WİLSON İLKELERİ ve SELF-DETERMİNATİON

2
415
Wilson İlkeleri
Wilson İlkeleri

AMERİKA’NIN SÖMÜRGECİLİK BAŞLANGICI

 Wilson İlkeleri ve Self-Determination

Amerika’nın 28.Başkanı Thomas Woodrow Wilson’un 1.Dünya Savaşı sonrası yayılmacı gücünün ürünü olan ve on dört maddeden oluşan ‘Wilson İlkeleri ve Self Determination’ stratejisini anlamadan Amerika’nın 1.Dünya Savaşı sonrası dünya jandarmalığına soyunmasını ve küresel güç olma potansiyelini anlamak zor.

Wilson, daha önceki Başkanların aksine, Amerika’nın sıcak ve yumuşak yaklaşımı ile sömürgeciliğe yeni yorum ve yaklaşım getiriyordu.

Ülkeleri karanlıktan aydınlığa çıkarmak, insan hakları ve demokrasi gibi genel kavramları, az gelişmiş ülkelerin gelişmesi için kullanacak, onları refaha kavuşturacak eylemler ile aslında kandırmaktı.

Özellikle, ‘ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemesi anlamına gelen self-determination ilkesini’ temel alarak ekonomide ve diplomaside açıklık ve serbestlik istemi, ilgi ve takdir görmesine neden oluyordu.

Açıklandıkları 1918 yılından bu yana, onları gerektiği gibi tahlil edemeyen, ya da liberalizmin dar ideolojik parametreleriyle düşünen, birçok akademisyen ve yazar Wilson prensiplerini, adaletli, özgürlükçü ve eşitlikçi bir dünya idealinin formülasyonu olarak görmüşlerdir.

Bu prensiplerin gerçekte, emperyalizmin Yirminci Yüzyılın koşullarına uygun olarak, liberal bir anlayışla yeniden yapılandırılması amacıyla geliştirildiği, bilgisizlik nedeniyle ya da kasıtlı olarak göz ardı edilmiştir.

Dönemin Amerikan Başkanı Thomas Woodrow Wilson tarafından açıklanan, ABD’nin Birinci Dünya Savaşı’na ilişkin on dört maddelik savaş amaçları bildirisi tarihe “Wilson prensipleri” olarak geçmiştir. Özellikle, ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemesi anlamına gelen self-determination ilkesini temel alan bir uluslararası yapılanmayı önermesi, tüm devletlerin üye olarak içinde yer alacakları bir dünya örgütünün kurulmasını öngörmesi, ekonomide ve diplomaside açıklık ve serbestlik istemini dile getirmesi, Wilson prensiplerinin ilan edildiği andan başlayarak büyük ilgi ve takdir görmesine neden olmuştur.

Geçmişte birçok yazar ve yorumcu, Wilson prensiplerini, sömürüden arınmış, adil/eşit ilişkilerin egemen olduğu, yeni bir dünya tasavvurunu yansıtan Amerikan idealizminin, parlak bir ifadesi olarak alkışlamıştır. Sömürge, yarı sömürge ve sömürgeleştirilmeye aday ülkelerin aydınları ki, aralarında Osmanlı aydınları da vardır. Wilson prensiplerine bir can simidi gibi sarılmışlar, özgürlük/bağımsızlık özlemlerini gerçekleştirebilmek için bu prensiplerden medet ummuşlardır.

Bunun böyle olmadığı, Wilson’un on dört noktasında/maddesinde dile getirdiği ilkelerin, içeriği ile bunların ardında gizli olan gerçek niyetin, birbirinden çok farklı olduğu, zaman içinde gözlemlenen uygulamalarla ve yaşanan somut gerçeklerle açığa çıkmıştır.

Wilson prensipleri, özgürlük, eşitlik, adalet ve bağımsızlık gibi yüce değerlerin değil, liberal emperyalizmin mihenk taşı olarak tarihe geçmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Woodrow Wilson’ın 1.Dünya Savaşı sonrası 8 Ocak 1918 günü ABD Kongresi’nde yaptığı konuşmada bahsettiği ilkeler olup, Amerika’nın çıkarları doğrultusunda hazırlanan ve kabul edilen bu ilkeler sömürü düzeninin ilk Anayasası olması özelliğini taşımaktadır. Ticari kaygılar ve sömürü ön plandadır.

