Can Emre
KESİŞME
GHOST MAN / DARK ORWELL
‘Karanlık Adam’
-3-
“Orkun, Orkun… kapı çalıyor bakar mısın? Ben mutfaktayım.”
“Tamam anne.”
Orkun, uzandığı yatağından kalkar ve kapıya doğru yönelir. Kendi kendine bu saatte kim gelmiş olabilir diyerek, kapıyı açar.
Kapıyı açtığında şaşkınlığını gizleyemez.
“Minik, bu saatte ne işin var burada? Nasıl geldin? Bir sorun mu var? Kaçtın mı yoksa Minik?”
“Telaşlanma Orkun, korkacak bir şey yok. Seni ziyarete geldim.”
“Ama bu saatte mi? Saat neredeyse gece yarısına yaklaşıyor. Dayım nasıl seni bu saatte sokağa çıkarmış?”
“Dayın iki günlüğüne bir arkadaşını ziyarete gitti. O yüzden geldim.“
“Anladım. Geç içeri. Bu gece misafirim ol. Yarın bakarız. Şimdi yatalım kahvaltıda görüşürüz. Biliyorsun yatağının yerini. Hadi sana iyi geceler.”
Orkun odasına geçerken şaşkındır. Çünkü bu zamana kadar, böyle bir durum ile karşı karşıya hiç kalmamıştır. Hoş, dayısı ile üç gün önce görüşmüş, sorun olmadığı haberini alınca sevinmişti. Çünkü dayısı, şehirden uzak bir hayat yaşıyordu. Şehirden gideli de, çok olmuştu. Yine Minik’ e hem inanır hem de güvenirdi.
Odasına geçip yatağına uzandı Orkun. Tam düşünmeye başladığı anda, içinden yine Ghost Man yani Dark Orwell gür sesiyle seslendi.
“Orkun yine ne oldu? Misafirimiz var. Minik mi gelmiş?”
“Evet Dark Minik geldi de, sen nereden biliyorsun Minik’i?”
Dark, gür sesiyle kahkaha attı.
“Ben bilmeyeceğimde kim bilecek Orkun? Ben senin geleceğinim. Aynı zamanda, geçmişten geliyorum biliyorsun.”
“Evet Dark, bunu düşünmemiştim.”
“Unutma, George’a yardıma gideceğiz. Daha ona cevap vermedin ama yardıma ihtiyacı olmasa, Amerika’dan sana yazmazdı.”
“Bende öyle tahmin ediyorum. Ama yarın kahvaltıda Minik ile de konuşmalıyım. Gece yarısı bize gelmesi pek hoş değil. Dayım şehir dışında yaşıyor. İki günlüğüne arkadaşına gitmiş. Onu fırsat bilen Minik bana geldiğine göre burnuma, hoş kokular gelmiyor. Önce onu bir dinleyelim. Daha sonra George’a yazarız.”
“Tamam Orkun. Bence hiçbir mahsuru yok. Ben sana yardım edeceğim.”
“Sana da iyi geceler Dark.”
“İyi geceler.”
“Ben bir dışarıya çıkayım. Etrafı kolaçan edeyim.”
“Nasıl istersen Dark.”
Minik, iri bir çoban köpeğiydi, en babalarından. Büyük babası ve babası ’da bu evde yaşamıştı, ama onları tanıma fırsatı olmamıştı. Patron dediği sahibi ile çok iyi dostlukları vardı. Patron ’da şehir hayatından kaçmış, uzun yıllardır bu evde yaşıyordu. Ama patronun, neden şehirden kaçtığını bilmiyordu. Fakat ne olursa olsun, Minik ’in bahçenin dışına çıkması yasaktı.
Minik, o gece; karla kaplı ayaz gecede, şehirden uzak evlerinin bahçesine kurulu, geniş ve ferah kulübesinde, bir kulağı dışarıda, diğer kulağı içeride uyuyordu. Birden uyandı ve bu güne kadar, hiç duymadığı sesler ve iniltilerin geldiği yöne doğru, kulak kabartarak, sesleri dinledi. Aynı zamanda havada, kötü bir koku da vardı. İçgüdüleri yanılmazdı.
Yerinden kalkarak, havayı kokladığı yöne doğru ilerledi. Evlerinin biraz ilerisinde bulunan, ormanlık alandan geliyordu bu sesler. Gerek içgüdüleri, gerekse burnu, kötü kokular alıyordu; hatta tanıyordu bu kokuyu, kan kokusuydu..!
