EMPERYALİZM KABUK DEĞİŞTİRİYOR

0
384
emperyalizm-kabuk-değiştiriyor

Can Emre

EMPERYALİZM KABUK DEĞİŞTİRİYOR

Değişen dünya ve değişen yapılar…

Son yıllarda ‘Yeni Dünya Düzeni’ veya ‘Küreselleşme’ gibi yaftaları kullanan, bir zamanlar hatta ‘geberen kapitalizm’ diye nitelenen ama bugün halen daha ayakta olan emperyalizm, Büyük Ortadoğu Projesi BOP adı altında hatta yeni versiyonu ‘New World Order’ olarak sömürü, talan ve yok etme planlarını, açık seçik ortaya koyarak artık bizi de tehdit ediyor.

Önce küçük bir emperyalizm paylaşım yapalım.

Emperyalizm

Genel anlamda, Emperyalizm, bir ulusun, başka bir ulusun ya da başka ulusların, topraklarını ele geçirerek yayılması, onları siyasal ve ekonomik egemenliği altına alması ya da böyle bir siyaset gütmesi anlamında kabul görüp, anamalcılık, tekelcilik anlayışının en yüksek aşamasıdır.

Ayrıca, Lenin’in Marksist yönteme kattığı diğer temel bir düşünce de, kapitalizmin en yüksek aşaması olarak emperyalizmi görmesidir. Lenin, Avusturyalı Marksist teorisyen Rudolf Hilferding ve İngiliz ekonomist John Hobson’un emperyalizm ile ilgili düşüncelerinden yaralanarak Karl Marx’ın Das Kapital (1867) adlı eserindeki fikirleri formüle etmiş ve bir sentez haline getirmiştir.

Emperyalizm, Kapitalizmin en yüksek aşaması adlı eserinde bu konu hakkında birçok görüş ortaya atan Lenin, kapitalist devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda pazar bulma amacıyla başka uluslara müdahale ettiğini belirtmiş, çürüme, zayıflık gibi kavramlarla kendi yaklaşımlarını ortaya koyarak, emperyalizm denildiğinde Lenin doktrinleri akla gelir olmuştu. Bununla birlikte Lenine göre emperyalizm, kapitalizmin tekelci aşamasıdır. Üretimde ve sermayede görülen birikim çok yüksek bir gelişme seviyesine ulaşmıştır ve bu durum bütün ekonomik hayatta belirleyici bir rol oynayan tekelleri yaratmıştır.

Bankaların sermayesi, toplumsal sanayi sermayesi ile iç içe geçmiştir ve bu ‘mali sermaye’ üzerinde bir mali oligarşi ortaya çıkmıştır. Meta ihracından ayrı olarak, sermaye ihracı çok daha önemli bir hale gelmiştir.

Nikolay Buharin’e göre ise emperyalizm olgusu ise dünya ekonomisinde o dönemde görülen iki eğilimin ortaya çıkarması nedeniyle,  özellikle sermaye gücünün ‘uluslararası olması ve ulusal pazarlar ile  iç içe geçmesi’ olarak değerlendirir.

Bu gün yaşadığımız küresel dünyada sermaye ile birlikte iç içe geçmiş toplumlar, yine iç içe geçmiş ülke sermayeleri dünyanın bu anlamda ekonomik hatta siyasi anlamda tekelci bir güçle yönetilir hale gelmiştir. Ekonomik olarak tekelci bir güç ile yönetim örneği Amerikan Merkez Bankası FED akıllara gelirken, kaldı ki bu Banka Amerikan Devletinin değil, 8 Yahudi Ailenin elinde olsa da, siyasi ve askeri anlamda da NATO konseptine dahiliyeti nedeniyle yine tekelci güç ile yönetim biçimine dahildir.

Dünyanın içinde bulunduğu jeolojik, jeopolitik süreç ülkelerin sosyal yapılarını, iktisadi kaynaklarını, kültür ve doğa karakterlerini değiştirerek aslında dünyanın giderek ve hızlı bir şekilde yaşlanıp, kaynaklarının dünya insanlarına yetmeyeceği kavramı üzerinde tartışılırken, Emperyalizm dediğimiz canavar, biz uyurken o uyumayarak mesaisini devam ettirmektedir.

