EMPERYALİZMİN AŞAMADIĞI DUVARLAR…

0
520

Can Emre /Canemregundem.com

Can Emre

EMPERYALİZMİN AŞAMADIĞI DUVARLAR. YIRTILAN PLANLAR VE HARİTALAR.

ANALİZ; Emperyalizm sınavımız

Gündem; PAPA Pulu ve  Güneydoğu Haritası…

Bazı şeyleri iyi bilmeliyiz. Kimin dost, kimin müttefik ve stratejik ortak olduğunu.

Papa Franciscus’un, tarihte ilk kez Irak’ı ziyaret etmesi, kamuoyunun gündeminde tartışılırken, bu kez hatıra olarak bastırılan, ‘Papa Pulu’ ve ‘Türkiye’nin Güneydoğusunun’ yer aldığı haritada, bölgenin parçalanmış halinin gösterilmesi, tartışmalara ve öfkeye neden oldu, haklı olarak.

Ancak, ‘Emperyalizmin’ kullandığı bu yöntem ve haritalar, aslında ne ilk, ne de sondu. Biz, ne haritalar gördük, ne haritalar yırtıp, denize attık. Lozan’da parçaladık.

Türk-Amerikan ilişkilerini 3’e ayırabiliriz.
1-Osmanlı-Amerikan ilişkileri
2-Atatürk-Amerikan ilişkileri
3-Atatürk sonrası Amerikan ilişkileri

Osmanlı Amerikan ilişkileri, 1800′ lü yıllara dayanır. Akdeniz’de gezinmek için Osmanlıya ‘haraç’ veren Amerika, bu durumdan hiç hoşnut değildi. Bunun bitirilmesi gerekliydi. 1830′ da Navarin Limanında, İngiliz, Fransız ve Rus donanması, Osmanlı donanması yok edip, batırmasının ardından, dünyada ‘başat’ güç olan İngilizlere karşı mücadele etmeyi, göze alamayan Osmanlı, Amerikan’ın yanında yer alarak, 8 Mayıs 1830′ da imzaladığı  ‘Seyr-i Sefâin Ticaret Antlaşması’ ile ülkemizde, en ayrıcalıklı devlet konumuna geliyordu. Amerikan’ın topraklarımızda; jeopolitik ve jeostratejik hedeflerinin başlaması, haritalar çizip planlar kurması da, bu tarihtir.

Yine, 1.Dünya Savaşı sonrası yenilerek, varlığı son bulan Osmanlının toprakları parçalanmalı, Asya ve Avrupa’ ya köprü, aynı zamanda verimli toprakları, değerli su ve yer altı kaynakları da, ele geçirilmeliydi. Bu bölge kadim topraklardı.

1.Dünya Savaşı sonrası, daha güçlenen ve söz sahibi olmaya başlayan Amerika, 28.Başkan Wilson’un yazdığı ve dünyada ’emperyalizmin’ ilk yazılı ‘Anayasası’ olarak kabul edilen, Wilson İlkeleri ve Self-Determination ile azınlıkların ülkelerde, kendi geleceklerini belirleyebileceği ve kendi özgürlükleri için kendi kararlarını, kendilerinin alabileceği ilkeleri, ülkemizde yine Amerikan’ın  ‘Seyr-i Sefâin Ticaret Antlaşması’ gereğince, doğu ve güneydoğuda başlattığı misyonerlik çalışmaları ile birlikte Ermenileri kışkırtarak, Osmanlı’ya karşı ayaklandırmalarının haricinde bu kez, Self-Determination ile bu anlamda, yine Ermeni kartını oynayarak, bölgede karışıklık çıkarmak için yeni ‘haritalar ve planlar’ hazırlayarak, ülkemizi parçalamak için harekete geçiyordu. 1. Dünya Savaşı sonrası, bu plan start alıyor, ülkemiz ’emperyalistlerce’ işgal ediliyordu.

Aşılamayan duvarlar ve yırtılan planlar; Mustafa Kemal Atatürk

Emperyalizmin haritalarını yırtan ve planlarını bozan, Mustafa Kemal Atatürk’ tü. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak, özgürlük ve bağımsızlık ateşini yakan, ardından 29 Ekim 1923’te kurduğu Cumhuriyet, yine onun vefatına yani, 10 Kasım 1938′ e kadar geçen 15 yıl, haritaların sahipleri, inlerinden çıkamadılar… Özellikle Lozan’da Türkiye, yeni Cumhuriyetin tapusunu aldığında, emperyalizm çılgına dönüyordu.