Bu arada evin bahçesin ışığı yandı. Minik ‘in hareketlendiğini duyan patron, bahçeye çıkarak, Minik’e seslendi:
“Ne oldu Minik?”
“Patron, ormanlık alandan sesler ve iniltiler geliyor, aynı zamanda burnum, kan kokusu alıyor.”
“Tamam, Minik sen kulübene geç, sakın dışarıya çıkayım deme. Etraf sessiz ama tehlike kokusu bana da geliyor.”
“Tamam, patron, yarın bakarız.”
“Olur, yarın sabah gider bakarız.”
Sabah; gördükleri manzara karşısında, ikisi de şok olmuştu. Gittikleri ağaçlık patika yerde her yer kan içindeydi. Akşam burada bir katliam yaşanmış, insan kılıklı canavar, kedinin kulaklarını kesip, 7-8 yerinden bıçakladıktan sonra, onun üzerinde sanki otopsi uygulamıştı. Korkunç ve iğrenç bir olaydı. Bunu insan olan yapamazdı. Ama yapmıştı…
Patron;
“Çok üzgünüm Minik, yapabileceğimiz bir şey yok artık bu saatten sonra, zaten karlar tüm izleri örtmüş, hadi evimize gidelim diyerek; evlerinin yolunu tuttular, üzgün ve çaresiz.”
Eve geldiklerinde “Patron”, Minik’e,
“İçeri gel, sana bir şeyler göstereceğim.”
“Ne göstereceksin Patron;”
Sandık açılır ve içinden, iki adet fotoğraf çıkar.
“Bunlar nedir patron?”
“Bak, bu büyükbaban yani deden, bu da baban;”
“Babam mı?
“Evet”
“İlk defa, görüyorsun ve onları hiç tanımıyorsun. Yıllar önce büyükbaban, zabıtalar tarafından zehirlenerek öldürüldü. Yanına geldiğimde yapabilecek bir şey kalmamıştı. İlk onu tanımıştım. Çok iyi bir çoban köpeği idi. Baban, elimde doğdu senin gibi; ama bahçemizde kötülere, hırsızlara, uğursuzlara aman vermediği için, çok gürültü yapıyor bahanesiyle, bitişik komşularımız tarafından, gece bahçeye girilerek, suyuna zehir katılarak öldürüldü”
“Babam fark etmemiş mi?”
“Baban, komşularımıza ve tanıdıklara karşı, sakin ve uysaldı. Nereden bilsin, onların cani ruh taşıdıklarını. Vicdansız olacaklarını…”
Ağlamaya başladı Minik, gözyaşlarına boğuldu…
“Nasıl anladın peki, Patron?”
“Bahçemizde gizli kamera vardı, oradan tespit ettik.”
“Bak Minik, onlar çok iyi dosttular, kimseye zararları yoktu, beni ve ailemi korumak için hayatları boyunca, mücadele içinde oldular. Baban, komşularımıza ve tanıdıklara karşı sakin ve uysaldı. Nereden bilsin onların cani ruh taşıdıklarını. Vicdansız olacaklarını… Onlar şimdi bir Melek.”
Ağlamaya başladı Minik, gözyaşlarına boğuldu…
“Peki, neden şehir dışında, ormana yakınız, insanlardan uzaktayız?”
“Dünya, çevre ve toplum bozuldu. İnsanlar birbirine küs, toplumda kavga ve gürültü eksik olmuyor, insan kılıklı caniler, yine insan-hayvan ayrımı yapmadan, gözleri dönmüşçesine çevremizde dolaşıyorlar. Kimin iyi, kimin kötü olduğunu ayırt etmek zor. Onlardan kaçtım adeta!”
“Hele; büyükbaban ve babana yapılanlardan sonra, insanlarla beraber aynı ortamda, olmak istemedim. Aynı havayı solumak istemedim, sizlerden vazgeçemem, ama onlardan vazgeçtim. Bu toplumda, özellikle sosyal medyada, kedi ve köpeklerin kulaklarını, kuyruklarını hatta kafalarını kesen, onlara işkence edenlerin, paranoyak ve faşist duygular içeren görüntülerine, sessiz kalıp, hesap sormayanlar. Yine, bu eylemleri yapanların gerekli cezalara çarptırılmaması. Siyasilerin bu olayları hafife alıp, yine sivil toplum kuruluşlarının ikircikli tutumları, hayvanların evrensel normlarda ‘Yaşam Hakkına’ saygı duyulmaması. Hayvan Haklarının yani ‘canlı haklarının’ yok sayılması, onları koruyucu yasaların çıkarılmaması. Toplum bilincinin, yeterli eğitim ve ruhsal açıdan desteklenmemesi, bugün sosyal ve kültürel aşındırmalar, hayvanlarımıza yapılan kötü ve çirkin muameleyi de, arttırmıştır.”
