Can Emre
NATO’DAN NE BEKLİYORUZ?
NE BEKLİYOR SUNUZ?
NATO; Kuzey Atlantik Örgütü
2.Dünya Savaşı sonrası özellikle bölgemizde değişen stratejik ve jeopolitik kavramlar, SSCB’nin ‘Komünizm Tehdidi’ algısı ile birlikte Amerika; Truman Doktrini ve Marshall Yardımları yine Eisenhower Doktrini ile İngiltere yerine artık ‘Dünya Jandarmalığına’ soyunuyordu. ‘Yeni Dünya Düzeni’ paradigması artık start almıştı. Bu kapsamda Amerika, 4 Nisan 1949′ da NATO’yu kurarak, sözde bölge ülkelerini ‘SSCB tehdidine’ karşı koruyacaktı.
Biz ise 2.Dünya Savaşına girmesek te, ekonomik-askeri ve sosyal anlamda savaşın etkilerinden çok derin etkilenerek, 1939-1945 arası tarihimizde de bahsedilen ‘Buhranlı Yıllar’ geçirerek asker anlamında kayıp vermesek te, ekonomik anlamda büyük bir yıkım yaşayarak, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bu kapsamda değişik stratejiler ve paradigmalar aramış olsa da, Truman Doktrini ve Marshall Yardımlarını ‘can simidi’ olarak görüyordu.
Marshall Yardımları
1948-1952 dört senelik bir plan çervevesinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü imzası ile özellikle SSCB tehdidine karşı ekonomik ve askeri anlamda alınan yardım ile artık biz, Amerikan’ın güdümüne giriyorduk. Türkiye yüz milyon dolar, Yunanistan üçyüz milyon dolar ve askeri malzeme alarak Marshall Yardımları ile önce Truman Doktrini, ardından Eisenhower Doktrini ile kuşatılıyorduk. Bu arada SSCB/Stalin ise bizden; Kars-Ardahan ve Artvin’i istemekle kalmıyor, boğazlar sorunu yaratarak egemenliğimizi tehdit ediyordu.
CHP’ den Ayrılanlar ve Çok Partili Hayata Geçiş
CHP içinde çok sert muhalefet yapan; Bayar-Menderes-Köprülü gibi vekiller istifalar ve ihraçlar sonunda, Celal Bayar 1 Aralık 1945’te parti kuracaklarını açıkladı. İnönü tarafından Çankaya Köşkü’ne çağrılan Celal Bayar, Cumhurbaşkanından gerekli desteği aldıktan sonra 7 Ocak 1946 günü Demokrat Partiyi (DP) kurdu. 1950’ye kadar geçen bu süreçte, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde tek başına iktidar olan Demokrat Parti’de daha sonra Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes ise Başbakan ve Demokrat Parti Genel Başkanı sıfatı ile 1960 darbesine kadar on yıl ülkeyi yönettiler. Böylece 27 yıllık CHP iktidarı son buluyor, İnönü muhalefet lideri olarak politika yapıyordu.
NATO ve Demokrat Parti
1948’de Marhall Yardımlarını alan ve SSCB’ ye karşı eli rahatlayan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 1949’da kurulan NATO’ya girmek istediğimizi bildirmesine rağmen, Amerika bu görüşe sıcak bakmayarak, bizi bu örgüte kabul etmiyordu. Dünya ve bölgemiz ABD ve SSCB arasında artık ‘Soğuk Savaş Senaryoları ve Tehditleri’ ile çalkalanırken, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde tek başına iktidar olan Demokrat Parti ve Başbakan Adnan Menderes, TBMM’ de 30 Haziran 1950 oturumunda verilen karar çerçevesinde Kore’ye asker göndererek, SSCB tehdidi gerekçesi ile NATO’ya girmek için bu adımları atıyordu.
Sonunda; Amerika Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesi ve mücadelesi nedeniyle, 18 Şubat 1952’de Lizbon’da yapılan NATO toplantısında Türkiye’nin NATO’ya üyeliği kabul görmüş, 1952’den itibaren NATO üyesi olarak bugünlere kadar varlığını sürdürmüştür.
