PAROLA 555 K

0
907

 

Can Emre

DARBEYE GİDEN YOLDA SON ALTIN VURUŞ

PAROLA 555 K

‘ Kitap Tadında ‘ 

Önce; küçük bir paylaşımla açılışı yapalım.

Nereden Nereye Geldik?

* CHP içindeki muhalefet, 1945 bütçe görüşmelerinde tavan yapmıştı. Bayar ve arkadaşları, bütçeye ret oyu vermiş, ardından da “dörtlü takrir” adlı önerge vermesi, bardağı taşıran son damla olmuştu.

Daha sonra partiden, sert muhalefet ve yazılar nedeniyle, Menderes ve Köprülü ihraç edilince, Bayar ve arkadaşları da istifa ederek, CHP’ den ayrıldılar. 2.Dünya Savaşının yıkıcılığı, ekonomik sorunlar, buhranlar, İnönü’yü bir hayli zor duruma düşürmüştü, arayış içindeydi.

Daha sonra 1 Aralık 1945′ te Celal Bayar ile bir araya gelen İnönü, “tek partili sistemden, çok partili hayata geçiş” için anlaşınca, Bayar ve arkadaşları da, 7 Ocak 1946′ da ‘Demokrat Partiyi’ kurarak, siyasete giriyorlardı. Ve 1946 seçimlerinde ipi, yine CHP’nin göğüslemesine rağmen, 1950 seçimlerinde, 27 yıllık CHP iktidarı son bulurken; ilk kez İnönü, muhalefete düşüyor, Bayar Cumhurbaşkanı, Menderes ise hem Başbakan, hem de Demokrat Parti Genel Başkanı olarak, 27 Mayıs 1960 darbesine kadar, 10 yıl Türkiye’yi yönetiyordu.

* Ayrıca şunu da ilave edelim;

2.Dünya Savaşına girmesek te, savaşın ekonomik ve sosyal yıkıcılığı, tüm ülkede çok ağır hissedilmişti. Evet, savaşa girmemek, İsmet İnönü’nün siyasi başarısı olarak görülse de, 1939-1945 yılları tarihe, “buhranlı yıllar” olarak geçmiştir.

Bu kapsamda; SSCB’ nin sözde “Komünizm” tehdidi, ardından da Stalin’in bizden; Kars, Ardahan ve Artvin’i istemesi, boğazlar sorunu yaratması, İnönü’ yü şaşırtmış ve çıkmaza sokmuştu.

Malum ABD bölgede tek emperyal güçtü. ABD’ nin 33. Başkanı Truman, “Truman Doktrini ve Marshall Yardımları” kapsamında, bölge ülkelerini çevreleme politikası sonucu, bizimde bir tarafta Rusya, diğer tarafta ABD baskıları karşısında aslında, SSCB’ nin “yağmuruna tutulmamak” için, Amerika’nın şemsiyesi altına girerken,  aslında yine onun şemsiyesi altına girdiğimizde “doluya tutulacağımızı” fark edemiyorduk.

Hem de ne dolu.

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Başbakan Hasan Saka 4 Temmuz 1948′ de ‘Marshall Yardımları’ anlaşmasını imzalayarak, ABD ile  siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda adeta nikahlanıyorduk. Daha sonra ise yine İnönü bu kapsamda, yeni kurulan NATO’ ya girmek için ABD’ ye müracaat etse de, bu öneri kabul görmüyor, Demokrat Partinin Kore’ye asker göndermesi ile “iyi niyet göstergesi” olarak, NATO’ ya 18 Şubat 1952’de dahil ediliyorduk.

Bu süreç sonunda, önce İnönü ile Marshall Yardımları, daha sonra Bayar-Menderes ile NATO’ ya girişimiz, bizi Amerika’ya bağlarken; Atatürk’ün Ulusal Ordusu, “Ulusal olma özelliğini” kaybederek, adeta Amerika’ nın güdümüne giriyor; bu kapsamda Ordu içindeki “Genç Subaylar” Amerika’da, askeri eğitimin ardından, yine Ordu içinde, önemli görevlere ve mevkilere terfi ettiriliyordu.