ABD’nin Cumhurbaşkanı Wilson; İngiliz, Fransız ve İtalyanların yanında 1. Dünya Savaşı’na girerken bir bildiri yayınlayarak, savaş sonrası durumu ortaya koymuştu. Barışı sağlama amacına yönelik olan bu 14 maddelik bildiriyi; İngiltere, Fransa ve İtalya kabul etmişti. Zaten ABD gibi güçlü bir devletin yanlarında yer alması için bu şartları kabul etmekten başka da çareleri yoktu.

Sömürgeciliğe açılan kapı;

Bu ülkeler Amerikan zenginlerinin, borsacıların, bankerlerin Amerikan yönetimine baskıları, telkinleri ile yine kendi çıkarları için çalışan Amerikan Devlet adamlarının devlet adına değil, ticari çıkar ve kaygılarla ortaya attığı strateji doktrinlerdir.

Bunları böyle algılamak gerekir. ABD Başkanı Wilson ‘Wilson Prensipleri’ diye ünlü on dört maddelik barış programı, devletin anlamı ve düzeni ile ilgili ilkeleri belirliyordu. Aynı zamanda Amerika Birleşik Devletlerinin 1. Dünya Savaş’ından sonra kurulmasını istediği yeni dünya düzenine ilişkin görüşlerini ifade eder.

Amerikan Oyunları Başlıyor

ABD Başkanı Wilson ‘Wilson Prensipleri’ diye ünlü on dört maddelik barış programı, devletin anlamı ve düzeni ile ilgili ilkeleri belirlerken aynı zamanda milletlerin adil bir şekilde sömürüden uzak, toprak bütünlükleri korunmuş ve kendi halklarının yenidünya düzeninde kendi kararları ile hayatlarını idame ettirmeleri gerektiğini söyleyerek yenidünya düzeni oyunlarına başlıyordu.

Paris Barış Konferansı

Sözde; insancıl hükümler taşıyan Wilson ilkelerini, İtilaf Devletleri zorunlu olarak kabul etmişlerdi. İlkelerin uygulamaya konulması durumunda İtilaf Devletleri sapma yolları araştırmaya başladılar. İlkelere açıktan açığa itiraz edemeyen devletler, başka yollarla Osmanlı İmparatorluğunu mahvetmeyi planladılar.

İlkeler ve Self-Determination

On Dört Madde;  (İngilizce Fourteen Points) olarak da anılan bu on dört ilke, ABD’nin Birinci Dünya Savaş’ından sonra kurulmasını istediği dünya düzenine ilişkin görüşlerini de ifade eder.

