Can Emre
DARBE NASIL OLUR
12 Eylül 1980 darbesini yaşamış, bir lise öğrencisi olarak, nasıl yaşandığını sizlere anlatayım.
Sabahın köründe, gün ışımadan, hatta horozlar bile ötmeden, darbeyi içselleştirmiş ‘bazı’ subayların direktifiyle; cemselerden inerek, ‘Arnavut kaldırımlı’ sokakları, caddeleri, hatta mahalleleri, silahlı askerler postalları ile inletirken, ana caddelerde ‘Tanklar’ cirit atıyor, mahallelerde vatandaşlar, seslere uyanıp, pencerelere, kapılara, çıktıklarında;
Pencereleri kapayın, sokağa çıkma yasağı var.
Askeri darbe oldu!
Çıkan olursa tutuklanacak, kesinlikle dışarıya çıkmak yasak, dendikten sonra; yine ‘bazı’ subaylarca hazırlanarak, ellerine verilen listeler ile askerler, adreslere baskın yapıp; halen daha yataklarında uyuyan, ya da; kapının hızla çalmasına uyanan ev halkı, daha ne olduğunu anlamadan, yaka paça, sorgusuz, sualsiz, kelepçelenip, askeri cemselere bindirilip, en yakın merkeze götürülüyorlardı.
Günün aymasına az bir süre kala’ da, radyodan; 27 Mayıs 1960 darbesinde sabah; 05.30’ da darbe bildirisini okuyan, Alparslan Türkeş’in metnine benzer bir metin ile bu kez, televizyondan; 12 Eylül 1980′ de, Kenan Evren açıklama yaparak; ‘Türk Milleti adına, kardeşkanının daha fazla dökülmesine müsaade edemezdik. Halkımızın huzuru ve refahı için… vs.vs. diyerek, idareyi ele aldık ‘diyordu.
Yine her zamanki gibi darbelerin, kıdemli sesi; Hasan Mutlucan türküleri, darbeyi bildirir ve halkı uyandırarak, gür sesiyle her yeri inletirdi…
Darbe; baskı, sindirme, bastırma, korkutmanın yanı sıra; demokrasiyi, özgürlüğü, Hukuk’u ‘askıya almaktır.’ Yani faşizmdir.
Askı derken; sakın bugün halkın yoksulluk, fakirlik ve çaresizlikle boğuştuğu bu dönemde, bir ekmeğe muhtaç olanların, bugünkü konjonktürde; ‘Askıda Ekmek Kampanyası’ ile sakın karıştırmayın.
Darbelerde, silahın olduğu yerde, ‘ne Demokrasi nede Hukuk’un’ olması mümkün değildir. Nasıl olsun ki? Elinde silah olan Hukuk tanır mı? O nedenle; bugünkü ‘Askıda ekmek kampanyası’ ile asla karşılaştırılmamalıdır. Çünkü askı, daha önce ‘Darağacına giden yolda’ urgan gibidir.
Peki, darbelerde; 1960-1971-1980’ de NATO’ nun parmağı var mıydı? Hep soruldu durdu.
Dönemin önemli gazeteleri; Hürriyet ve Milliyet, bugün Demirören grubu tarafından doğranıp, parçalanıp, paçavra ve kesekağıdı haline getirilmeden önce, yine dönemin önemli gazetecilerinden; Cüneyt Arcayürek’in yazılarını, hatta kitaplarını okumanızı, tavsiye ederim. Tabi bu konuda, önemli isimler önemli kitaplarda, yayınladılar. Onlarda da, bu soruların cevaplarını bulacaksınız.
Hatta yine, bizdeki darbeleri NATO’ mu? Veya kim yaptı? Gibi, sorulara cevap ararken başka bir kitabı da tavsiye edeyim ki, tam bir eşitlik olsun. Mark Zepezauer’ in ‘CIA’nın Büyük Operasyonları’ kitabı, darbelerde kimin parmağı var, yok sizlere kanıtlarıyla, doyurucu bilgiler sunacaktır. Bunun gibi daha onlarca kitap…
Bu günlerde; TBMM Başkanı Şentop’un’ Montrö’ den bir imza ile çıkabiliriz, ardından da, Deniz Kuvvetlerinden bir Amiralin, resmi makam arabası ile tekke/cemaatte namaz kılması fotoğrafları, gündemde yerini korurken;
Montrö; bizim kırmızı çizgimizdir. Montrö’den çıkmak bağımsızlığımız adına büyük tehlikeler, doğurabilir diyen; Deniz Kuvvetlerinden, daha önce FETÖ Kumpası nedeniyle hapis yatan bazı askerlerde dahil, toplam 103 emekli Amiralin ‘duyurusu’ İktidara yönelik, ‘darbe’ tartışmaları sonunda, apar topar sabaha karşı evlerinden alınarak, sorgulanmak üzere, emniyete götürülmeleri, beni gençliğime götürdü.
Televizyonlar, medya, yandaş gazeteler, darbe üstüne, darbe yayınları ve haberleri ile gündemi en üstte tutarken, MHP Lideri Bahçeli ‘Rütbeleri Sökülmeli’ yine İYİ Parti Lideri Akşener ise ‘ Zevzekler’ diyerek, harika bir yaklaşım sergilediler.