NATO’ ya giriş neden?
10 Kasım 1938’den sonra Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatı ile 2.Dünya Savaşı sonrası dünya Jandarmalığına soyunan Amerika, ‘Yeni Dünya Düzeni Paradigması’ New World Order ile artık dünyayı kontrol etmeye başlıyordu. Bu anlamda Amerika, NATO ile dünyayı yedi bölgeye ayırarak askeri-siyasi ve ekonomik anlamda adeta çevreliyordu. Biz ise NATO’ya üye olarak, soğuk savaş yıllarında SSCB ve komünizm tehdidine karşı Amerikan’ın şemsiyesi altına girerek, o günlerde bilemediğimiz ama yavaş yavaş ve sessizce bizi askeri ve ekonomik anlamda içten feth eden Amerika’nın, şahin ve savaşçı yaklaşımı bizde de hissediliyordu.
NATO bizimle birlikte, bir güç müydü?
Yoksa, ilerleyen yıllarda yaşadığımız gibi bize karşı bir güç müydü?
NATO yani Amerika bu gücün tek ve en yetkili şahini idi. Hatta 1952’de NATO’ya üye olduğumuz tarihten itiberen bir anlamda Türkiye, Nato Ordusu hüviyetine bürünüyordu. Aynı zamanda Kurtuluş Savaşında mücadele ederek ve devleti kuran Atatürk’ün Ulusal Ordusu, bu anlaşma ile ‘Ulusal’ olma özelliğini de kaybederek, NATO ordusu hüvyetine kavuşuyordu.
Bu küçük hatırlatmadan sonra NATO’ nun, konjonktürel ve aynı zamanda jeopolitik-jeostratejik dünyayı çevreleme politikasından önce Türkiye’nin nasıl? Ne koşullarda? Aynı zamanda hangi nedenlerle? Bu örgüte girdiğimizi açıkladım. Bu düzen Atatürk’ün vefatından sonra start verilen ‘Yeni Dünya Düzeni Paradigması’ ile birlikte bizi adeta esir alan bir düzendi.
Çünkü soğuk savaş senaryoları ile dünyada sözde iki karşıt güç, iki karşı kutup olarak gösterilen ABD ve SSCB geçmişten günümüze değin yaşananları düşününce, aslında bir ailenin başka bölge ve kıt’alarda yaşayan ‘ikiz evlatları’ olduğu gerçeğini bize gösterir. Her iki ülkede 2.Dünya Savaşı sonrası komünizm tehdidi algısı ile ‘cambaza bak’ taktiği ile bizi kuşattıklarını, bugün daha net görüyoruz.
Çünkü geçmişten günümüze kadar savaş anlamında karşı karşıya gelmeyip, birbirlerine kurşun sıkmadıkları düşünülünce, bu paradigmanın gerçeğini de görmüş oluyoruz. Yirmi yıl içinde NATO’nun askeri komuta kademesinin açıklamısına göre NATO ile Rusya’nın savaş yaşayacağı belirtilirken, bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini yaşayarak hep beraber göreceğiz. Savaş olur mu? Olmaz mı? Dünyanın kırk-elli yıl içinde yaşayacağı ‘küresel iklim felaketinin’ bu konuda önemli olacağını düşünüyorum.
NATO’nun darbelerde parmağı var mıydı?
Çok partili hayata geçtiğimiz 1950 seçimleri ile Demokrat Parti ve Başbakan Adnan Menderes, ABD ile NATO üyesi olarak inişli çıkışlı bir süreç yaşadı. Tarihler 27 Mayıs 1960’ı gösterdiğinde, Türk Ordusu içinde bazı subaylar ‘darbe yi içselleştirerek’ 1960’ta Demokrat Parti iktidarını al aşağı ederek, Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes ve diğer Bakan ve vekilleri Yassıada’ya göndererek, tarihte ilk defa bir Başbakan idam edilerek, Türkiye yeni bir yöne doğru çevriliyordu.
Ardından 1971 askeri muhtırası ve sonrasında Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı ve son olarak, 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile Kenan Evren ve silah arkadaşları yeni bir darbe ile yine idamlar, tutuklamalar, olaylar sonrası 1980’den sonra ‘Türk’lük Kavramı’ yerine ‘Ilımlı İslam’ paradigması devreye giriyordu.
