Can Emre
KAPATTIK…
Adam ; demlene demlene, kendinden geçerken, aynı zamanda hafif üşüdüğünün de, farkına vararak; burası için vakit artık geç diyerek, yavaşça oturduğu çakıl taşlarının üzerinden kalkarak, denizin üzerini kaplayan siyah örtüye rağmen, gökyüzünde ışıldayan dolunaya selam çakarak, şişenin dibinde kalan son şarabı bir dikişte bitirip; eyvallah diyerek, ayrılır sahilden…
Deniz; çakıl taşlarını döverken, rüzgar da, akşamın geldiğini haber verir gibi, soğutmaya başlar, her yeri… Salaş; deniz kıyısı kasabasında akşam olmuştur.
Adam; Arnavut kaldırımlı, dar sokaklar ve karanlıklar arasından süzülürken; ayakları onu, nereye götüreceğini bildiği için bedeni ve ruhu, ayaklarının kontrolündedir. Dar ve ışıksız sokaklarda, kedi ve köpeklerden başka kimseler yoktur…
Yürürler… Ayaklar durur, bilir geldiği yeri çünkü. Loş bir ışık ile aydınlatılan, içerisi saf alkol ve şarap kokan mekana girdiğinde, tüm masalar bomboştur…
Şaşırır.
Barmen;
Kapattık der…!
Kapattık…
Neden?
Sazendeler gitti. Şarap bu gece, su gibi içildi bitti. Haberin yok mu? Fırtına kopmak üzere. Tünemiş, kuşlar bile uçup gitti. Cam kırıkları gibi keskin rüzgarın sesi, yakında buraları dövmek üzere, kulağıma fısıldadı geleceğini… Kalma fırtınanın, keskin bıçağının darbelerine, kalma göçük altında. Demlendiğin yetmedi mi?
Kapattık…
Adam;
Evet, galiba haklısın….
Ama devam etmeliyim!
Loş salondan, zar zor kapıyı bulup, zifiri karanlık sokağa çıktığında; fırtınanın sesi, fısıldar kulağına… Çıkacak fırtınaya aldırmaz…
Görüyorum; göçükte toprağın altında kalan beden gibi vücudun da, acı çekiyor. Kalma artık göçük altında. Hazırlan bak, geliyor fırtına…
Bırak kendini gecenin karanlığına demeyeceğim, çık aydınlığa; bak sola dönünce, yeni bir mevsimin çiçekleri açacak. Yetmedi mi, karanlıklarda geçirdiğin geceler?
Çık artık; bu dar sokaklardan, bırak loş odaları, fırtına kopmak üzere, görmüyor musun? Tünemiş kuşlar bile, terk ettiler mekanı. Sazandeler şarap bitince gitti. Sen demlendin yetmedi mi?
Kapat sende, kepenklerini…
Yorgun bedenini ve ruhunu dinlendir. Bırak, giden gitsin. Arın tortularından, imbikten süzülür gibi dinlendir ruhunu. Bırak gecenin karanlığını, çık güneşe, bak güzel doğaya ve çiçeklere…
Mavi denize bak. Yelkenlide martılarla yolculuk ettiğini, güzel bir müzik ve dingin bir sessizlik, hisset bedeninde.
Eee… Böyle yapınca, vurmayacak mı, bana fırtına?
Dar ve karanlık bir sokaktasın. Çık bu cehennem gibi yerden. Bedenini, ruhunu kurtar önce karanlıktan. Sonra aklını kullan. Yaşadıklarını imbikten geçir, tortularından ayrılsın, ayrılanlarla konuş, temiz ve saf hali ile hesaplaş…
Barmen ne dedi sana; herkes gitti; kapattık….
Fırtına vuracak, bu gece; sahile, karanlık loş ve ıssız Arnavut kaldırımlı sokaklara.
Bak sesini hisset…
Ne yapayım?
Bilmiyorum! Bilmediğin için böyle!
Sen, ne fırtınalar atlattın. Evet öyle…
Bu fırtınalar bana rüzgar gibi geliyor. Bu dar sokaklar, ıssız kaldırımlar, kediler, köpekler, benim arkadaşım zaten. Onlarla yürüdüm hep. Ne yapabilir, gelen fırtına bana?
Sana bir şey yapamasa da, bedenine değil, ruhuna çarptığında, yıkmasa bile, derin yaralar açar. Unutma fırtınalar zamansız gelir, yıkar geçer. Bak dalgalara, rüzgarın eşliğinde, nasıl da dövüyor, kayaları ve taşları…
Uzaklaş, kaç, git buralardan. Uzaktan sev buraları. Dalgalar daha da büyüyecek, bak sazendeler, tünemiş kuşlar bile uzaklaştılar. Sen, arama burada mavi denizi, martıları ve gökyüzünü…
Çık bu karanlıktan, karabasandan, gidip gelmelerden uslanmadın mı?
Bilmiyor musun yaşadığın kasabanın rüzgarını, fırtınasını? Kaç fırtınalar yaşadın, bu kasabada? Her fırtına senden bir şeyler götürmedi mi? Her fırtına, sende derin yaralar açmadı mı?