555 K Neydi

Bu parola, darbeye giden yolda son “Altın Vuruştu”

5’inci ayın 5’inde, saat 5’te, Kızılay’da.

Demokrat Parti iktidarı ile birlikte Adnan Menderes, alınan Marshall Yardımları ve girilen NATO konsepti, ardından Amerika’nın, iktisadi, ticari ve askeri anlamda yardımları ve kredileri ile ülke içinde, bir şeyler yapmak istiyordu. Ayrıca; Türkiye’yi kuran Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk, ardından Halk Fırkası, daha sonra Cumhuriyet Halk Fırkası ve son olarak ta, Cumhuriyet Halk Partisi ile gerek devlet, gerekse parti politikası ile çağdaş ve modern normlarla, ülkeyi donatıp; cumhuriyet temelinde, laik, demokratik hukuk, ve eğitim, aynı zamanda sağlıkta, devrimleri ile  genç Cumhuriyeti inşa ediyordu.

Onun ölümünden sonra, başta siyaset olmak üzere, bir çok olaylar ve değişimler yaşanıyordu.

1950 seçimlerinden sonra, muhalefete düşen CHP ve onun Genel Başkanı İsmet İnönü, daha önceden CHP’ den kopan ve iktidar olan eski partililerine, kızgın ve öfkeli,  ayrıca ; muhalefete düşerek, elindeki gücü kaybetmenin etkisiyle, 1950-1960 arasında, Menderes-İnönü “yüksek dozlarda” kavga ederek, siyaset yapıyorlardı.

Üç dönem “1950-1954-1957” seçimlerini kaybeden CHP, özellikle 1957′ den sonra iktidar ve muhalefet arasındaki gerginlik, gitgide artmaya başladı. 1957 seçimlerinde Demokrat Parti, aldığı % 47.88 oy ve 424 milletvekili, Cumhuriyet Halk Partisi ise %41.09 oy oranına karşılık 178 milletvekili çıkartınca, Meclisteki aritmetik, Demokrat Partiyi tamamen hakim kılıyor, CHP ise bu durumda, yeterli muhalefet yapamadığı için bu dağılım ile iktidarı denetleyebilecek, bir güce sahip olamıyordu.

Bu durumda; Mecliste denetleyemedikleri Demokrat Partiyi; dışarıda, sokaklarda, basın ve üniversitelerde, denetleme yolunu seçtiler.

Bu strateji 1958 yılından itibaren varlığını basın ve üniversiteler üzerinde göstermeye başladı. Demokrat Parti- CHP ve Menderes ile İnönü arasındaki söz düellosu daha da sertleşiyordu. Aynı zamanda İnönü, Kurtuluş Savaşında mücadele etmiş, Atatürk’ün silah arkadaşı ve eski Cumhurbaşkanı sıfatı ile yine askerler arasında etkin, aynı zamanda, Ordu üzerinde, halen daha baskı yapacak kadar, güçlüydü.

Ülkedeki gerginlik, azalmak yerine artmaya devam etmekteydi.

Takvimler 1958’i  gösterirken, İnönü’nün Ege gezisinde yaşadıkları, bu süreci daha da hızlandırdı. Basın ve üniversiteler üzerindeki baskı, artarak devam ederken,  aynı zamanda Demokrat Parti üzerindeki baskılarda, günden güne artıyordu. Artık ok yaydan çıkmıştı.

Basın, Demokrat Partiye karşı tutumunu sertleştirmiş ve Demokrat Partiyi faşizanlıkla suçluyordu. Bu olaylar yaşanırken, Demokrat Parti ise boş durmuyor, İnönü’nün sert muhalefeti ve basının söylemleri karşısında, son bir atak ile Mecliste, Tahkikat Komisyonu önergesi veriyordu.