Atatürk-Amerika ilişkileri ise bu dönemde, gayet stabil ve yapıcı geçmiş, ne Amerika, nede Genç Türkiye Cumhuriyeti, birbirlerine karşı, tamamen ilkeli ve devletler arası ilişkiler anlamında, pozitif bir süreç yaşamışlardır. Gerek Başkan Wilson, gerekse diğer ABD Başkanları, bu pozitif durumu onun vefatına kadar sürdürerek, Mustafa Kemal Atatürk’ e büyük saygı duymuşlardır.

Atatürk sonrası Amerikan ilişkileri ise, Mustafa Kemal Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de vefatının hemen ardından, 11 Kasım 1938′ de küçükte olsa 2.Cumhurbaşkanlığı krizi çıkmış, Genelkurmay ve 1.Ordunun İsmet İnönü lehinde, oy kullanması ile 2.Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, bu makama oturmuştu. Bundan sonra ise her şey, ne eskisi gibi nede, onun önderliğinde yaşanan, 15 yıl gibi olmayacaktı.

Krizler, krizler, krizler…

1939-1945 yıllar bizim adımıza buhranlı yıllardı. 2.Dünya Savaşına girmesek te, savaşın, ekonomik, askeri ve siyasi anlamda bize etkisi, çok büyüktü. Özellikle ekonomik anlamda, zor dönemler geçiriyorduk. 2.Dünya savaşı sonunda dünyada ve bölgede Amerika, İngilizlerin yerine ‘Başat’ güç oluyor, güçlü ordusu, donanması ve ekonomik yapısıyla, kuralları koyan, belirleyen, yeni haritalar çizen ülke olarak, bizi de bu anlamada sıkıştırıyordu. 33. Başkan Truman kendi ismiyle anılan ‘Truman Doktrini ve Marshall Yardımı’ planları ile bölgede, sözde Komünizmi önleme adına, Marshall Yardımları ile bölge ülkelerini ,kontrolü altına almak istiyordu.

İşte tam da böyle bir anda, SSCB adına Stalin, bizden Kars, Ardahan ve Artvin’i istiyor, boğazlar sorunu yaratıyorken, hem sözde komünizm tehdidine, hemde SSCB ile savaşı göze alamayan İsmet İnönü; Amerikan’ın Marshall Yardımlarına, kurtarıcı gibi sarılarak, kendisinin Cumhurbaşkanı, Başbakan Saka ile birlikte, bu anlaşmayı imzalayarak;

Amerikan’ın, 7 Mayıs 1830’da imzaladığı ‘Seyr-i Sefâin Ticaret Antlaşması’ ile ayrıcalıklar  kazandığı, misyonerlik çalışmaları yaptığı, azınlıkları ve Ermenileri kışkırtmaları, hazırladığı plan ve haritalar, Wilson İlkeleri ve Self Determination ile 1.Dünya Savaşı sonunda vücut bulurken, yine Truman Doktrini ve Marshall Yardımları ile 1947’den sonra antikomünist hedefler bağlamında, SSCB’ den uzaklaştırıp, ekonomik yardımlar ve sözde ortaklıklar ile  tamamen ülkemizi, kontrol altına alıyordu.

Planlar ve Haritalar artık ortaya çıkıyor

Dünya, sözce SSCB’ nin komünizm tehdidi algısı ile değişirken, Amerikan’ ın 1830′ dan itibaren ortaya koyduğu ‘Yeni Dünya Düzeni’ stratejisi, yıllar içinde ABD Başkanları, Wilson ve Truman ile vücut bulurken, bölgesel anlamda petrolün varlığı, iştahları kabarttığı gibi ülkemizde de, Atatürk sonrası siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda değişlikler, aşılamayan duvarları, yavaş yavaş çatlatılıyordu.

Bu süreçler yaşanırken, içte de bazı yapılar yer değiştiriyor, yeni planlar ortaya çıkıyordu. İnönü, daha önce CHP’ den ayrılan Bayar, Menderes ve arkadaşlarının ‘tek partili sistemden, çok partili hayata’ geçme isteklerine kayıtsız kalmıyor, Bayar ile bu konuda anlaşarak, çok partili sisteme geçilip, 1950 seçimlerinde, Bayar ve Menderes ikilisinin zaferi ile CHP, 27 yıllık iktidarını kaybedip, 1950-1960 yılları arası, ülkeyi yönetecek kadrolar ve Demokrat Parti iktidara geliyordu.

