BİZE RÜYALARDA RÜYA SATMAYIN

0
436

BİZE RÜYALARDA RÜYA SATMAYIN

Güzel bir yolculuk olacak dedi, içinden. Bu yolculuğa, ihtiyacım vardı diyerek, bavulunu bulunduğu vagonunda, koltuğunun hemen üzerindeki bölmeye koyarak, sadece telefonunu ve kulaklığını aldı. Gideceği yere kadar müzik dinleyecekti, camdan bakarken.

Vazgeçtim dedi, kendimden çoktan.
Vazgeçtim!
Kolundaki saate baktı, zamanın durduğu gibi o da durmuştu.
Çünkü pili bitmişti.
Ama zamansız!
Yorgun.
Hep aynı soruları sordu, kendisine.
Hep aynı sorular, dans ediyordu kafasında.
Neler umdum, neler buldum dedi içinden.

Koltuğuna yaslanıp, kulaklığını taktıktan sonra, tren bir hayli yol almıştı zaten.
Zaman dedi, içinden zaman…
Ne zaman kalktı tren?
Farkında değildi?

Güneş trenin içini ısıtıp aydınlatırken, mutluydu. Oh dedi, güneşli ve güzel bir günde yeşil uçsuz bucaksız topraklara, sapsarı ayçiçeklerine, leyleklere, kuşlara bakarak yolculuk edeceğim. Tam bunları düşünürken, trenin içi birden bire karardı. Ne çabuk güneşli ve parlak bir günden, karanlığa girdik! Tren hızla kapkaranlık oldu.

Hemen, trenin içindeki ışıklar yansa da, gökyüzü, güneş uçsuz bucaksız tarlalar, sapsarı ayçiçekleri ve leylekler görünmez oldu artık, sadece kapkara taş duvarlar, hızla akıyordu gözlerinin önünden. Hapishane sessizliği gibiydi içerisi. Kaskatı, kasvetli ve gri. Biraz önce mavi ve yeşil. Şimdi taş duvarlarla kaplı, gri bir oda.

Şaşırmadı ama!

Hayat bir gün güneşli, başka bir gün sırılsıklam yağmurda, baştan aşağı ıslatmıyor mu? Dedi içinden. Tünelin ucu çabuk görünür, inşallah diye de ilave etti. Yaslandı koltuğuna, kulağındaki ritme uydurdu beynini. Tren hızla aksa da, tünelin ucuna doğru uçsa da, pencereden taş duvarlar gözüküyordu daha. Eskilere gitti, karanlıkta beyni.

Fırtınalar görmüş, yağmurlarda sırılsıklam ıslanmış, kimi gün düşmüş, dizleri yarılmış, elleri kanamış, zaman zaman gözyaşları, yağmurlara eşlik ettiği günleri hatırladı. Birde, Arnavut kaldırımlarında top oynarken, düştüğünde dizlerinin kanadığı aklına geldi. Güldü, içinden. Özlemişti, Arnavut kaldırımlı mahallesinin yollarını ve arkadaşlarını. Bahçelerinde, kelebekleri kovaladığı günler aklına geldi.

Zaman dedi, zaman; çok acımasız. Benimle yaşlandılar, benden önce öldü anılarım diyerek, dışarıya baktı. Halen taş duvarları aşamamıştı, içinde bulunduğu tren. Bazı geceler kabuslar görürdü. Bilmiyordu, neden dünyada olduğunu. Neden buradaydı? Kimse kalmamıştı artık, bugün kabuslarında bile!

Karşımıza almışız dünyayı onunla boğuşuyoruz, dedi içinden. Aklımdan geçenleri anlatabilsem! Gömülen gömülene, unutulan unutulana, gündüzler ayaza ve siyaha hatta umutlar, sabaha vurup gidenlere,  zaman yenik düştü, ama meftun bu gönül dedi, içinden. Meftun! Tünelin ucu görünmüştü.

Çünkü karanlıktan aydınlığa doğru süzülürken tren, güneş kendini gösteriyordu. İçi, yine kıpır kıpır oldu. Geceden sabaha, karanlıktan aydınlığa çıkar gibi yüreği, kuş misali uçuyordu adeta.