  1. Tam bir açıklık içinde varılmış barış anlaşmalarından sonra hiçbir özel uluslararası anlaşmaya gidilmemeli ve diplomatik etkinlik her zaman içtenlikle ve kamuoyunun gözü önünde yürütülmelidir.
  2. Denizlerin uluslararası sözleşmeler gereğince bütünüyle ya da kısmen kapatılabilmesi dışında, savaşta ve barışta karasuları dışındaki bütün denizlerde mutlak seyrüsefer serbestliği sağlanmalıdır.
  3. Barışı onaylayan ve korumak için anlaşan ülkeler arasındaki bütün ekonomik engeller olabildiğince kaldırılmalı ve ticaretin eşitlik temelinde yürütülmesi sağlanmalıdır.
  4. Her ülkede silah gücünün iç güvenliği sağlamaya yetecek en düşük düzeye indirilmesi için yeterli güvenceler karşılıklı olarak verilmelidir.
  5. Sömürgelerin bütün talepleri serbest, açık görüşlü ve tümüyle tarafsız bir yaklaşımla ele alınmalı, bu tür egemenlik sorunlarının çözümünde ilgili halkların çıkarlarıyla egemenliği tartışılan devletin adil taleplerinin eşit ağırlık taşıması ilkesine kesinlikle uyulmalıdır.
  6. Rus Çarlığına ait bütün topraklardan yabancı askerler çekilmeli. Rusya’yı ilgilendiren bütün sorunlar, kendi siyasal gelişimini ve ulusal politikalarını bağımsızca belirlenmesine olanak verecek biçimde dünyanın öbür uluslarının en uygun ve özgür işbirliğiyle çözülmeli. Rusya’nın kendi belirleyeceği kurumsal yapıyla özgür uluslar topluluğuna içtenlikle kabul edilmesi, hatta gereksinim duyabileceği ya da isteyebileceği her türlü yardımın yapılması sağlanmalıdır. Gelecek birkaç ay içinde öbür ulusların Rusya’ya karşı tutumları iyi niyetlerinin, Rusya’nın gereksinimlerinin kendi çıkarlarından farklılığını kavrayıp kavramadıklarının ve bencillikten uzak, akıllı bir yaklaşımla onun sorunlarına yakınlık duyup duymadıklarının kesin göstergesi olacaktır.
  7. Yabancı askerler Belçika’dan çekilmeli ve bu ülke hiçbir kısıtlama olmaksızın bütün öbür özgür ulusların sahip olduğu egemenlik haklarına yeniden kavuşmalıdır. Bunun gerçekleşmesi, ulusların birbirleriyle ilişkilerini düzenlemek amacıyla koydukları kurallara duydukları güvenin yeniden sağlanmasında en önemli rolü oynayacaktır. Bu düzeltme yapılmadan uluslararası hukukun yapısı ve geçerliliği örselenmiş kalacaktır.
  8. Bütün Fransız toprakları özgürlüğüne kavuşmalı ve işgal edilen kesimler geri verilmelidir. 1871’de Alsace-Lorraine konusunda Fransa’ya Prusya tarafından yapılan ve yaklaşık elli yıldır dünyada istikrarlı bir barışın kurulmasını önleyen haksızlık, herkesin çıkarlarına olan barışın yeniden sağlanabilmesi için düzeltilmelidir.
  9. İtalya’nın sınırları, açıkça belirlenmiş ulusal sınırlar temelinde yeniden çizilmelidir.
  10. Avusturya-Macaristan halklarının uluslararasındaki yeri korunmalı ve güvence altına alınmalı, bu halklara özerk gelişme olanağı tanınmalıdır.
  11. Yabancı askerler Romanya, Sırbistan ve Karadağ’dan çekilmeli, işgal edilen topraklar geri verilmelidir. Sırbistan’a denize serbest ve güvenli çıkış sağlanmalıdır. Çeşitli Balkan devletleri arasındaki ilişkiler tarihsel bağlılık ve ulusal sınırlar temelinde dostça görüşmeler yoluyla yürütülmelidir. Balkan devletlerinin siyasal ve ekonomik bağımsızlığıyla toprak bütünlüğüne ilişkin uluslararası güvenceler anlaşmada yer almalıdır.
  12. Bugünkü Osmanlı Devletindeki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı, Osmanlı yönetimindeki öbür uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliğiyle özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır. Ayrıca Çanakkale Boğazı uluslararası güvencelerle gemilerin özgürce geçişine ve uluslararası ticarete sürekli açık tutulmalıdır.
  13. Polonyalıların yaşadığı tartışmasız olan toprakları içine alacak bağımsız bir Polonya devleti kurulmalı, bu devletin denize serbest ve güvenli çıkışı sağlanmalı, siyasal ve ekonomik bağımsızlığıyla toprak bütünlüğü de uluslararası sözleşmeyle güvence altına alınmalıdır.
  14. Büyük küçük bütün devletlerin siyasal bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü konusunda karşılıklı güvence vermek üzere özel sözleşmelerle bütün ulusları içine alan bir birlik oluşturulmalıdır.

Self-Determination ile Uluslararası toplum düzeyinde halkların eşitliği ve kendi mukadderatlarını kendilerinin tayini, ulusların barış, özgürlük ve güven içinde yaşamalarını sağlayacak bir uluslararası hukuk kavramı olarak ortaya çıkmıştır. Diğer bir anlamı, bir ülkede yaşayan halkın başka bir devlet etkisi olmaksızın yönetimi hakkında karar vermesidir.

1.Dünya Savaşı ve sonrasında uluslararası alanda popüler olan “self determination” kavramı Milletler Cemiyeti Sözleşmesinde yer almamış, Amerikan Bağımsızlık Bildirisi, Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi ile belgelenmiştir.

Self Determination

Uluslararası toplum düzeyinde halkların hak eşitliği ve kendi mukadderatlarını kendilerinin tayini, ulusların barış, özgürlük ve güven içinde yaşamalarını sağlayacak bir uluslararası hukuk kavramı olarak ortaya çıkmıştır.

