YALNIZLIK DERİN BİR YARA…

0
167
Yalnızlık Derin Bir Yara Gibi

Can Emre

Can EMRE

YALNIZLIK  DERİN BİR YARA…

Derin Bir Yara…

Merdivenleri bir solukta çıktı. Asansörü kullanmak, aklına bile gelmemişti. Soluk soluğa kaldı; dışarıda kar, iliklere kadar insanları dondururken, adam sıcak hastane koridorunun sonunda, 75 nolu oda da, gördükleri karşısında da donuyordu…

Buz kesmişti. Sıcağa rağmen vücudu, kaskatı olmuş, soğuktan donan kirpikler gibi, gözyaşları da, bulunduğu ortam karşısında, yanaklarına düşerken, kar taneleri gibi soğuk, kaskatı ve buz gibi düşüyordu…

Uzun bir yolculuk yapmasına rağmen, tüm yorgunluğunu atmış, onu görmek için saatlerce, gökyüzünde bulutlarla uçmak zorunda kalsa da, tüm yorgunluğuna rağmen merdivenleri, uçarak çıkmıştı…

Dağlarda tanışmışlardı. Tanışma da denilmez. İlk görüşte aşk’tı bu. Aslında dağlarda derken, farklı dağlarda. Ama Kaf Dağının ardındaydı aşk… Yürüdükleri yamaçlar, bastıkları toprak, geçtikleri dereler, tırmandıkları kayalar, farklı coğrafyada da olsa, birbirlerinden habersiz, birbirlerini tanıyan iki insan gibi, aynı duyguları yaşıyorlardı. Ama birbirlerini tanımadan…

Tesadüfen tanışıp, ilk karşılaştıklarında, hemen samimi ve içten duygularla, ilk merhabaları bile onları birbirine yakınlaştırmayı ve sıcaklıkları, kalplerini ısıtmaya yetiyordu… Gezgin ruhları, hayat felsefeleri, yine yaşadıkları anları, dağlarda birlikte paylaşıyorlardı.

Kah orada, kah burada… Hayat onlar için, yeniden başlıyordu sanki. Dağlar, onlar için huzur dolu bir yuva, aynı zamanda sığındıkları limandı… Beraber yürüdüler, büyüdüler, eğlendiler, anları yaşadılar ve sonunda, hayatlarını birleştirme kararı aldılar.

Ama; karar alma ile kararı uygulamak arasında, Kaf Dağının ardı kadar, uzun bir mesafe vardır. Bunun mesafesini kestirmekte, zordu… Ancak; hayat saatin akrep ve yelkovanının birbirlerini, takip ettiği gibi aynı ritim ve düzende devam etmiyordu… Kadının ailesi, Amerika da yaşarken, bir gün kadın; annesi için Amerika’ya gitmek zorunda kalınca, mesafeler uzayıp, hasret araya girerek, yalnızlık derin bir yara gibi, sızı veriyordu…

Giden geri gelmiyordu…

Günler ayları, aylar yılları kovaladı, ama iki sevgili hiç kavuşamadı. Adam sevdiği kadından, bir daha hiç haber alamadı. Oysa ne planlar yapmışlardı. Ne hayaller kurmuşlardı. Kaf Dağına, birlikte tırmanacaklardı. Oysa sevdiği kadın gidip, kendinden bir daha haber alamayınca, ne dağlar, ne ovalar, ne de gezgin ruhu, ceza evinde tek hücreli oda da yatan, müebbet almış biri gibi, kepenklerini kapatıp, hayata küsmüştü…

Yarası derin di…

Uzun yıllar geçti. Adam, tek başına hayatına devam etti. Bir gün evde otururken, postacı kapıyı; Üç kez çaldı…Tak,tak,tak…

Büyük bir zarf gelmişti. Üzerinde, adı yazan zarfı açtı. İçinden bir mektup ve bir boyunluk (baf) çıktı. Şaşırdı; hemde çok şaşırdı. Gözlerine inanamadı. Uzun yıllar önce, sevdiği kadına aldığı boyunluktu. Kokladı, kokladı, kokladı… O kokuyordu. Sevdiği kadın…

Mektubu açtı okumaya başladı. Gözyaşları sel olup akarken, sevdiği kadını Amerika’ da zannederken, aslında kadının burada, yaşadığını öğrendi. Ben Zeynep; kızıyım, annem çok hasta, sizi son bir kez daha, görmek istiyor. Biletiniz ve adres burada; lütfen bu mektubu aldığınızda, hemen gelin. Artık annemin, hasret çeken derin yarası dikiş tutmuyor ve son günlerini yaşıyor…

Geçmişte, rüzgar gibi uçup giden umutlar gibi, adamda son bir kez, sevdiği kadını görmek için bir solukta verilen adrese uçsa da. Ondan önce, ondan hızlı, uçan zaman, göz açıp kapayıncaya kadar, uçuyordu…

Sevdiği kadına, yıllar önce aldığı boyunluk, yıllar geçse de, geçmeyen kokusunu yolculukta, içine çeke çeke, hastaneye vardı.

