumhuriyetlere dönüştüğünde onun teorisi gözden düşmüştü.
Nicholas John Spykman Kenar Kuşak Teorisi
Amerikalı Profesör Nicholas J. Spykman ( 1893-1943 )
Jeopolitik düşünceleri ile II. Dünya Savaşı sonrası Amerikan dış politikalarının mimarı olarak kabul edilmektedir. Hollanda asıllı bir göçmen olan Spykman, 1913- 1920 yılları arasında Yakındoğu, Ortadoğu ve Uzakdoğu’da gazetecilik yapmış ve 1923- 1925 yıllarında California Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler dersleri vermiştir. Yale Üniversitesi tarafından 1935 yılında kurulan Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü’nün ilk yöneticisidir. Spykman’ın jeopolitik üzerine olan düşüncelerini iki temel eserinde görmek mümkündür. 1942 yılında Yale Üniversitesi tarafından yayınlanan America’s Strategy in World Politics ( Dünya Politikasında Amerikan Stratejisi ) isimli kitabında devletler arası ilişkilerdeki güç kullanımı ve güç dengesi siyasetini incelemiştir.
Spykman, jeopolitik üzerine olan görüş ve analizlerini 1942 sonbaharında Yale Üniversitesinde verdiği bir konferansta dile getirmiştir. Bu konferanstaki konuşmalarını kitaplaştıramadan 26 Haziran 1943 yılında ölmesi üzerine Yale Uluslararası Araştırmalar Enstitüsündeki çalışma arkadaşları bir araya gelerek Spykman’ın konferans notlarını kitap haline getirmişlerdir. The Geography of Peace ( Barışın Coğrafyası ) isimli bu kitap Yale Üniversitesi tarafından 1944 tarihinde yayınlanmıştır. İngiliz jeopolitikçi Mackinder’ın Heartland teorisine karşılık Spykman Rimland teorisini bu kitapta ortaya koymuştur.
Spykman, doğal kaynakları ve nüfus yoğunluğu sebebi ile tarihin kuzey yarım kürede, ekvator çizgisinden uzak ılıman iklimlerde yazıldığını, ABD’nin kuzey yarım kürede yer alan kıta büyüklüğündeki zengin toprakları ile çok şanslı bir coğrafyada bulunduğunu, Kanada ve Meksika gibi siyaseten zayıf devletlere komşu olduğunu, her iki okyanusa bakan cepheleriyle dünya deniz yollarına kolaylıkla ulaşabileceğini ancak tüm bu avantajlarına rağmen Batı Avrupa ve Doğu Asya kıyıları arasında kaldığını, diğer bir deyişle ABD’nin Avrasya tarafından kuşatılmış olduğunu söylemiştir. Spykman, ABD’nin Batı yarı küresindeki hakimiyetini şöyle açıklamıştır; ” Tarih bize nazik davrandı; coğrafya bizi büyük ölçüde kolladı; fırsatlar çok iyi değerlendirildi ve sonuçta ülkemiz bugün Yeni Dünya’nın en önemli siyasi varlığı oldu. Coğrafi ve stratejik faktörler, ham maddeler ve nüfus yoğunluğu, ekonomik yapı ve teknolojik gelişme, bütün bunlar Amerika’nın Batı yarı küresinde hegemon bir duruma gelmesine yardımcı olmuştur. ”
Spykman, Amerikan dış politikasına karar verecek olan elit beyinler için şu görüş ve önerilerini sunmaktadır;
- Bir Avrupa Federasyonu fikri, ABD’nin teşvik edeceği rasyonel bir fikir değildir.
Bütünleşmiş bir güç değil, dengede tutulan ayrı ayrı güçler Amerika’nın çıkarlarına uygundur. Federal ve bütünleşmiş bir Avrupa, bir Atlantik gücü olarak ABD’nin önemini büyük ölçüde azaltacak ve Batı Yarı Küresindeki pozisyonunu zayıflatacak bir gücü bir araya getirecektir.
- Eğer ABD’nin savaş sonrası düşündüğü hedef, birleşik bir Avrupa’nın meydana getirilmesi ise, Amerika yanlış tarafa savaşmaktadır. Hitler’e yapılacak yardım, Atlantik ötesinde entegre olmuş bir Avrupa’nın oluşmasına en kestirmeden giden yoldur.
- Eğer ABD’nin çıkarları bütünleşmiş/ federal bir Avrupa’nın oluşmasının engellenmesini gerektiriyorsa, Avrupa’da bir veya iki devletin hakim duruma gelmesi engellenmelidir.
