Can Emre
BENİ HER DURUMDA SEVDİN, SENİ HER DURUMDA SEVDİM.
AŞK NE DEMEK BİLEN VAR MI?
Biraz sohbet edelim…
Stadın büyük kapısından içeri, babasının elini sıkıca tutarak girdikten sonra merdivenlerin başına geldiklerinde, büyük ve devasa merdivenleri nasıl çıkacağını düşünürken, babası bir hamle de oğlunu omuzlarına alarak kocaman merdivenleri bir çırpıda çıkıp, tribündeki yerlerini aldılar.
Hep el ele, kol kola, omuz omuza baba çocuk, birbirlerini her zaman omuzlarda taşıdılar. Çünkü birbirleriyle ilişkileri, hep kalp kalbe idi.
O gün statta başlayan serüven, sonsuza kadar devam etti. Ama maalesef hayat sonsuza kadar devam etmiyor. Fakat anılar, yeri geldiğinde derin bir uyku da. Yeri geldiğin de ise bazı olaylar onu tetikleyip, yeniden canlanıyor.
Bir sabah baba çocuk ilkokula, ortaokula ve lise ‘ye yazılmak için yola çıkarken, nasıl stada girişte babası oğlunu omuzlarına alıyorsa; hem bu dönemlerde hem de askerlik öncesi ve sonrası, yine evlilik öncesi ve sonrası, daha sonra çocukları ile birlikte; gelinini, damadını ve tabi ki torunlarını bizden daha çok severek, onları omuzlarına değil, başının üzerine alarak, ömrünün sonuna kadar orada taşıyordu. Böyle bir adamdı babam…
Gençliğinde kara yağız delikanlı âlemleri, gezmeleri, maçları, yeme içmeyi sevse de, insan ayırmadan kalp kırmadan her sofraya oturan, gönül adamı olarak; Tekel’de, Çınarlı Doğuş sporda, amatör futbolda, kahvede, meyhanede, sokakta, çarşıda pazarda; Bandırma nın Amigo Enver abisi idi. Ya da Enver abi…
Herkese emeği az ya da çok geçmiştir. Hele Çınarlı Doğuş spor ‘un malzemelerini yeri gelir, annem ile ikisi evde yıkardı. Gönül adamı, futbolcu dostuydu.
Sadece gönül adamı değil aynı zamanda, kitap kurduydu bilir misiniz? Derin ve entelektüel bilgisinin yanında matematik ustasıydı. Tek kalemde alt alta, yan yana toplu işlemleri saniyesinde yapardı. Vergi iade zarflarını özenle doldurur, makinesiz bir çırpıda hesaplardı. Muazzam analitik zekâsı vardı.
Evimiz, hınca hınç, cilt cilt kitap ve ansiklopedi doluydu. Gazetelerden ansiklopedi toplardı. Kitaplar biriktirirdi. Atlaslar, Nutuklar, haritalar biriktirip bizler için onları ciltletirdi.
Hele hele Osmanlı Padişahları koleksiyonundaki kitapları 13-14 yaşlarında okumaya başlamıştım. Beni bu konu da hep desteklemiştir. Orta Doğu da yaşananları, tarih ve coğrafyayı bana sevdiren babamdı. Çünkü babam da bu konuları sever ve takip ederdi.
Hatta lise döneminde, Orta Doğu konusunda yazılan pek çok kitabı alır getirir, savaşın neden ve sonuçlarını anlatırdı. O nedenle bugün benim de heyecanla takip ettiğim alan olması bu yüzdendir.
Ona müteşekkirim.
Fenerbahçe dergileri, Foto spor mecburalar, Atatürk kitapları hatta onlarca NUTUK kitaplığımızın dışına taşardı. Benim ve kardeşimin ayrı ayrı fasikül halinde 6-7 adet ansiklopedisi mevcuttu.
Okumanın yanında biriktirmeyi de severdi. Kitap, dost, arkadaş… Vs. gibi.
Fenerbahçe ve Bandırmaspor tutkusu ise dillere destandı. Gönül adamı, âlem adamıydı. Zaten Bandırma spor amigosuydu. Daha ne olsun! Bana Can adını Fenerbahçeli Can Bartu’dan vererek, sarı lacivert aşkını bende yaşattı.
Her hafta sonu Cumartesi günleri babamlara gittiğimizde, mutlaka gazete ve dergilerdeki yazıları, vergi-ceza-spor-gibi önemli haberleri keserek saklar. Onları hafta sonu okumam için benim adıma biriktirirdi.