“Yani minik, toplumda hayvanlara karşı yapılan katliamlar, ruh hastalığı, psikolojik travma, hayatların dejenere olmuş, son halini yansıtırken; Bunu sergileyen, faşizan duygular ise, toplumun hasta olduğunu ve baskıların hayvanlar üzerinde, denemesinin ise hastalıklı insanların, bugün hayvanlara, yarın insanlara ne kadar büyük zarar vereceklerini, bizi yönetenlerin görememesidir. Bugün hayvanları katleden, 7-8 yerinden bıçaklayarak, otopsi yapan, kulaklarını, burnunu kesen, ruh hastaları, insanlara ne yapmaz? Bu bir hastalık ve toplumun travma halidir…”
“Patron,”
“Evet, seni dinliyorum Minik; ‘bana, bahçeden dışarı çıkma, bizleri koru’ derdin. Görüyorum ki haklısın. Ama bugün zarar hayvanlardan değil, insan kılığındaki canilerden, ruh hastalarından geliyor.
“Maalesef Minik öyle; Bugün, betona, taşa yatırım yapanlar, insanlara yatırım yapsa, onları eğitse, sosyal ve psikolojik desteklese, olaylar azalabilir. Bilinçlendirme ve hayvan sevgisini, topluma aşılandırmak şart. Hayvanlarında insanlar gibi can taşıdığına; onlarında acı çektiklerine inansalar, o bile yeter… Birde şu var.”
“Av meselesi ve avcılar…Eline tüfek alan avcı oluyor.”
“Farkında değiller? Soyu tükenmekte olan, geyik, karaca, tilki, kuşlar ve diğerlerini avlayarak, sanki spor yapıyormuşçasına nesillerini tüketiyorlar. Bu spor değil katliam. Canın et yemek mi istiyor? Git kasap’ tan al, spor mu yapmak istiyorsun? Deniz kenarında ya da ormanda yürü… Ama nedir o silahla hayvanları kovalamak? Silah spor malzemesi değil ki?
“İyi misin? Minik?”
“Evet patron…”
“Ama ailem ile beraber olamadım, onların kokusunu hissedemedim, onlara sarılamadım, doğum günümde, karne heyecanımda yanımda yoklardı. Babamı tanımadım. Saçımı hiç okşayamadı, onunla maçlara, basket oynamaya, sinemaya gidemedim, benim suçum neydi?”
“Suçun yok Minik, suçun yok..!
“Haklısın, hem de çok haklısın. Öyle bir ülkedeyiz ki! Ne senin, ne de benim hakkım, hukukum yok… Hadi; ormana doğru yürüyelim, ne zaman insan hakları ve hayvan hakları, gerçek manada bu ülkede uygulamaya koyulursa; O zaman şehre iner, insanların içine karışırız.”
Minik daha önce de bir çok olaya yaşamasına rağmen, böyle bir katliama şahit olmamıştı. Birde, bazı geceler hisleri onu korkutur, burnu kötü kokular alarak, bulundukları evin bahçesinin etrafında karaltılar hissederdi. Bu onu tedirgin ederdi. O güne kadar patrona bir şey söylememiş ama karanlık ve şehirden uzak, adeta dağ başında bulunan evlerinde patronu için tedirgin oluyordu. Çünkü patronu, kimi zaman uzun yürüyüşlere çıkar gece geç gelirdi. Hele hele kedilere yapılan katliamdan sonra tedirginliği daha da artmıştı. O nedenle Orkun’a gelmişti. Onunla dayısı hakkında konuşmalıydı. Çünkü hayvanları katledenler insanlara ne yapmazdı! Bunu patronun yeğeni Orkun ile konuşmalıydı.
Sabah olur. Orkun’un annesi seslenir.
Beyler, kahvaltı hazır…
-3-
Can Emre