Heyecanlıydı…

Onu kapıda, Zeynep karşıladı. Bir hışımdan onun yattığı, 75 nolu odaya adeta ışınlandılar… Ne umutlar, ne hayaller, ne gelecek planları, dağlarda aldıkları kararlar, hayata geçmemiş, aşkları Kaf Dağının ardında kalmıştı.

Üzgündü…

Hayatı paylaşmak, onunla yaşlanmak ve yine onunla en güzel coğrafyalarda yürümek, çocuklarıyla, harika bir ömür geçirmek istiyorlardı. Ama maalesef zaman; saat gibi tıkır tıkır, düzenli işlemiyordu…

Yoğun Bakım yazılı kapıdan hızla geçerek, kadının yattığı bölmeye doğru koştu. Koşmadı, adeta uçtu! Arada cam bölme vardı. Gözlerinden yaşlar dökülürken, hıçkırıklar salonu inletiyordu.

Fakat ne adam nede kadın, birbirlerinin sesini duymuyordu…Kadın hastanede ve özel bir odada, makinalara bağlı, camlı bölme ile sevdiklerinden ayrı yatıyordu. İçeride belirsizlik, dışarıda da belirsizlik ve hüzün! Salonda, lapa lapa kar yağıyor adeta, adam da tir, tir titriyordu. Her yeri, çivi gibi kaskatı olmuştu. İçeride yatan sevdiği kadındı…

Ancak, Amerika’ya vardığında bir daha geri dönemeyeceğini bilmiyordu. Ailesi kadını, bir daha geri göndermedi. Onun da, buna direnecek gücü yoktu. Hayaller bitiyor, yalnızlık ikisinde de, derin bir yara bırakıyordu. Son bir güç ile kadın, yatağından doğrulup, yıllarca görmediği sevdiği adama el salladı, hoş geldin der gibi.

Ardından; vücudu yılların yorgunluğuna, ruhu ise sevdiği adama kavuşamamanın hasreti ile yorgun bedeni, sessizce yatağa yığıldı… Yalnızlığın yarattığı derin yara, onda çok derin hasretler bırakmış, sevdiği adamı gördüğü andan itibaren, vücudu kendini salarak, makinalarda artık alarmlarını çalarak, sonsuzluğa açılan kapıdan geçerken, kadına eşlik eder gibi alarmlarını, çalmaya başlamış, yolcuya refakat ediyorlardı sanki.

Onları bu kez, Amerika yolculuğu değil, yalnızlığın onlarda bıraktığı, derin hasret yaraları ayırmak için çaba sarf ederken; bu kez eski iki aşığın, yine birbirlerine kavuşmalarına engel olan kalın ve aşılmaz camlar oluyordu…

Elveda…

Gözyaşları…Hıçkırıklar…

Adam; elinde yıllar önce sevdiği kadın için aldığı ve halen, onun kokusunu hissettiği boyunluk (baf ) ile yüzünü kapatırken, bulunduğu yere yığılıp kalıyordu. Sevdiği kadın, bu kez yine terk edip gitmişti onu.

Gözlerini, terden sırılsıklam alnını ve boynunu, kadının kokusunun sindiği boyunluk (baf) ile silerken; derin yarası yine kanıyordu! İçin için ağlıyordu, hıçkırıklara boğulmuştu!

Bir ses duyuldu…

Beyler; burada yemek molası veriyoruz….

Kadın, sevdiği adamın yanına hızlıca gelerek, sevgilim yine elin kanıyor, hemen pansuman yapalım, çünkü yolumuz uzun; Kaf Dağına çıkana kadar, kanayan yaran daha derinleşmesin, lütfen parmağını uzatır mısın…

Evet, yanlızlık derin bir yara… İflah olmaz.

Ancak gerçek yaralar önce pansumanla, olmayınca hastanede dikiş atılarak kapanır. Derin yaralar ise sevdiğinin boyun bağı (baf) ve onun kokusuyla…

Adam iki saniyelik mola öncesi, oturduğu taştan kalkarak, hayal gördüğünü ama parmağının da yeniden kanadığını görerek ve yaranın zamanla kapanacağını bilerek, sevgilisinin elinden sıcak çay ve çift kaşarlı tostunu alarak, beraber yemeye başlarlar.

Hayat onlar için yeni başlayacaktır; Kaf Dağının zirvesine varınca.

Tabi, Kaf Dağı varsa?

Varmı?

canemregündem.com
TEILEN
Önceki İçerikKUŞ GİBİ
Sonraki İçerikRÜYA GİBİ…
Bağımsız, özgür, hiç bir kişi yada kurum ile nakdi, ayni yardım ilişkisi içinde olmayan, sadece özgür gazetecilik ve habercilik yapan, çevreye, doğaya ve canlı haklarına saygılı, gazetecilik anlayışı ile gündeme ışık tutmak için yola çıktım. Amacım sadece gazetecilik...