Gazete, kitap, dergi okumayı sever. Dünyadan göçene kadar evimize gazete girdiği gibi önemli yerleri ve haberleri çizerek saklardı. Düşünce adamıydı. Siyaset ile biraz arasında mesafe vardı. Hatta evde siyaset konuşulmazdı. Çünkü büyük dedem Halil İmre 1960 darbesi ile Demokrat Parti döneminde tutuklanıp, Kayseri cezaevinde yatması ebetteki bizim için üzücü bir olaydı. O yüzden mesafeliydi.
Annem saklamıştı, babamın İstanbul’dan ilk getirdiği siyah küçücük mokasen ayakkabılarımı. Muhteşemdi. Para ile işi olmazdı. Seneye de giysin diye aileler çocuklarına büyük ayakkabı alırken. Babam büyük, ayağından çıkan ayakkabı sevmezdi. Ayağına göre olsun. Bir de en güzeli ve kalitelisi olsun derdi. Hele papyonlu takım elbisemi İstanbul’dan getirmişti. Güzel giyinir, güzel giydirir di. Paraya acımazdı. Bonkördü.
Bana: “senle ben hiç eski para sevmiyoruz” derdi.
Yani para bizde adeta puldu. İncecik ayakkabılar, tiril tiril gömlek ve ütülü pantolonlar yine incecik o dönemlerde moda süet montlar giymeyi severdi. Gençliğinde futbol oynadığı için sağ ayak başparmağı sorunlu olduğundan yumuşacık, adeta katlanacak ince ayakkabılar giyerdi. Gri rengi favoriydi. Benim de ayağım sorunlu, bende gri renge bayılıyorum onun gibi.
Kendi döneminin iyi sol içlerinden, 17 Eylül’ün önemli futbolcusu daha sonra Ahbap İlhami abi ile yönetici olacak kadar futbolu çok severdi. Tutkuluydu. Hatta Fenerbahçe ve Milli Takımın maçlarını takip etmek için özellikle gençlik yıllarında manifaturacılık yaparken, dedeme İstanbul’a mal almaya gidiyorum diyerek maçlara kaçtığını söyleyecek kadar deli yürekti.
Hep; çölde su, güneşte ve yağmurda şemsiye, kar ve fırtınada korunak oldu. Hatta açık denizde küreksiz sandalıma kürek, yüreği yüreğime yürek oldu.
Kendi bulmaca ansiklopedisini nasıl yapabilir insan? Bundan 50-60 yıl önce. Bilgisayar yok. Bugün gibi yapay zekâ yok. Ama o, bilgisayarın olmadığı dönemde kendi bulmaca ansiklopedisini yapan adamdı. Nasıl yaptın mübarek? Kim bilebilir araştırmadan? Kim bilebilir Google amcaya sormadan? Şimdi kolay. Yaz Google versin cevap.
Size; Naura-Annam-Rila-Şamaş-Selcen-Aban desem, mutlaka Google’dan aratırsınız değil mi? Şimdi elimde tuttuğum ve sayfalarını çevirdiğim bu hazineyi ne zaman yaptın mübarek? Nasıl bir zekâ. Nasıl bir tutku bu?
Onunla ilk tanışmam, evde dünyaya gözlerimi ilk açtığımda, rahmetli Topal Ebenin beni babamın kucağına vermesi ile olsa da, yine son vedalaşmamız bu kez onun benim kucağımda olması ile biten dünya hayatının, yine birbirimizin ellerini sıkıca tutmamız ile son buldu.
Acıydı. Elleri ellerimin arasından kayıp giderken. Ama kader. Bir şey gelmiyor elden.
Hatıralar çok. Anılar yığınla. Anlatsam sayfalara sığmaz. O kadar çok ki.
Arardım, arardı…
Amigo… Hafta sonu geliyorsunuz değil mi?
Evet, baba geliyoruz derdim.
Şimdi yok.
Telefonun ucundaki Amigo artık, suskun, sessiz ve biliyorum ki bir daha yaşanmayacak hikayeler anılarda.
Sevin ama çok sevin.
Telefonu kaldırdığınız da, karşıdan cevap veren yok. Ya da şöyle. Aradığınız kişiye ulaşılmıyor.
Ben ona hep ulaştım. O da bana.
Ben onu çok sevdim. O beni benden daha çok sevdi.