TAHKİKAT KOMİSYONU;

12 Nisan 1960 tarihinde, Bursa Milletvekili Mazlum Kayalar ve Denizli Milletvekili Baha Akşit, “CHP’nin meşru iktidarı en ağır ithamlarla kötülediği, halkı kanunları ihlale ve kanuni tedbirlere karşı direnmeye çağırdığı, fiili tecavüzlere tahrik ve teşvik ettiğini, kardeş kavgası çıkarmaya çalıştığı, orduyu siyasete çekmek için gayret ettiği, yıkıcı ve kanun dışı faaliyetlerde bulunduğu, CHP ile aynı maksatlarla bazı gazete ve dergilerin yalan haberlerle ülkenin geleceğini tehlike altına soktuğunu”, bu sebeplerle 3 aylık bir süre için, 15 kişilik bir “Tahkikat Komisyonunun” kurulmasını talep etmesinin ardından; Meclisten geçerek yürürlüğe girdiğinde, tarihler 27 Nisan 1960′ tı.

Yani, Darbeden 1 ay önce.

Evet bu bir baskıydı ve sansürdü adeta. Karşılıklı silahlar çekilmiş, siyaset adeta ortadan ikiye bölünmüştü.

Muhalefet iktidarı baskıcı, sansürcü ve yok sayıcı politikalarından dolayı eleştirirken, olaylar artık önlenemez boyutlara doğru ilerliyordu. Hamleye karşı hamle. Pimi çekilen bomba misali; sokaklar, meydanlar, gençler, üniversiteliler, memurlar ve sağ ve sol olarak, ortadan ikiye bölünen toplum, karanlık bir dehlize doğru yol alıyordu.

Ve böylece; Parola 555 K. Start alıyordu.
Yani; 5’inci ayın 5’inde, saat 5’te,

5’inci ayın 5’inde, saat 5’te, parolası bu yolda bir start niteliğindeydi.

Hangi yolda?

Darbe yolunda.

Tahkikat Komisyonu yasası, TBMM geçmesinin ardından, Ankara ve İstanbul’da olaylar çıkmış, İstanbul Üniversitesi Hukuk fakültesindeki olaylarda ise 2 öğrencinin ölmesi ile (Turan Emeksiz ve Nedim Özpulat) Ankara Kızılay’da, 5 Mayısta yapılan protesto gösterileri ve daha sonra 21 Mayısta, Harp Okulu öğrencilerinin yaptıkları sessiz yürüyüş, yaklaşan askeri müdahalenin açık belirtileri olarak tarihe geçerken, aslında “27 Mayıs 1960 Darbesine giden yolda, son altın vuruş yapılmış” oluyordu, 555 K ile.

Ve bizi bundan sonra, her 10 yılda bir yapılan darbeler ile “1960-1971 ve 1980”  sözde bugün “Stratejik Ortak” olarak görülen, Amerika’nın kucağına doğru itiyordu.

Amerika derken, Amerikan halkından bahsetmiyorum, Amerika’ yı ele geçiren, yani bugün ABD Merkez Bankası FED’i ele geçirmiş bir avuç Yahudi aileden, yani bugün Küresel Baron olarak isimlendirilenlerden bahsediyorum. FED…!

Bunu neden yazdım?

Türkiye’nin, ABD tarafından ilk kuşatılması ve darbesi olan 27 Mayıs Darbesini araştırırken, bu olayın biraz  gizli ve gündemden düştüğünü,  hatta çok bilinmediğini, yine 555 K parolası ile başlayan bu süreçte,  insanlar bilerek yada bilmeyerek, isteyerek yada istemeyerek, aslında emperyalizmin oyunlarına, kurban gittiklerini, yine kendi çıkarları ve hırsları adına, ülkeyi ateşe attıklarını görmek, beni çok üzdü. Kendi kendime neden diye sordum? 

Ülkemizin en büyük sorunu cahillik ve eğitimsizliğin yanında,  “Milliyetçilik ve Din temelinde” sömürülmesinin, dün olduğu gibi bugünde, aynı senaryoların devam ettiğini görmek, tarihten ders çıkartmamak, bizi bu durumlara getirdi.