Bayar Cumhurbaşkanı, Menderes Genel Başkan ve Başbakan olarak, 14 Mayıs 1950′ den sonra ülke, Atatürk sonrası yavaş yavaş, deformasyona girecek hareketlere maruz kalıyordu. Kore’ ye asker gönderen hükümet, daha sonra NATO’ ya giriyor, bu giriş ile Atatürk’ün ‘Ulusal Ordusu da Ulusal’ olma özelliğini kaybediyordu. Planlar, projeler ve haritalar artık emperyalizmin istediği şekilde çiziliyordu.

Önceleri Amerika ile anlaşan, fakat daha sonraki yıllarda anlaşamayan, Demokrat Parti ve Başbakan Menderes, Amerika’dan istediği kredileri alamayıp, bir takım sıkıntılar yaşaması, sorunlarla boğuşmasının ardından, yönünü 1960’lı yılların başında SSCB’ ye çevirmesi ile birlikte, 1960 askeri darbesiyle iktidardan indirilip, Yassıada da idama mahkum oluyordu.

1960 ve 1970′ li yıllar ülkemiz adına buhranlı yılardı. Demokrat Partiden sonra başlayan süreç, gençliğin özgürlük ve bağımsızlık isteği, 68 kuşağın siyasi ve sosyal hareketliliği, Amerikan 6. filosunun Dolmabahçe’de denize dökülmesi, anti Amerikancı hareketler, yine anti Amerikancı hareketin karşısında olup, o dönem 6. filoyu kıble yapanların, bugün iktidara gelmesi gibi sağ-sol çatışmaları derken, o dönemki gençliğin lideri Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının varlıkları, emperyalizmi rahatsız edince, 1970 askeri muhtırası, o da bir darbedir,  özgürlükçü, bağımsızlık aşkıyla yanıp tutuşan akıllı gençlik, adeta cezalandırılarak, idamlara varacak kadar geçen süreç sonunda, sözde Demokrasi bir kez daha kesintiye uğruyordu. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının hayatları dar ağacında son bulurken, emperyalizmin hedefleri, planları ve haritaları kesintisiz işliyordu.

1970-1980 arası Türkiye’nin enerjinin,  boşa harcandığı yıllardı. Sözde sağcı ve solcu, muhafazakar, milliyetçi, faşist, komünist tezleri ile bölünen toplum, ortadan çatırdarken, 12 Eylül 1980’de Kenan Evren ve arkadaşları, Atatürk’ün bize bıraktığı, laik, hukuk devletine son darbeyi vurarak, gerçek milliyetçiliği, vatanseverliği ve Türklüğün bitirilip, onun yerine Orta Doğu tandanslı ‘Ilımlı İslam’ modeline giden yolun taşları döşeniyordu. Bugün sözde stratejik ortak söylemi ile 2004′ te Başkan Bush’ un ortaya koyduğu BOP Planları ile yeni bir süreç başlıyordu. Bu sürecin başlama tarihi ise 2002′ de AKP’ nin iktidara gelmesiydi.

Amerikan’ın emperyalist ülkeler, ‘İngiltere-Fransa-Rusya yı’ kullanarak, Navarinde Osmanlı Donanmasını bozguna uğratması ile 8 Mayıs 1830′ da başlayan süreç ve imzalanan  ‘Seyr-i Sefâin Ticaret Antlaşması’ ile Osmanlı topraklarına ayak basması, 19 Mayıs 1919′ da Samsun’a çıkarak bağımsızlık ateşini yakan Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Ulusal Kurtuluş’ savaşı sonrası, emperyalizmin, planlarının ve haritalarının yırtılıp denize döküldüğü ‘Lozan Anlaşması’ 24 Temmuz 1923′ te son bulmuş, 29 Ekim 1923′ te Cumhuriyet ilan edilerek, Genç Cumhuriyet 10 Kasım 1938′ e kadar Atatürk’ün planları ve hedefleri doğrultusunda çağı yakalayarak, bağımsız, laik, çağdaş ve modern bir devlet olarak, dosta ve düşmana korku salmıştır.

Ne zamana kadar?

1919′ dan başlayan bağımsızlık mücadelesi, Lozan’ da taçlanmış, 29 Ekim’de Cumhuriyet kurulmuş, kendi emekleri ile büyüyen Türkiye, 10 Kasım 1938′ e kadar, yine bu süreçte, 1830’dan beri planlar yapan, haritalar çizen Amerika ‘EMPERYALİZM’ Atatürk ile başlayan süreçte, kış uykusuna yatıp, inine çekilmiştir. Nereye kadar? Tabi ki, Atatürk’ün vefat ettiği 10 Kasım 1938′ e kadar.