Bunun öncesinde 27 Ocak 1980 kararları ile Özal, özelleştirmenin yolunu açarak, NATO üyesi sıfatı ile Türkiye başka denizlere yelken açıyordu. O dönem Milliyet Gazetesi yazarı Cüneyt Arcayürek, darbede NATO’nun parmağı var mı? Diyerek birçok yazılar yazmış, bunu ortaya koymuştu. Şayet o yıllarda yayınlanan Milliyet Gazetesinin yazılarına ulaşarak, daha fazla bilgilenmenizde mümkündür.
PKK ve FETÖ Siyasi ve Sosyal Dezenformasyon
NATO’nun yaşananlardan ne kadar sorumluluğu var? Yazılanlara ve araştırmalara göre bu anlamda yine NATO üyesi olmamıza rağmen bu yapı, bizim yanımızda hiç olmadı. 1984’ten bu yana kırk yıldır, doğu ve güneydoğuda yine yurt içinde PKK Terör örgütü ile savaştık, savaşıyoruz. Dağlarımız delik deşik, sınırlarımız ise yol geçen hanı oldu. Yıllardır süren bu mücadelede, başta Mehmetçik olmak üzere yüzlerce, binlerce hatta onbinlerce vatandaşımızı şehit verdik. Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçirildi. Çok acılar yaşadık. Ekonomik, askeri ve siyasi anlamda kayıplarımızın yanında siyasi anlamda şehitlerimiz oldu. O nedenle bugün ABD ile sözde ‘stratejik ortağız’ söylemi gerçek değil.
Stratejik ortağımız olsalar darbeler, başımıza çuval geçirmeler, şehitlerimiz ve hem siyasi hem de ekonomik aynı zamanda askeri anlamda dezenformasyon yaşar mıydık? Demek ki stratejik ortağımız değil! Olsalardı; Doğu ve Güney doğuda, Kuzey Irak’ta PKK’ ya lojistik destek sağlarlar mıydı? Yine Fetö Terör örgütü, 1980’den sonra ‘Türklük Kavramı’ yerine ‘Ilımlı İslam kavramının’ strat verilmesi, 15 Temmuz Darbe girişimi yaşanır mıydı? Elbetteki yaşanmazdı. Bu gün bunun acılarını ekonomik ve siyasi anlamda yaşıyoruz.
O nedende Amerika ve NATO özellikle bu gün, 1980’den sonra konjontrüel ve jeopolitik anlamda yaşananların yanında, 2004’te ABD Başkanı Bush’un Büyük Orta Doğu Projesi diğer adıyla ‘BOP’ ve dönemin Başbakanı Erdoğan’ın ; ‘ben bu projenin eşbaşkanıyım’ söylemi, Orta Doğunun yangın yerine çevrilip mülteci ve göç sorunları yaşadığımız bu gün NATO üyesi sıfatı ile ABD bizim yanımızda hiç olmadı. Olsaydı bunlar yaşanır mıydı?
Finlandiye ve İsveç’in NATO üyeliği
Daha sayamadığım onlarca ve binlerce neden 1952 NATO üyeliğimiz ile yaşanılan neden ve sonuçlar, süreçler aslında ABD’ nin planlarını NATO üzerinden uyguladığı, özellikle 2004’ten itibaren yeniden start alan BOP Projesinin Orta Doğu’yu çevrelemesi ve dağıtması, bu gün Suriye-Irak ve Rusya ile yaşanılanların yanında, İsrail ve Gazze savaşı yine Rusya ve Ukrayna’da yaşanan bölgesel savaş, Amerikan’ın bugün yeni dünya düzeni politikalarının sonucudur. Yani diğer adıyla BOP.
Orta Doğunun kapsama alanı bellidir. Bu alanda yanı başımızda İran, diğer tarafta İsrail ve Filistin sorunu, Rusya ve Suriye, diğer tarafta NATO üyesi olmamıza rağmen halen daha PKK’ya NATO desteği devam ederken, çanlar bu kez İran için çalarken; geçmişten günümüze yaşanılanları düşününce, ABD-Türkiye arasında gerginliğin ileride hangi boyutlara taşınacağı şimdilik meçhuldur?