Ne zaman kişisel çıkarlar, egolar, güç isteği kişisellikten öte, toplumsal anlamda gelişip büyürse, kim gelirse gelsin, darbe yapamaz hatta imasında bile, bulunamaz. Ama Türkiye’de böyle olmuyor. Yukarıda bahsettim en hassas iki konu, bugün yine bizim önümüze getirilip, konmuş durumda.

Milliyetçilik ve Din

Bundan 60 yıl önce ,Tahkikat Komisyonunun yasalaşmasını, protesto eylemleri ile ortaya çıkan bu olaylar, aslında yaşananları incelediğimizde, adeta “Darbe” geliyorum demiş. Yani 5’inci ayın 5’inde, saat 5’te, Kızılay’da parolası ile  meydanları dolduran gençler, daha sonra kitlesel eyleme dönüşen itirazlar,  ve 555 K eyleminin yapıldığı Kızılay’da Bayar ve Menderes ile öğrenciler arasında yaşananlar, Menderes’in  kravatından çekilmesi, karşılıklı küfürleşmeler ve sonunda “Menderes İstifa  sloganları ile yine Menderesin meydandan kaçırılması ve o gün, Altan Öymen ve Cemal Süreyya ile birlikte Coşkun Irvalı, Öztin Akgüç, Cafer Canlı, Turgut Erdem, İsmail Hakkı Aydınoğlu gibi isimlerin gösterilerde bulunarak, meydanda, olayı yönetmeleri de tarihin kayıtlarında saklıdır.

Evet, Demokrat Parti özellikle 1957 seçimlerden sonra sertleşmiş, basını, muhalefet partilerini ve öğrencileri, baskı, şiddet, korku ile kontrol etmek istiyor,  hatta hapis ile tehdit ediyordu.

Fakat muhalefet CHP’ de, Demokrat Partiye çok sert muhalefet ederek, 1960 darbesine giden yolda, özellikle yukarıda da yazdığım gibi “1958 yılından itibaren varlığını basın, üniversiteler üzerinde göstermeye” başlamasıyla, parti çatışması tavan yapıyor, İnönü’nün Menderes üzerindeki baskısına, bu kez Menderes; elindeki Başbakanlık gücünü kullanarak veriyordu.

O dönemde yani 555 K parolası ile meydanları dolduran gençleri  yönlendirenlerin özellikle ; Altan Öymen ve Cemal Süreyya oldukları konusunda, açıklamaları ile hemfikir oldukları basında da yer almıştır.

Peki bugün yaşananlar ve baskılar, yok saymalar, sansür yok mudur?

Ne zaman, geçmişten ders çıkarmayı bilirsek o zaman özgürlüğümüze, kavuşuruz. Ve bugün geçmişte yaşananları daha rahat irdeleyip, değerlendirmiyoruz?

Sonuçta; 27 Mayıs 1960 darbesine giden yolda, 555 K parolası milat olsa da; İnönü ile Marshall Yardımlarını almamız, ardından Menderes ile NATO’ ya girmemiz ile olaylar bizim aleyhimize gelişmeye başladı. Amerika’ nın uydusu konumuna geldik. 

Şunu çok iyi biliyorum ve sizinle paylaşıyorum. Amerika şuna hiçbir zaman aldırmaz: “Bir memlekette demokratik idare olmuş, şoven idare olmuş, faşist idare olmuş, ona hiç bakmaz. Çünkü Amerika; o memleketin kendisine ne ölçüde tabi olduğuna, kendi politikasına ne dereceye kadar satelite (uydu) haline gelebileceğine bakar.” 

Bu kadar net.

O dönemde, 555 K parolası demokrasi daveti olabilir. Demokrat Partiye gençlerin başkaldırışı olabilir. Haklı isyanları olabilir.  Özgürlük arayışı olabilir. Tutuklamalar, baskılar, despotizm, faşizan yönetim, ABD’ nin uydusu, oyunları. Vs. olabilir.

Ama Menderes ve arkadaşlarının “Dar Ağacına gitmeleri ”  bu olaylardan değil;  bu olayları bahane ederek, huzuru sağlama adına NATO Konsepti içinde yetişen ve önemli görevlere gelerek, yine darbe heveslerini içselleştiren “askerler” tarafından yapıldığı, artık geçmişin ve  tarihin tozlu sayfalarında durmaktadır.