- Savaş sonrası dönemine Avrupa iki veya üç büyük devletle girecektir. Bu devletler;
Büyük Britanya, Almanya ve Sovyetler Birliği ( Rusya ) olacaktır. Portekiz, İspanya, Fransa,
İtalya, İsveç, İsviçre ve diğer devletler tali derecede güç statüsüne sahip olacaklardır. En büyük güçlük, Almanya ve Rusya’yı dengelemekte görülmektedir.
- Müttefikler savaştan zafer ile çıktıkları takdirde Sovyetler Birliği dünyanın en büyük savaş potansiyeline sahip sanayi devletlerinden biri olacaktır.
- Almanya tamamen yok edilmediği sürece, I. Dünya Savaş’ından sonra görüldüğü gibi etkili bir askeri güç olmaya devam edecektir. En kolay çözüm, sınırları Almanya ve Rusya’yı komşu yapacak şekilde çizmektir. Bu mümkün olmayacaksa, bu iki ülke arasına Baltık Deniz’inden Akdeniz’e uzanan bir Doğu Avrupa Federasyonu yerleştirmektir.
- ABD için, her seferinde ülkesine geri dönüp, daha sonra büyük kuvvetler ile Avrupa güç bölgesine gelmektense, bu bölgede az da olsa askeri varlığını muhafaza etmek daha ucuza gelecektir. Bu Avrupa güç bölgesinin, ABD’nin dışarıdan katılacağı bölgesel bir Milletler Topluluğu oluşturması desteklenmelidir. Böyle bir topluluk, Avrupa’nın politik işlerine devamlı olarak katılmanın yegâne yoludur. Avrupa’da güç dengesinin muhafaza edilmesi için ABD’nin bölgede kuvvet bulundurması gereklidir.
Alexander P. De Seversky Hava Hakimiyeti Teorisi
Alexander P. De Seversky ( 1894-1974 )
Havacılık sanayinde ve dolayısı ile kuvvetlerinde meydana gelen gelişmeler, hava kuvvetleri gücüne dayanan hakimiyet kavramını beraberinde getirmiştir. Hava hakimiyeti yaklaşımının temelleri Birinci Dünya savaşı sonrasında İtalyan Generali Giulio Douchet (1896-1930) ve ardından Amerikalı havacılar George T. Runner ve General William Mitchel (1879-1936) tarafından atılmış ve daha sonrasında, Alexander P. De Seversky tarafından geliştirilmiştir.
Bu teoriye göre; bir devletin dünya hakimiyetini sağlayabilmesi için havada üstünlük sağlayan güçlü bir hava filosuna sahip olması gerekmektedir. Seversky’e göre, hava kuvvetlerindeki gelişmeler sonrasında, eski jeopolitik teoriler değerlerini yitirmişlerdir. Uçaklar ve füzeler coğrafi zorlukları ortadan kaldırmış, zaman ve mesafe kavramlarını da değiştirmiştir. Yeterli ekonomik kaynaklara sahip olan bir devlet, hangi coğrafya olursa olsun oraya, dolayısı ile Dünya’ya hükmedebilecektir. Runner’a göre ise, yeterli hava gücüne sahip olmadıkça, bölgelerin önemi yoktur.
Hava araçlarının kıtalar arasında kat edeceği en kısa geçiş yolu durumunda bulunan Kuzey Kutbu bölgesi, yeni bir Heartland bölgesidir. Hava hakimiyeti teorisinin en önemli uygulayıcıları ABD ve İngiltere olmuştur. ABD ve İngiltere, tüm çıkarlarının olduğu bölgeleri kontrol altında tutmak amacıyla hava üsleri kurmuşlar ve sürekli hareket halinde bulunan uçak gemilerine sahip olmuşlardır. Dünyanın değişik bölgelerinde meydana gelen krizlerde bu üsler ve uçaklar kullanılmıştır. Ayrıca hava boyutu uzaya doğru genişlemiştir. Uzay, haberleşme ve istihbarat sağlama olanaklarının dışında anti balistik sistemlerin yerleştirilmesine de olanak sağlayacak potansiyeldedir.
Hava boyutunun uzaya genişlemesi, son yıllarda meydana gelen bir gelişmedir. Uzay gerek gözlem, haberleşme ve istihbarat, gerekse de anti-balistik (nükleer) sistemlerin yerleştirilmesine yönelik olarak kullanılmaktadır. Bunlar son derece pahalı sistemler olması nedeniyle, ABD ile giriştiği silahlanma yarışında SSCB’nin çöküşünde önemli bir etken olmuştur. ABD Başkanı George W. Bush’un 2004’te “Uzayın Keşfi Vizyonu” adı altında açıkladığı “Ay’da üs kurma ve Mars’a insan gönderme” projesi bu kapsamda ele alınabilir.
canemregündem.com