11 Kasım’da başka bir ülke

11 Kasım’dan sonra, başka bir dönem başlamış, 2.Dünya Savaşı ile birlikte Türkiye, sert rüzgarlara, yağmur ve fırtınalara direnememiş, sonunda zorunlu olarak kış uykusuna yatan emperyalizm, uykusundan uyanıp ininden çıkarak, Osmanlı üzerindeki planlarına, kaldığı yerden bu kez, Türkiye üzerinde oynamaya başladığında tarihler, 11 Kasım 1938′ i göstermektedir.

Darbeler ‘1960-1971-1980′, olaylar, 1980’ den sonra başlatılan Ilımlı İslam Modeli, PKK, FETÖ terör örgütlerinin yapılanmaları ve saldırıları, verilen şehitler, delik deşik sınırlar, Irak’ta askerlerimizin başına geçirilen çuval, 40 yıldır bitmeyen terör, 1830’da başlayan Amerikan’ın bölgeyi kontrol etme hayali, petrol, enerji, su ve değerli toprakların işgali, o günden sonra çizilen haritalar, planlar, programlar, bugün artık kuzeyden güneye, doğudan batıya ülkemizi tehdit ederken, içte halifelik hayalleri, yeşil sermaye ve sıcak paranın 2002’de AKP ile ülkeye girişi, özelleştirmeler, stratejik kurumların satışı, Ergenekon, Balyoz gibi davalarla Türk Ordusunun yıpratılması, tarım ve hayvancılık politikalarının bitirilip, dışa bağımlılık, sözde 2004’ten sonra BOP Planları ile Amerika ile stratejik ortaklık…vs.vs. derken, bugün artık, direkt olarak Amerikan’ın hedefinde ve onun tehdidi ile karşı karşıyayız.

Siyasi, sosyal, askeri ve ekonomik anlamda tehdit altındayız.

Sadece, ama sadece 15 yılda; 1923/1938 arası, emperyalizm ülkemizde kalın ve aşılmaz duvarlarla karşılaştı. 19 Mayıs 1919′ da Mustafa Kemal Atatürk ile örülmeye başlayan ve 10 Kasım 1938′ e kadar süren ve inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti Duvarları, 15 yıl boyunca ne aşındı, ne aşıldı. Çünkü o duvarları Mustafa Kemal Atatürk, emperyalizme karşı örmüştü. Aşamadıkları için 11 Kasım 1938’e kadar inlerine çekilip, kış uykusuna yattılar.

Şimdi, Papa Irak’ı ziyaret ettiği için bastırılan, hatıra pul ve güneydoğu haritası için nasıl olur, nasıl yapılır? Gibi laflar var…

Çabuk unutuyoruz, 2004′ te BOP Planları ortaya çıktığında, Amerika ile stratejik ortak olduğumuzu. Açılım süreçlerini, açılan sınır kapılarını, İmralı mektuplarını, ona düzelen methiyeleri, el ele, kol kola, çekilen fotoğrafları, Oslo toplantılarını… Bu gün ise tam tersi senaryolar gündemde. Muhafazakar ve Milliyetçi tavırlar. Peki dün? Bu gün ortaya çıkan haritalar, bugün çizilmedi.

8 Mayıs 1830’da, ‘Seyr-i Sefâin Ticaret Antlaşması’ ile
8 Ocak 1918′ de, ‘Wilson İlkeleri ve Self-Determination’ ile
12 Mart 1947′ de, ‘Truman Doktrini ve Marshall Yardımları’ ile
Darbeler ‘1960-1971-1980’ ile,
İdamlar ile,
Bugün ise 2002’den sonra BOP Planları ile artık netleşti ve gün yüzüne çıktı.

Sonuç olarak;

10 Kasım 1938’de Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve aşılmaz duvarlar inşa ederek, vatanını, milliyetini, bağımsızlığını koruyan, Mustafa Kemal Atatürk’ün ani vefatından sonra ortaya çıkan konjoktürel duruma direnemeyenler olunca; (tabi herkes Atatürk olmaz) onun ördüğü duvarlar, 11 Kasım 1938’de ’emperyalizmin 1830’da başlattığı ve 24 Temmuz 1923′ te Lozan’ da kesmek durumunda olduğu top atışları, aşılamayan duvarları, deformasyon yaparak, yıkmak için yeniden başlattıkları tarihtir.

Tarihten ders almamışız. Ne yazık ki.

Emperyalizmin aşamadığı duvarlar, Atatürk’ tür. Yine Atatürk, onların planlarını yırtıp atmıştır. Bu gün ise artık o planlar, BOP ile uygulamada dır. Nokta.

Saygıyla, önünde eğilir, sana minnet duyarız ATAM.