Emperyalizm, dün olduğu gibi bugünde aynen; “cambaza bak misali” çalışır. O günde öyle çalıştı.

Bugünde!

Ama!

1957′ den sonra ABD ile bozulan ilişkiler, alınamayan krediler, Pulman Davası, Avrupa’da kredi arayışları ve sonuç alınamamanın etkisiyle, darbeden kısa bir süre önce, SSCB’ den, Menderes’in yakınları tarafından alınan randevu, Menderes ve arkadaşlarının boynuna geçirilen urgan olmuştur.

Düşünebiliyor musunuz? 

Hangi parti olursa olsun fark etmez, ülkesinin çıkarı neredeyse, o ülke ile ilişkilerini geliştirebilir. Ülkeler arası, mutlak düşmanlık, yada tamamen barış ortamının olması, mümkün değildir.

Ülkeler çıkar ilişkileri üzerinden hareket ederler. Aynen Amerika gibi. Biz ABD’ den, Marshall Yardımları kapsamında kredi almanın ve NATO’ ya dahil olmanın handikabını, yukarıda bahsettiğim gibi, Yassı adaya giden yolda, sözde stratejik ortağımız olduğu söylenen Amerika’dan, dönemin şartları nedeniyle, Demokrat Partinin pusulasının ABD yerine SSCB’ yi göstermesinin faturasının karşılığı İdam olarak kesilmiştir. 

Bunun öğrenci olayları, gençlik hareketi, sağ-sol çatışmaları. Vs. nedenlere bağlamak sadece sizleri rahatlatır.

Ama 

“Darağacına giden yolda” yaşananlar sadece fragmandır.

Sadece Menderes ve arkadaşlarımı bu faturayı ödediler?

Hayır!

Yine 1971′ de Askeri Muhtırası, o da bir darbedir, bunun sonucunda da, daha sonra  tutuklanan Deniz Gezmiş ve arkadaşları da,  antikapitalist ve Amerikan karşıtlığı eylemlerde bulundukları ve emperyalizmi, ülkeden kovmak için verdikleri mücadeleler  için  “Dar Ağacında”  yaşamları sonlanmıştır.

Tamamen Amerikan karşıtlığı düşünceleri ve eylemleri için.

Zaten o dönemlerde birilerini karalamak, tutuklamak yada pasifize etmek için kullanılan argümanlar, ya “Solcu” yada “Komünist”  yaftalamasıydı.

Ama 6.filonun denize dökülmesi anında, Deniz Gezmişlerin karşısında yer alanlar ve Amerikan askerlerini koruyanlar, daha sonra onları kıble yapıp, namaza duranlar ise bugün o gün yaptıklarının mükafatı olarak, iktidardalar.

Örnek mi? Eski Meclis Başkanı İsmail Kahraman ..vs. vs. gibi.

Peki 1980 darbesi?

1970 ile 1980 arası artan antikapitalist eylemler, yine anti Amerikancılık aynı zamanda işçilerin, özgürlük, sendikal hakları, çalışma şartlarının iyileştirilmesi, grev ve lokavt…vs. gibi insanca yaşam, isteklerinin karşılanması için boşa harcanan, bir 10 yıl sonunda, işçilerin istekleri ve artan sol eylemler ile yine aynı Amerika, önce Amerika’da IMF’de çalışan ve daha sonra Türkiye’ ye getirilerek, Demirel Hükümetine Müsteşar olarak atanan Özal ‘ın, 24 Ocak 1980 ekonomik kararları ile Türkiye’ yi yabancı sermayeye açması sonrası, sağ-sol çatışmaları, öğrenci olayları bahane edilerek, sözde akan kanı durdurmak için 12 Eylül 1980’de darbe yapılması , daha doğrusu Kenan Evren’ e yaptırılması, tamamen Amerika’nın, BOP  planlarını uygulamaya koyması ile gerçekleşen eylemlerdi.