Self determination, uluslararası hukuk sisteminin en tartışmalı ilkelerinden birisidir. Self determination, bir halkın coğrafi sınırlarını, politik durumunu veya kendi geleceğini diğer devletlerden bağımsız olarak kendisinin özgürce belirlemesi olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir anlamı, bir ülkede yaşayan halkın başka bir devlet etkisi olmaksızın yönetimi hakkında karar vermesidir.

Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması aşamalarında anlam kazanan ve 1919 barış görüşmelerinde Arnavutluk, Avusturya, Çekoslovakya, Estonya, Finlandiya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Romanya, Polonya ve Yugoslavya’nın bağımsız devletler olmasına olanak sağlamıştır. Liberal düşüncenin halk egemenliğine dayanan ilkeleri içerisinde önemli bir yer tutan bu görüş, Amerika Birleşik Devletleri başkanı Woodrow Wilson‘un 1. Dünya Savaşı sonrası oluşturulacak düzenin temel koşullarını belirten “On Dört Nokta” programında yer almasıyla, uluslararası ilişkilerin en önemli parçalarından birisi haline gelmiştir.

Self determination, uluslararası örgütlerin, özellikle Birleşmiş Milletler Örgütü ve Afrika Birliği Örgütünün, ana amaçları arasındadır. Ülkesel egemenlik ve sınırların belirlenmesine ilişkin sorunlarda uygulanan ‘plebisit’ mekanizmasına da temel oluşturan ‘kendi kaderini tayin’ kavramı, Birleşmiş Milletler Antlaşmasının temel ilkelerini belirleyen bölümde bir ilke olarak yer almaktadır.

Amerika’nın savaş sonrası doktrinleri ile esas amacı ticaret ve mal satmak olsa da yayılmacılık politikası bir müddet sonra Amerika ve müttefikleri için yenidünya sömürü düzeninin başlamasına neden olacaktı. Galip devletlerin ağızları Osmanlı toprakları ile sulanırken, bölgenin Asya ve Avrupa’ya köprü olması, yer altı kaynakları, tarıma elverişli topraklar, değerli su ve madenlerin yansıra Ortada Doğu’da petrol bulunması Amerika ve İngiltere’nin birlikte emperyal duygularını kabartıyordu. O nedenle savaştan sonra güçsüzleşen Osmanlı topraklı işgal edilmeliydi.

Wilson İlkelerinin Gerçek Anlamı

1.Dünya Savaşı sonrası ölümler ve yaşanan buhranlardan sonra değişen Avrupa dengelerine yön vermek isteyen ve savaşa girmeyerek gücünün doruğunda olan Wilson bu ilkeler ile ‘Sömürüye’ yeni bir boyut getiriyordu. Birinci Dünya Savaşının tek kapsamlı savaş amaçları bildirisi niteliğini taşıyan yukarıdaki On dört madde, bir yönüyle, ABD’de On dokuzuncu Yüzyıl’da gelişen ve Başkan Wilson’un da önemli temsilcileri arasında yer aldığı “İlerlemecilik” (Progressivism) adlı siyasi felsefeye ait ilkelerin (serbest ticaret, açık diplomasi, demokrasi, self-determination) dış politikaya uyarlanması olarak nitelendirilebilir.

Amerikan Başkanı Wilson bu yaklaşımı ile hem Amerikan kamuoyuna hem dem dünyaya mesaj veriyordu.

Amerikan kamuoyuna verdiği mesaj ‘Biz Avrupa devletlerinin kendi aralarında yaptıkları gizli paylaşım antlaşmalarını onaylamıyoruz; Barışçı ve adil amaçlar uğruna savaşıyoruz” derken;

Dünyaya barış, aydınlık, demokrasi ve diplomasi ile yanaşacağız diyordu. Aynı zamanda, Amerika Savaşın kazananları olan İtilaf grubu antlaşma koşullarının konuşulması için ittifak devletleriyle çeşitli barış antlaşmaları imzalamıştı. Her ne kadar Wilson ilkeleri yenilen devletlerin toprak bütünlüğünü korumayı amaçlıyor olsa da aslında İngiltere ve Fransa, ABD’nin dostluğunu kazanmak için buna karşı çıkmamıştır. Fakat daha sonra kazanan devletlerin çıkarlarına ABD’de dahil edilince Wilson İlkeleri sadece kağıt üzerinde kalmıştır.

Ama öylemi oldu?