Yani NATO bizim için açıkça bir tehdit unsurudur.
Geçen yıl Finlandiya NATO şemsiyesi altına girdi. Bugün ise İsveç, bizimde TBMM’ den geçerek yasallaşan kararımız ile NATO üyesi olma yolunda, hızla ilerliyor. Şimdi Macaristan’ın onayı kaldı. Bu iş oldu diyebiliriz.
Türkiye’nin özellikle terör konusunda ne Avrupa’dan ne de NATO’ dan destek görmediği bu düzende, jeopolitik ve konjontürel olarak bu değişken ve ‘ikircikli yapıda’ İsveç’in NATO üyeliği konusunda isteğinin onaylamaması, evet denmemesi ve TBMM’ den geçmemesi gerektiği konusunda, resmi, askeri, siyasi ve vatandaşlar tarafından dillendirilen ‘Hayır’ kampanyaları destek görmeyerek, Hükümet kararı onaylayarak İsveç’e evet dedi.
Ne yapabilirdik ki?
Hepimiz şunu iyi bilmeliyiz. NATO kararı; partisel bir süreç değil devletsel bir sürecin, kararın ve var ile yok olmanın 1948’den itibaren bize karşı yürütülen ve oynanan oyunların son noktasıdır. Türkiye 1952’den beri NATO üyesidir. Çıkması mümkün değildir. Marshall Yardımları ile start alan bir olgunun başlangıcı 1950 ve nihai sonucu 1952 olan devletin siyaseten aldığı, almak zorunda kaldığı bir karardır. Bunu böyle yorumlamalıyız. NATO bize dayatılan ve özgürlüğümüzün dezenformasyona uğratıldığı örgütttür.
Maalesef; bugün İsveç’in NATO’ya girmesine evet diyerek, yıllardır NATO içinde şahin olmayan ve yaşadığı darbeler, siyasi ve ekonomik kaos yine askeri yaptırımlar nedeniyle sessiz bir üye olarak yolumuza devam ediyoruz. Sadec 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile Ecevit Hükümeti ambargo ile karşı karşıya kalıyor. Süleymen Demirel ise üslerin kapatılması konusunda aldığı kararlar ile iki kez, bir muhtıra bir de darbeye maruz kalarak, cezalandırılıyordu.
Bu gün özellikle 2018’de değişen sistem ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sistemde tek ve nihai sözü söylemesi ile İsveç’in NATO’ya kabulu, onay görüyordu. Ne yapılmalıydı? Aslında 1952’den bu yana ne yapamadıysak, bu günde onu yapamadık…
Türkiye’nin yumuşak karnı bu gün NATO’dur. Siyasi ve askeri refleksler, bugün ‘Hayır’ dememizi etkileyen neden ve sonuçlardır. Eski Amiral ve Generaller Türkiye’nin İsveç’i NATO’ ya dahil edilen karara evet demesi sonrası olumlu-olumsuz görüş bildirerek; ‘Bu karar ülkemizin ileride jeopolitik açıdan sıkıntıya sokacağını’. Yine ‘Türkiye bu karar ile F16 alarak mevcut savunmasını revize edip daha güvenli bir savunmaya sahip olacağını’ söylemektedirler.
Sonuç olarak; ekonomik anlamda yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, geçim derdi, işçi-memur ve emeklilerin durumları, çarşı-pazar fiyatlarının durdurulamaz yükselişi karşısında bir şey yapamadığımız gibi aynı neden ve sonuçlarla, NATO içinde de etkili değiliz. Çünkü bunlarla savaşacak, baş edecek elinde her hangi bir enstrüman yoktur Türkiye’nin. Hatta veto etme şansı da yoktur bazı kararları. O nedenle NATO içinde 1952’den bu yana ne yaptıysak, bu günde bir şey yapamamak bizim handikapımızdır.
Türkiye Amerika ve NATO ilişkileri bizim için; ‘bıyık sakal’ misalidir.