Bu eylemler; Yani, BOP ABD 28.Başkanı Wilson’un; 1.Dünya Savaşı sonrası, kendi meclisinden geçirdiği ve dünyada emperyalizmin ilk yazılı Anayasası, niteliği taşıyan, Wilson İlkeleri ve Self Determinationdur.

Bunun sonucunda; “Türklüğün İslamlaştırılması”  PKK Terörü ve FETÖ terörünün esmeye başladığı rüzgarlar ile on binlerce “Mehmetçik ve sivil kişiler” PKK tarafından şehit edilirken, aynı zamanda FETÖ terör örgütünün, kamu kurumlarına sızması ile  başlayan yıpratma, yok etme ve  parçalama senaryoları, 1960 darbesine giden yolda, 555 K parolasının maymuncuk olarak kullanılmasının neden ve sonuçlarıdır.

Diyorlar ki; Türkiye ve Amerika stratejik ortak mı?

Bende gülüyorum.

Şayet stratejik ortak isek; 30 yıldır PKK terörü sınırlarımızı delik deşik etmez, Mehmetçikleri ve vatandaşlarımızı şehit etmez,  yeşil sermaye ile ülkemize sızan, FETÖ iliklerimize kadar girmez, Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçirilmez, ülkemize ambargolar uygulanmaz, siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri anlamda, yaptırımlar ile karşılaşılmaz ve yine ABD ile stratejik ortak olsaydık, ekonomik anlamda, güçlü ve  din ile sömürülmeyen, daha refah ve daha güzel yarınlara, güvenle bakabilen ülke olabilirdik.

Bakabiliyor muyuz? Hayır.

Çünkü bizi bugün BOP ile kuşattılar.

Son olarak, 555 K parolası üzerinden şunu söylemek istiyorum. Geçmişte yaşananlardan, halen daha ders çıkartmamışız.

Önemli olan iktidar yada muhalefet olmak değil, önemli olan ülkeni koruyabilmek, onu muhafaza etmektir.

Biliyorum, sizde biliyorsunuz?

10 Kasım 1938 ‘de Atatürk’ ün vefatı ile onun ilkeleri, felsefesi hatta partisi dahil olmak üzere, onunla birlikte bu dünyayı terk etti.

Ondan sonra gelenler, ne İnönü, ne Bayar, ne Menderes nede diğerleri, hiç bir zaman Atatürk olamayacaklardı ?Ama maalesef çok acı, onun bıraktığı mirasa da sahip çıkamadılar.

Çok üzgünüm.

Atatürk; Ulusal Kurtuluş Savaşı ile emperyalizme kafa tutup, onları denize dökerken ve Lozan’da diz çöktürürken, ondan sonrakiler başta İnönü, Bayar, Menderes ve daha sonrakiler, mesela İnönü SSCB ve Stalin’ in tehdidine, boyun eğmek durumunda kalarak, Wilson İlkelerini çöpe atan, emperyalizmi yurdumuzda kovarak, çağdaş Cumhuriyet ve Ülke yaratan Atatürk’ ün, kemiklerini sızlatırcasına, emperyalizmin ağa babası, Amerika ile anlaşarak Marshall Yardımlarını alması, yine Menderes ve Bayar’ın  Kore’ye asker göndererek, NATO’ ya yine Amerikan’ ın en uç askeri noktası olmamızı sağlayan, anlaşmaları imzalaması nedir?

Bunlar, Atatürk’ün silah arkadaşları ve daha sonradan, yakın çalışma arkadaşları olmadılar mı?  Atatürk böyle bir anlaşma imzalar mıydı?

Hayır.

Peki İnönü ve Menderes neden imzaladılar?

Bizi onlara bağlayan, kendi kişisel hesaplarını, ülkesinin hesaplarından önde tutanların yaşadığı bu ülkede, ne değişebilir ki? 

Zaten değişen değişmişti;  29 Ekim 1923 ile 10 Kasım 1938 arası Atatürk ile.

Harika bir 15 yıl. Su gibi bir yudumda geçti.