On dört maddenin sekizinde askeri kaygılar ( 6 -13. madde), üç madde de ABD ekonomik beklentileri ( 2-3-14.madde), Lenin’e yanıt ve ideoloji (1-4.madde) ve son olarak ta self-determination ( 5.madde) gerek ekonomik gerekse askeri ve ideolojik yanı bulunmaktaydı.

Geçmişte birçok yazar ve yorumcu, Wilson prensiplerini, sömürüden arınmış, adil ve eşit ilişkilerin egemen olduğu yeni bir dünya düzenini yansıtan Amerikan idealizminin parlak bir ifadesi olarak alkışlamış ve ‘Amerikan Mandacılığını’ savunmuşlardır. Bunlar; Yazar Halide Edip Adıvar, Gazeteci Yunus Nadi, Vakit Gazetesi Başyazarı Ahmet Emin Yalman, Akşam Gazetesi Başyazarı Necmettin (Sadık), Sabah Gazetesi Başyazarı Ali Kemal, Ati ve İkram Gazeteleri Başyazarı Celal Nuri (İleri), Eski Bakanlardan Velid Ebuzziya, Refik Halit Koray, Leman Gazetesi Başyazarı Cemal Bey, Yeni Gazete Başyazarı Mahmut Sadık Bey… bunlardan bir kaçıdır.

Peki, Amerika Wilson Prensipleri ile dünyadan (Türkiye’den) ne istiyordu?

Amerikalı politikacı, devlet adamı ve ABD’nin 28. Cumhurbaşkanı. (Virginia 1856 – Washington 1924) İkinci kez cumhurbaşkanı seçilişinin ikinci yılında (1918), Birinci Dünya Savaşı sonunda uluslararası ilişkilerde izlenmesini uygun gördüğü ilkeleri on dört madde halinde toplamış ve bu konuda kongrenin onayını da sağlamıştır. Wilson bu ilkelerin uygulanmasını adil bir barış için şart sayıyordu.

Wilson ilkeleri adı verilen belgenin 12. maddesi Türkiye’yi doğrudan doğruya ilgilendiriyordu. Zira bu madde ile Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması esas olarak ele alınıyor, parçalanmış ülkenin azınlıklarına muhtariyet tanınması ve bunların Amerikan mandası altına alınması öngörülüyordu. Türkler sadece belirli bölgelerde egemen olabileceklerdi. Gene aynı maddeye göre Türk Boğazları bütün devletlerin gemilerine açık olacak ve buraların kontrolü uluslararası bir heyete verilecekti. Wilson, görüşlerini uygulayabilmek amacıyla King-Crane adı verilen bir komisyon kurdu ve gerekli incelemeleri yapmak üzere bu heyeti Türkiye’ye gönderdi.

King-Crane Komisyonu Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde, Suriye’de ve Tiflis’te incelemeler yaptı. Bu komisyonun verdiği raporu benimseyen Başkan Wilson da Anadolu’da bağımsız Ermeni Devleti kurulmasını kabul etti. Yunanlılar İzmir’i işgale hazırlanırken İngiltere Başbakanı Lloyd George’un bu konuda kendisinden istediği onayı da esirgemedi.

Türkiye ABD ilişkileri 1918’de Wilson İlkeleri ve Self Determination ile başka bir yöne doğru gitmiş olsa da, aslında ABD sömürgeciliğinin gerçek anlamda ‘Osmanlı-ABD’ ilişkilerini incelemek ve bugün yaşanılanların mihenk taşının yani Türkiye-ABD ilişkilerini Navarin Savaşı kapsamında incelemek gerekir. Aynı zamanda Osmanlı-ABD ilişkileri yine Atatürk-ABD ilişkileri ve son olarak ta Atatürk sonrası ABD ilişkileri olarak konuyu üç başlıkta incelemek gerek.

Amerikan Emperyalizmini anlamak için NAVARİN SAVAŞI ve sonrasını aşağıdaki linkten ulaşarak, Osmanlı-ABD ilişkileri ile başlayan NAVARİN ANLAŞMASI ile Amerikan’ın en kayrılan devlet konumunda olduğunu görünce bugün yaşanılanları daha iyi anlayacaksınız.

NAVARİN FACİASI : Yazıya ulaşmak için lütfen linki/resmi tıklayınız…

Navarin Faciasıcanemregundem.com

 

2 YORUMLAR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here