Malum Avrupa 1. ve 2. Dünya Savaşı ile haritalarını şekillendirdi. Aynı zamanda bölgesel ve kıt’asal olarak Orta Doğu’da bulunan petrol ve gaz rezervlerine sahip değiller. Hatta enerji ihtiyaçlarını Orta Doğu tandanslı yatırımlar ve anlaşmalar ile sağlayarak bu anlamda sadece bölgesel olarak sanayi, ticaret ve kültür ağırlıklı yaşamlarını sürdürmektedirler.

emperyalizm-kabuk-degistiriyor

Aynı zamanda bu ülkeler 1. ve 2. Dünya Savaşları ile yıprandığı kadar yıprandı, hatta savaşlardan ağızlarının paylarını aldı. Unutmamalıdır ki, Amerika’dan önce dünyanın en büyük sömürgeci ülkeleri, Portekiz, İspanya, İngiltere, Hollanda ve Fransa olurken şimdi kendi coğrafyalarında yine dünya savaşlarının asıl gerçeği ‘Ülkelerin toprak paylaşımı ve sömürgecilik anlayışı’ tezlerinden uzak,  sakin bir hayat sürerek bu gün için sömürünün merkezi Amerika ve Nevada’da bulunan ‘Küresel Baronların’ bir dönemde Avrupa’da hüküm sürdükleri de unutulmamalıdır.

Emperyalizmin temeli baskıdır…

Bilindiği gibi, emperyalizm kapitalist sistemin zorunlu bir gelişme aşaması ve insanlık düşmanı bir sistemin adıdır. Temeli baskı ve sömürüye dayanır. ABD emperyalizmi dünyanın her yerinde çıkarları doğrultusunda amaçlarına ulaşabilmek için işgal, saldırı, öldürme, kan dökme yöntemlerine başvurmaktan kaçınmamaktadır. Amerika içeride ve dışarıda kendi çıkarlarına ters gelen tüm eylemleri bertaraf edecek güçte olup, bu çıkarları için dünyanın neresi olursa olsun müdahale gücüne de sahiptir.

Emperyalizm önce Afganistan, daha sonra Irak şimdi de Suriye bağlamında kitle imha savaşlarına karşı çıktığını söyleyerek, hatta kitle imha silahları bulundurduğu bahanesiyle Irak’ta on binlerce insanı katlederken, yine aynı Amerika 2.Dünya Savaşında Japonya’ya ‘Atom Bombası’ atarak Hiroşima ve Nagazaki’de yine on binlerce masum insan öldürdü. Vietnam’da yapılan katliamlar, Güney Amerika’da gerçekleştirilen diktatörlükler, açık ve gizli ABD ve CİA tarafından desteklenen projeler tarihin belleğinde yer almaktadır.

Dolayısıyla bu projeye Büyük Amerikan İmparatorluğu Projesi de diyebiliriz.  Birinci Dünya Savaşı bir anlamda paylaşımı izleyen yıllarda, emperyalizmin başını İngiliz Emperyalizmi çekmekteydi. Bugün ise Amerika.

Dün Afganistan ve Irak, bugün Suriye ve bölgesindeki ülkeler başta olmak üzere emperyalizm kol gezerken, Mezopotamya uygarlığının, tarihsel yapıtlarının tahrip edilerek yağmaya terk edildiğini görmek ve yaşamak, insanlığın geldiği son duruma şahit olmak biz insanları derinden yaralamaktadır.

Bugün emperyalizm kabuk değiştirdi…

Biz bu dünyada yine dünya nimetlerini kullanırken;

Adil bir toplumsal düzen, barış içinde, kardeşçe yaşamak isteyen dünya halkları ve kaynakların adil kullanılarak kendi çıkarına değil, tüm insanların çıkarına, aynı zamanda yine insanlığın kültürel mirasına sahip çıkarak, yaşamsal sürecin huzurlu bir biçimde geçmesini istiyoruz. Dünya insanlığı hem fiziksel, hem ruhsal hemde yaşamsal olarak kardeştir.

Ve biz bu dünyada kardeşçe yaşamak istiyoruz…

İnsanca.

Yıllardan beri bu projenin taşları döşenmektedir. ABD’nin ve Avrupa Birliğinin egemenlik kurmak için bir harman yerine çevirdiği Orta Doğu, hatta Kıbrıs konusu, kanayan yaramız olup, Türkiye emperyalist kompozisyonun dışında bir ülke değildir. 1960 ve 1980 darbeleri, 1971 askeri muhtırası, 24 Ocak Özal kararları, 12 Eylül Askeri Darbesi aracılığıyla küresel kapitalist sistem içerisinde konumlandırılmıştır. 1980-1988 yıllarında sermaye hareketlerini denetleyen bir dışa açılma dönemi başlamış, 1990’lı yıllarda sermaye hareketleri serbestleşmiştir. Bu dönemde döviz fiyatları kısmen enflasyona endekslenerek hızlı sermaye kaçışları için güvence olmuştur.