İdamlar, ölümler, baskılar, sansürler, yaptırımlar, ambargolar, başımıza çuval geçirmeler, PKK, FETÖ, Terörü, Ilımlı İslam senaryoları, ekonomik baskılar, özelleştirmeler, yabancı sermayenin yerleşmesi….vs.vs. ne zaman gerçekleşti?

Atatürk’ün vefat ettiği 10 Kasım 1938′ den sonra.

Hatta; o günün gecesi küçük çapta Cumhurbaşkanlığı krizi bile yaşandı. Genelkurmay ve 1. Ordunun, İsmet İnönü’nün yanında  yer alması ile 2. Cumhurbaşkanı seçilmişti  İnönü.

Şimdi soruyorum? 555 K bir parola idi.

Bu parola ile emperyalizm Türkiye’ de darbelerin önünü açtı. Her ne olursa olsun, oyunlara gelenler, kişisel hırslarına yenilenler, kendi çıkarlarını devletin ve milletin çıkarları önüne koyanlar,  yaptıklarınıza ve yarattıklarınıza bir bakın? 

Atatürk’ ten sonra, onun mirasına sahip çıkamadınız.?!

Ve en önemlisi, Amerika’nın Oyunlarına kandınız. 

Neden?  Ama sadece Neden?

Türk Halkı sizden, Atatürk’ün ölümünden sonra Atatürk gibi olmanızı beklemedi. O zaten dünyada tekti. Sadece Türk Halkı ondan sonra iktidara gelenlerden, şunu bekledi.

Atatürk’ün mirasına, yani Türkiye Cumhuriyetine sahip çıkılmasını istedi ve bekledi.

Ayrıca şunu da anlamıyorum!

1960 darbesinde, Demokrat Partinin yani sağ ve faşizan dediğiniz parti gidip, yerine askerler geldi. 

Hani istenilen, daha özgürlükçü, daha çağdaş, daha eşitlikçi ve  sol tabana hizmet eden bir yapıyı, 555 K parolası ile Demokrat Partiyi, iktidardan indirmek için  sokaklarda, meydanlarda, Ankara ve İstanbul’ da eylem yapılmasının sonucunda ne oldu?

Sivil bir hükümet geldi mi?

Tam aksine Amerikan güdümlü, daha tutucu, daha muhafazakar bir yapı geldi.

Askerler…

Şaşırıyorum artık; Kim kiminle? Kim ne istiyor? Kimin kimle dans ettiği belli değil. (miş)

Hele isimler, şahıslar ve bunları yönetenler, tam bir kafa karışıklığı? 

Demokrasi ve özgürlük isteyenler, faşizan yönetimi darbe ile gönderirken, yine darbe ile başka bir yönetimin, gelmesine neden oluyorlar?

Askerler? Hani askeri yönetimler baskıcıydı, otoriterdi? Şaşırmamak elde değil!

O zaman, Demokrat Parti iktidardan gitsin de, kim gelirse gelsin politikası sonucu gelen belliydi.

Parola 555 K ve darbe ile gelen, gideni aratır misali?

O nedenle bir kez daha Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e saygıyla,

Küçük not: Atatürk 57 yaşında, İnönü  89 yaşında ve Bayar 103 yaşında vefat etmiştir.

Bizi bu havalar mahvetti diyelim ve Orhan Veli ile bitirelim.

BENİ BU HAVALAR MAHVETTİ
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.

Orhan Veli Kanık

 Saygılarımla.

canemregundem.com

Kurt Kapanında Aşk/Can Emre
TEILEN
Önceki İçerikPROLETARYA MÜCADELESİ ve 1 MAYIS
Sonraki İçerikGELDİKLERİ GİBİ GİDECEKLER
Bağımsız, özgür, hiç bir kişi yada kurum ile nakdi, ayni yardım ilişkisi içinde olmayan, sadece özgür gazetecilik ve habercilik yapan, çevreye, doğaya ve canlı haklarına saygılı, gazetecilik anlayışı ile gündeme ışık tutmak için yola çıktım. Amacım sadece gazetecilik...