İlk topa vurmayı bana öğretirken, eli elimi tutuyordu. İlk maça giderken yine eli elimi tutuyor hatta yanağımı ve sırtımı okşuyordu.
İlkokula başlamadan önce sünnetimde gözyaşları görünmesi diye sünnet düğünüme gelen Bandırmaspor ‘lu futbolcuların armağan ettiği bordo beyazlı futbol topunu bana imzalayıp verirlerken hatta evimizin terasında tam üç gün üç gece süren düğünümde, eli hep elimdeydi.
Belki de bordo beyazlı futbol topunu İstanbul’dan bana şahane ayakkabılar, elbiseler alırken almış olabilir? Bilmiyorum. Bana sürpriz yapmayı çok severdi. Amigosunun elini hiç bırakmadı. Bende.
Bandırmaspor genç takımında ilk maçıma çıkarken yine soyunma odasının kapısına kadar beni bırakırken, eli elimi tutuyordu. Yine ilk golümü atınca, eli omuzuma ve yanağıma dokunurken, gözlerinden mutluluk damlıyordu.
İlk oyuncağımı, ilk bisikletimi, ilk topumu, ilk formamı, ilk ayakkabımı alıp bana giydirirken, elim o yere eğilmiş ayakkabılarımı bağlarken, elim omuzunda iken onun bir eli ayakkabımı diğer eli, beni tutuyordu. Nasıl unutulur?
Hiç unutmam 1980’de Cevat abiye (Kaz Cevat) Almanya’dan bana özel Adidas kramponlar, eşofmanlar, özel formalar getirtirken de onları giyerken, ikimizde heyecandan ellerimiz kalbimizde gözlerimizde mutluluk gözyaşları vardı. Almanya’dan bana ısmarladığı kasetçalar ve hediyeleri beraber açarken, eli elimi tutuyordu.
Hatta tüm maçlarımı seyretmeye gelip, maç sonu iyi ya da kötü sonuçta benim elimi bırakmıyordu. Sırtımı sıvazlarken, diğer eliyle yanağımı sıvazlıyordu, beni tebrik ederken.
Hatta çoğu maçta sakatlanınca yine eli elimde, hatta kanayan, acıyan, ağrıyan hatta çıkan el ve ayak bileklerimi yerine oturtması için Çıkıkçı Ali abiye giderken de eli elimdeydi. Nasıl unuturum. Aşk böyle bir şey. Bana Aşk’ı anlatın deseniz? Anlatıyorum işte. Aşk benim içim oydu.
Anlatacak çok anı var. Belki başka bir zamana bırakalım. Böylece uzun bir süreden sonra bu topraklarda doğmuş, kara yağız delikanlı Amigo Enver, spor adına, futbol adına, Çınarlı Doğuş adına amatör spora hizmet etmiş olsa da, aslında size çoğunuzun bilmediği entelektüel ve derin bilgisinden bahsederek, bu anlamda ismi kitaplar arasında kalmış, şiirleri olan, karakalem resme aşık, gönül adamı ve bulmaca dehası babamı bir gün bu yönüyle;
Şiirleriyle, bulmacalarıyla ortaya çıkmamış matematiksel dehasıyla daha geniş tanıştırmak isterim.
Ben onu çok sevdim. Ama o beni daha çok sevdi.
Oğuz-Yeliz-Selin ve Selen’in dedeleri, babamız seni çok özledik. Biliyor musun? 24 Ekim 2012’den bu yana zaman çok çabuk geçmiş.
24 Ekim’de doğdun ve 24 Ekim’de aramızdan ayrılarak gittin. Gittiğin yer cennet olsun. Şimdi annem de yanında. Bilmiyoruz? Nerede siniz?
Irmakların kenarında, uçsuz bucaksız kumsallarda, ya da gökyüzünde martılarla dans ediyorsunuzdur…
Amigo bu hafta, sonu geliyor musunuz? Diyerek telefon eden yok. Martılar yoldaşın, melekler arkadaşın olsun. Biliyorum şimdi anneme de kavuştun…
Bu gün ağlamayacağım…
Çünkü biliyorum orada siz, mutlusunuz.
Keyfinize bakın.
Bazı sevgiler tarif edilemez biliyorsunuz. Bende tarif edebildiğim kadar yazdım.
BENİ HER DURUMDA SEVDİN, SENİ HER DURUMDA SEVDİM… SEVECEĞİM…
Can Emre