Ama; beklenmedik bir şey oldu. Tren büyük bir hızla çıkarken tünelden, birden aynı hızla fren yapıyordu. Ne oldu derken, tam o anda, iki tren kafa kafaya çarpıştı. Büyük bir kaza. Ölenler, yaralananlar, büyük bir hasar ve ardından sessizlik. Gözlerini açamıyordu. Ters dönmüştü vagonu, zor nefes alıyordu üzerine düşen bavullardan, kırık cam parçalarından. Zaman durdu. Tam tünelin çıkışında, karanlıktan aydınlığa merhaba derken, bu kez yine karanlığa doğru, yolculuk başladı.

Ölüyorum galiba dedi. Ölüyorum…
Sadece kulaklığından, etrafa yayılan müzik sesi duyuluyordu artık.
Karşımıza almışız dünyayı onunla boğuşuyoruz, sözleri yankılandı kulaklığından. Böyle mi olmalıydı, güzel bir günün sonu? Böyle mi noktalanmalıydı hayat, daha yaşanmadan? Oysa ki, pili biten saatiydi.

Zaman acımasız. Vazgeçtim dedi, kendimden çoktan. Vazgeçtim! Gözleri kapandı, etraf zifiri karanlık, kulaklığındaki müzik, halen çalmaya devam ediyordu. Duyamıyordu onu da artık. Neler umdum, neler buldum. Hoşça kal…

Ve bir el uzandı ona.
Hafifçe değdi omuzuna.
Evlat, evlat…
Treni kaçırdın galiba!

Gözlerini açtı.
Etrafına baktı. Rüya görmüştü.
Ama Treni de, kaçırmıştı…

Kalktı doğruldu yerinden. Ne kaza vardı, ne de yağmur. Pırıl pırıl bir hava. Ama kabuslarından da, kurtulmalıydı artık. Görevliye sordu, bir sonraki Tren saatini. Zamanı daha çok vardı. Doğruldu yerinden, kulaklığını taktı, başladı müzik dinlemeye. Gördüğü rüyanın etkisindeydi…

Bizde yaşadık, bir rüya ama çok kısa sürdü. Çabuk uyandırdılar bizi ‘ O ‘ rüyadan, sonra acımasızca kabus gördük, halen daha devam ediyor, kabuslar…

Yıllarca kandırdılar, oyaladılar, daha iyi adalet, daha iyi özgürlük, daha iyi eğitim, hukuk, sağlık, daha iyi yaşam ve zenginlik vadettiler rüyalarımızda bizlere…

Bu gün hala daha, rüyalarda bize rüya satıyorlar…
Ve bizi ‘ O ‘ rüyadan uyandıracak bir el lazım.

Vakit dolmadan,
Çok geç olmadan.

Kabustan uyandırıp, geçmişte yaşadığımız rüyayı bize yeniden yaşatacak, treni kaçıran yolcuyu uyandıran, şefkatli bir el gibi. Aynı 1923-1938 arası yaşadığımız ‘gerçek rüya’ gibi bugünde, öyle gerçekçi bir rüya yaşamak istiyoruz.

Çünkü dünyayı karşımıza alıp, onunla boğuşmaktan bıktık.

Rüyamızda rüyalarımızda, bize ‘Rüya’ satmayın.

Gerçek yaşamda, bizi rüya aleminde yaşatın ki, inanalım samimiyetinize!

Biz ayakta ve uyumuyoruz.

Rüyada da değiliz.

Saygılarımla.

canemregundem.com

 

TEILEN
Önceki İçerikGÜNEY MARMARA KIRMIZI SEVER
Sonraki İçerikAŞI, AŞI, AŞI…
Bağımsız, özgür, hiç bir kişi yada kurum ile nakdi, ayni yardım ilişkisi içinde olmayan, sadece özgür gazetecilik ve habercilik yapan, çevreye, doğaya ve canlı haklarına saygılı, gazetecilik anlayışı ile gündeme ışık tutmak için yola çıktım. Amacım sadece gazetecilik...