Evet, ama bu kez başka…
Rüzgarın ve dalgaların dövdüğü kayalar bile, aşınıyor zamanla. Unutma!
Uzaktan sev, gözlerin değil, taş kalbin ağlasın. Gözyaşlarını kimse görmesin içine aksın. Ne senin derdin? Sen ağlama, fırtınanın dövdüğü kayalar ağlasın.
Ağlar mı taşlar? Ağlar elbette…
Ne senin derdin?
Dokunduğun, sevdiğin her şey; fırtınalarda kayıp gitti elinden. Bedenin, şimdi göçük altında kalmış gibi sızlarken, ne yapayım diyorsun?
İki seçeneğin var.
Ya fırtınadan uzaklaş, kaç.
Diğeri de, tam tersi…
Fırtına, yıkmasa da, her fırtına bir şeyler alıp götürür senden. Bir yerinden koparıp gider. Acıtır ve deler geçer. Tercih senin der adama, fırtınanın öncü rüzgarı. Tercih senin…
Issız sokakta, Arnavut kaldırımlı, bayır caddeyi tırmanırken, bir iki damla düşer alnına.
Önce gözlerine bakar, ağlamıyorum ama nedir bu derken?
Hafif rüzgarla, yağmur başlar. Herkes kendi zamanını ve kaderini yaşar der, adam.
Ama ben, bu kasabadan kopamam, rüzgara rağmen ve rüzgara karşı yürür…
Aklına gelir; maskeli yüzler, herkesin tiyatrosu farklı oynanır; herkesin şiiri farkı yazılır ve herkesin alın yazısı, farklı kazınır bedenlere bu kasabada.
Bu kasabada herkes kendi aşkını en muhteşem yada en kötü sanır. Oysa kader, herkesin aşkını, başka başka yazmıştır…
Yürür; hızlı adımlarla Arnavut kaldırımlı sokakta, yağmura ve rüzgara aldırmadan.
O aldırmasa da rüzgara, yağmur şiddetlenir, artık acıtmaya başlar bedenini… Ayakları, yorgun vücudunu taşımakta zorlanır. Simsiyahtır geceleri, soğuk ve ayaz, keser nefesini.
Aklına gelir, öncü fırtınanın kulağına seslenişi…
Uzaktan sev, bu şehri…
Yağmur şiddetlenmiş, sırılsıklam olmuş bedeni ve yağmur tanelerinin acıttığı ruhu, Arnavut kaldırımlı sokakta bulmuştur onu….
Yığılır gidemez. Yağmur iliklerine kadar ıslatmıştır. Yine bu kasaba, yaptığını yapmıştır ona!
İliklerine kadar ıslatmış, canını yakmıştır.
Taksinin kornası ile kendine gelir. El eder, durur taksi. Biner, ıslak ve yorgun bedeniyle, hatta zor atar kendini içeri…
Nereye gidelim?
Çek terminale der. Gidiyorum artık bu kasabadan…
Geride; yağmurla birlikte gözyaşlarını bırakır ve yaşadıklarını…
Bir daha, gelir miyim der içinden?
Bilinmez…
Ah keşke fırtına çıkmasa da, loş ve ıssız kasabada, Arnavut kaldırımlı sokaklarında, daha çok yürüseydim, sahilde denizin dövdüğü ve ıslatarak parlattığı taşlardan, daha çok toplayabilseydim der…
Daha çok şarap içseydim, loş gecelerde, ıssız sokaklarında yürüyüp, şarap kokan meyhanelerinde, daha fazla alkol tüketip, zamanı durdurabilseydim.
Ve daha çok sevseydim…
Güzel; hatta çok güzel şeyler yaşamış ama sonu, acı bitmiştir bu kasabada.
Yağmur ıslatırken bedenini, fırtına da darmadağın etmiştir yüreğini… Artık; ayrılma vakti gelmiştir, güzel şeyler yaşadığı kasabadan; yoksa daha çok ıslanacaktır, Arnavut kaldırımlı sokaklarında…
Kimseye yaranamadım der, içinden.
Her şey yalan!
Sıcak basar bedenini, uyanır ve terleyen alnı ile boynunu silmeye başladığında, yarı uykulu bir haldeyken, muavin seslenir.
Sayın yolcularımız; son durağımız Bandırma…Hoş geldiniz….
Arabadan inerken, rüya gördüm galiba der, adam…Rüya gördüm.
Aklına gelir Barmen…
Kapattık demişti, der içinden…
Evet kapattık…
İçeriden eşi seslenir…
Hayatım okuduğun kitabı bırak ve ara ver lütfen; İkimize kahve yaptım… Kapattım hayatım der, adam…Kapattım… Neyi kapattın der, eşi kahveleri getirirken?
Kitabı…
Okuyunca sende oku, lütfen…
Adı nedir?
Rüya…
Kapattım, geldim kahveye, her zamanki gibi?
Sade mi….