Ama bugün ne senin partin CHP, nede kurduğun devlet senin bize miras bıraktığın, devlet değildir. Çünkü senin sistemini ‘Parlamenter Sistemi’ koruyamadılar.

Planlar ve haritalar mı?

Günaydın; erken kalkan yol alır misali oldu…

Sonuçta şunu unutmayalım.

Ulusal Kurtuluş Savaşı Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, lazı, çerkezi, kürdü, boşnağı, arnavudu, romanı, türkü, göçmeni…vs.vs. topraklarını emperyalizme karşı mücadele ederek, gerçek vatanseverler, milliyetçiler ve bağımsızlık sevdalıları ile kazanılmıştır. Bu gün ayrıştırılan, 1830′ dan beri Ermenileri kışkırtan, yüzyıllardır kadim topraklarda birlikte yaşadığımız, ‘Kürt kardeşlerimiz’ ile aramızda sorunlar yaratan, onları yok sayan ’emperyalizm’ planları içinde, bugün Türkiye’nin dil, din, mezhep kavramında ayrışmasını isteyerek, duvarların tamamen yıkılmasını istemektedir.

Yıkılan bir devletten kimse faydalanamaz. Kimseye fayda gelmez. O nedenle yaşanacak yer ve toprak ‘Yurt’ ise, yurdumuza sahip, çıkarak emperyalizme karşı mücadele etmeliyiz. Atatürk ‘Kurtuluş Savaşını’ birlik ve beraberlikle kazandı. Birleşirsek büyürüz, ayrışırsak yok oluruz. Emperyalizmde tam da budur. Şimdi tarihi iyi okuyarak, PAPA Puluna ve Güneydoğu haritasına dönersek, o harita bugüne ait değildir. 1830′ lar da çizilen haritadır. Biz Lozan’da ne haritalar, yırttık, denize attık. Bunu da atarız, ama bir şartla. Bölünmeden, ayrışmadan, emperyalizme tam da bunu istiyor.

Neyi? Bölünmeyi…

İşte haritalarda bundan, ortada…

Birde şöyle düşünün; Atatürk’ün vefatından sonra yaşananlar, siyaset sahnesine çıkanlar, CHP’ den ayrılıp parti kuranlar, NATO’ ya girmek için Kore’ye asker gönderenler, çok partili hayata geçmek için anlaşanlar, Stalin’den korkanlar ..vs.vs. olur muydu? Olmaz dı…

Atatürk olsaydı, emperyalizm daha çokk kış uykusunda yatardı.

Onun yokluğunu fırsat bilip, yine onun ördüğü, devasa duvarları yıkmak için ülkeleri, bölge halklarını kışkırtıp, içeride kendisine yerli işbirlikçiler bularak, yoluna devam etti.

Ne diyordu NUTUK’ ta Atatürk, Amerikan Mandacılığı isteyenlere: “Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını temin etmek için bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk istiklalini feda ediyorlar. Biz başarılı olacağız. Buna şüphem yok. Acaba zafere kavuştuğumuz ve memleketi kurtardığımız zaman Osmanlı ricalinin ileri gelenleri utanmak hissini duyabilecekler mi?..

Öyle bir manda istenecek veya verilecekmiş ki, hakimiyet hakkına, dışarıda temsil hakkımıza, kültürel bağımsızlığımıza, vatan bütünlüğümüze dokunulmayacakmış. Buna ve böylesine, Amerikalılar değil, çocuklar bile güler.

Her şeyin başında Amerikalılar kendilerine hiçbir menfaat temin etmeden böyle bir mandayı niçin kabul etsinler? Amerikalılar bizim kara gözlerimize mi aşık olacaklar. Bu ne hayal ve ne gaflettir? Hayır Paşalar hayır, hayır, beyefendiler hayır, hayır, hayır hanımefendiler hayır, manda yok, Ya istiklal ya ölüm var…

Peki ya bugün?

S400 aldık kullanamıyoruz. F35 projesine, para verdik ama çıkarıldık. Sınırlarımız delik deşik, içeride Ilımlı İslam ve halifelik isteyenler, devleti Limited Şirket gibi yönetenler, Atatürk, Andımız, Onuncu Yıl Marşından rahatsız olanlar, ekonomik anlamda çöküş, değişen parlamenter sistem, Diyanet’ in bütçesinin diğer Bakanlıklardan fazla olması, kendi burjuvazisini yaratan iktidar, çaresizliğin ve fakirliğin hatta açlığın kol gezdiği bir ülke.

Emperyalizmin aşamadığı duvarlar şimdi ağlıyor.

Atatürk, Atatürk, Atatürk diye.

Saygılarımla.

Lütfen, okumak için tıklayınız…

 

canemregundem.com