Gelelim sadede: Bu girişim ve söylemler, bağrışmalar, tehditler; kime ne kazandırdı, kaybettirdi? Bu işten kim zararlı, kim karlı çıktı? Bu darbe miydi? Emekli Amiraller normal bir vatandaş statüsünde. Yaşları itibarı ile bugün, Covid-19 nedeniyle bazılarının, sokağa çıkması bile yasak. Ellerinde, silahları, tankları, emrinde askerleri yok. Ama darbe çağrışımı yapmışlar!
Peki, sizce neden böyle oldu?
Bunları düşünürken; aklıma 6 Kasım 2018’de yazdığım ‘Velina’ isimli yazım geldi.
Velina.
Dedim, evet Velina…
Nedir Velina?
İtalyan yazar, Umberto Eco, ‘Düşman Yaratmak’ kitabında, Velina’dan bahsediyor. Velina, İtalyancada ‘pelür kağıt’ anlamına geliyormuş. İtalya’da faşist iktidar döneminde Kültür Bakanlığı, gazetelerin yayınlamasını istemediği bölümleri ‘Velina’ ile işaretleyerek, yani ‘pelür kağıtla’ sansürleme, üstünü örtme işini gerçekleştirirmiş.
Alt tarafı ‘Velina’ üst tarafı pelür kağıdı.
Bu da, bana bunu anımsattı.
Sansürlemek, bazı şeylerin üstünü örtmek.
Atatürk, Lozan, Montrö gibi aşındırmalar, açlık, yoksulluk, işsizlik, çaresizlik, kadın cinayetleri, iktidardan zenginleşenler, zenginleşip sapıtanlar, pudra şekerciler, geçinemeyip intihar edenler, zamlar, yüksek enflasyon, covid, aşılama, F35, S400 çıkmazları, komşularla ilişkiler, NATO, ABD ve Rusya ilişkileri…vs.vs. artan sorunlar ve en sonunda dışa vuran; Kanal İstanbul Projesi.
İstanbul neden önemli?
Boğazlarımızın; denizlere ve de oradan okyanuslara açılması, bölgesel anlamda, Rusya’ nın konjonktürdeki yeri, ABD’ nin ve NATO’ nun baskıları; sonuç olarak, iç ve özellikle dış siyasette, liyakatsiz kişilerin başarısızlıkları ile yine dış siyasette ‘Amerikan’ın oyuncağı ve yap-boz tahtası olmuş bir iktidarın, artık çıkmaza girişinden, başka bir şey değildir.
Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık misali. Amerika ve Rusya!
Velina ‘ dır. Pelür kağıt, misali yaşananlar. Üst örtme, gizlemek.
Birde şunu unutmamak gerek; Türkiye Cumhuriyeti Devletini, askerler kurmuştur. Askerler, Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte inşa etmiştir, onun ilke ve normları ile bu ülkeyi. Elbette ki, içgüdüsel olarak, Atatürk’ ten alınan emaneti, Türk Halkı adına, koruma görevini de, üstlenmişlerdir. Adı üstünde ‘Silahlı Kuvvetler’.
1960 darbesini; Tümgeneral Madanoğlu ve Orgeneral Cemal Gürsel,
1971 Muhtırasını; Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç,
12 Eylül 1980 darbesini; Orgeneral Kenan Evren ve arkadaşları,
Üzerinde üniformaları ve ellerinde silahları ile demokrasiyi, anayasayı, insan haklarını, kişi hak ve özgürleri askıya aldıkları için onlar, gerçek darbecilerdir.
Ama!
Her subay darbeci değildir.
Olamaz da!
Ama FETÖ kumpasında, görüldüğü gibi darbecilerin, neler yaptığını gördük. Birde üzerinde üniforması ile devletin makam arabasını alıp, tekke/cemaatlere gidenleri de görüyoruz.
Ve asker olarak, bu ülkeyi inşa eden, çağdaş normlarla vatandaşlarını kulluktan kurtarıp, gerçek demokrasi ve insan hakları ile donatarak, yaşaması için harika bir bir ülke bırakan, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşananlardan sonra kemikleri sızlıyordur.
Ayasofya İmam’ının; Atatürk karşıtı söylemlerine ses çıkarmayanlar, konuşmasına müsaade edenler, emekli Amirallerin; Montrö’den çıkmak, bağımsızlığımız açısından tehdittir, demesi darbe çağrışımı yapıyorsa;
Başka söyleyecek bir söz yok.
İmamlar kadar, demek ki askerlerin söyleyecek sözleri yok!
Tek söz;
Lozan ve Montrö, kara ve denizlerimizde, bizim bağımsızlığımız ve ülkemizin tapusudur. Nokta…
Kanal İstanbul Projesi ‘de ülkemiz adına, stratejik, jeopolitik ve jeostratejik açıdan topraklarımızın Asya ve Avrupa’dan ayrılmasıdır. Bağımsızlığımıza darbe olacak projedir. Bu projeye karşı olmak, Atatürk’ün mirasına sahip çıkmak ta görevimizdir.
Biz Bandırma Vapurundayız.
Siz?
Saygılarımla.
canemregundem.com
NOT: 12 Eylül 1980 darbesinden önce Özal; Demirel Hükümetinin müsteşarı olarak; 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları ile ‘ekonomik anlamda, Türkiye’ yi yabancı sermayeye açarak’ darbe yapmıştır. Ardından, Evren bunu tamamlamıştır. Yani 1980 Eylül ayı, ekonomik anlamda silahsız, askeri anlamda silahlı iki darbe görmüştür.