Emperyalizm, güncel ve belirleyici bir olgudur. Uluslararası finans ve kapitalin ayrıca tekelci sermaye  hareketlerinin, devletlerin iç ve dış politikaları üzerindeki etkisini sürdürmektedir. Bu gün başta Orta Doğu ve Asya Pasifik olmak üzere pek çok coğrafyadaki savaşlar, Lenin’in Emperyalizm çalışmasında dile getirdiği neden-sonuç ilişkisinden bağımsız değildir. Türkiye bu bağlamda AKP dönemi le birlikte yapılan özelleştirmeler, taşeronlaştırmalar ile yabancı sermaye gruplarına bağlanmış, bugün ise had safhaya ulaşmıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan farklı zamanlarda yaptığı açıklamalarda ‘Emperyalistler, kan emiciler sömürmeye devam ediyorlar’ türünde serzenişlerde bulunsa da, aslında sağ ve popülist söylemi kuvvetlendirmek için küresel kapitalizme çatsa da, tümü sabun köpüğü kıvamında olup aldatıcıdır.

Yabancı sermaye için alt yapı hazırlanmış, dışa bağlılık artmış, hukuki yapı dizayn edilmiş,  kısacası Türkiye’nin emperyalist kompozisyon içinde yer alması için tüm taşlar döşenmiştir. Artık Türkiye ‘Sermaye İhracatçısı’ konumundadır.

Bu arada yok edilen işçi sınıfı, sendikal haklar, sosyal sınıflar ile birlikte kamu malları yabancı yatırımcı ve sermayeye açılarak, bugün ‘Milli ve Yerli’ söylemi havada kalan bir vaat ve yaklaşım olmaktadır. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan işçi sınıfını yok sayarak, liberal ve kapitalist eylemleri ile ‘Emperyalist İdeolojiye’ adeta çağrıda bulunarak, Türkiye’de yatırım yapmaya davet etmektedir.

Mali yapımızın kırılganlığı nedeniyle, İMF veya Dünya Bankası ile çalışmak yerine, yabancı yatırımcı davet ederek, ki… bu yatırımcılarda dünya ölçeğinde ‘Küresel Baronlar’ olacağına göre, aynı zamanda bu baronlar bankaları sayesinde bize para ve finans sağlanacağına göre yine aynı yerdeyiz…

Kurt-kuzu misali…

Küresel dünyanın baronları yani büyük emperyalist güçler, dünyayı parmağında oynatırken, dün toprak paylaşımı temelinde bugün ise finans ve bankacılık temelinde ülkeleri masa başında parçalarken, bizim kendi elimiz ile kurumlarımızı yabancı sermayeye açmak, satmak ve küçültmek için var gücümüzle çalıştığımız bir dönemde, kendi kendimize güçsüzleştirmek, dışarıdan yabancı yatırımcı davet etmek nasıl bir politikadır?

Nasıl Millilik tir?

Hele 24 Haziran’dan sonra yaşananlara bakarak, hızla artan Ilımlı İslam, aslında siyasal islam döngüsü içindeki politikalar, halkı/halkları  birbirinden ayırıp, uzaklaştırırken, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı mücadelesi içindeki halk/halklar 95 yıllık Cumhuriyet içinde sorunsuz yaşarken, yine Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, Türk/Türkçülük, Din/Dincilik, Mezhep/Mezhepçilik temelinde ayrıştırılıp, özellikle seçim dönemlerinde Milliyetçilik, temelinde propaganda, seçimler sonrasında din, mezhepsel ve bölgesel anlamda eylem ve söylemleri ile vatandaşların ve halkların birbirinden uzaklaşmasını sağlamaktadır.

Artık gerçeği görelim ve birileri bize günaydın diyerek uyandırmadan önce biz de uyanalım. Bugün değişen sistem ve yönetim  değişikliği, yarın başka değişikliklerin habercisi olabilir. Şimdi yeni bir sistemde yol alırken, bu sistemin sürprizleri ile karşı karşıya kalırsak ta şaşırmayın…

At’ı alan Üsküdar’ı geçti..

Avrupa Birliği serüveninden uzaklaştık ve koptuk, hızla Orta Doğulaşırken, Orta Doğunun da kaos içinde bilinmez bir yöne sürüklendiğimizi  aklımızdan çıkarmayalım. Ne yapacağız derseniz?

Tutunacağımız tek dal Atatürk, ona sahip çıkarak, ilke ve felsefesine tutunalım…

Yoksa hızla yabancılaşırken, tek yol,  Atatürk Devrimleri, İlkeleri, Felsefeleri olarak hayatımıza giren Cumhuriyet ve laiklik ilkelerine sahip çıkıp, dalgalara karşı bu değerlere tutunalım. Ayrışarak değil, bütünleşerek varoluruz…

canemregündem.com

 

TEILEN
Önceki İçerikDETERMİNİZM NEDİR?
Sonraki İçerikBUNLARIN YAŞANACAĞINI SÖYLEDİK
Bağımsız, özgür, hiç bir kişi yada kurum ile nakdi, ayni yardım ilişkisi içinde olmayan, sadece özgür gazetecilik ve habercilik yapan, çevreye, doğaya ve canlı haklarına saygılı, gazetecilik anlayışı ile gündeme ışık tutmak için yola çıktım. Amacım sadece gazetecilik...

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here