Marshall Yardımları ve ardından NATO oluşumuna girmek, o dönem ‘sözde’ soğuk savaş senaryoları ve komünizm tehdidinin hız kazandığı dönemden bu döneme, 1991’de SSCB’nin dağılması ile tek kutuplu dünya düzenine geçişi ile bugün başka bir paradigma BOP Projesi ile Orta Doğu Coğrafyasını darmadağın ederek, parçalayan Amerika ve İsrail;
Yine bölgesel anlamda; Rusya-Suriye ve İran üçgeninde NATO ülkesi olarak bize muhtaç olmasına rağmen İsrail’in varlığı, genişlemesi ve büyümesi adına bu gün Finlandiya-İsveç ve Ukrayna kararları ile BOP projesini derinleştirerek ilerlemektedir.
Eski askerler, Türkiye’nin İsveç konusunda aldığı NATO kararını eleştirmekte elbette haklılar. Ama durum da budur! Olmak ya da olmamak. Ya da NATO’dan çıkmak!
ABD ile yaşanacak kriz ya da krizlerle ambargoya rağmen BOP Projesinden ayrılmak.
Ekonomik olarak, kendi ayaklarımız üzerinde durmak. Savunma sanayimizi geliştirmek.
İnsan hakları, kadın hakları ve canlı hakları kavramları ile hukuk ve demokrasi anlamında insanları ayrıştıran, ötekileştiren kavramların derinleşmesi, derin yoksulluk, fakirlik ve çaresizlik hissi her geçen gün artarken biz ülke olarak ne yapmalıyız?
Fabrika ayarlarına dönmeliyiz elbette!
Ama 2018’de fabrika ayarlarımızı bozan biziz. Şimdi NATO’dan çıkmak, fabrika ayarlarına dönmek demektir. Türkiye’nin İsveç’i NATO üyeliğine kabulunü değil, NATO’dan çıkış retoriğini konuşmak fabrika ayarlarına dönmek demektir.
Soru şu olmalıydı.
Marshall Yardımlarını yok sayabilir miyiz?
NATO’dan çıkabilir miyiz?
Amerika’dan uzaklaşabilir miyiz?
Sizce?
Tüm sorulara vereceğiniz cevap hayır ise bugün Finlandiye ve İsveç’in NATO üyeliği için evet dememizi de ayrıca bahis konusu yapmamalıyız. Çünkü yapabileceğimiz başka bir şey yok! Çıkabilir miyiz NATO’dan? Kopabilir miyiz Amerika’dan?
Hatta; NATO üyesi olarak, Rusya’dan S400 aldık ve F35 projesinden çıkarıldık. Yani içte ve dışta yanlış siyaset ve kararlarla yol alırken, bunun bize artı ve eksilerini de çok iyi tartışmalıydık? Tartışabildik mi?
Şimdi ABD bize F16 verecek. Uçak sayımız artacak. Daha modernleşeceğiz. Neden böyle oldu? Neden F35 vermiyorlar? Niçin S400 aldık? Bunları da konuşmalıyız. Konuşabiliyor muyuz? Hatta bize F16 ama Yunanistan’a F35 uçağı satmak NATO üyesi ortağımızın bu kararı ne kadar etik? Bu karar ile NATO üyesi sıfatı ile Amerika’ya güvenebilir miyiz?
Neden NATO’dayız?
1991’de SSCB dağıldı. Komünizm tehdidi bitti. Onların yerine Rusya ortaya çıktı. Nihayetinde tehlike bitti ve ortadan kalktı. Peki biz neden NATO’ dayız? Neden çıkamıyoruz?
Finlandiya ve İsveç’in üyeliğini tartışmak yerine bunları tartışmalıyız?
NATO bize ne getirir ne götürür? Geçmişte yaşananları göz önünde tutarak cevaplayınız?
Emperyalizm, Orta Doğuyu darmadağın ederken!
1991’de SSCB tehdidi ve Komünizim algısı bitti diyerek, çıksaydık NATO’dan. Ama yapamadık. Şimdi Evet ya da Hayır cevaplarını eleştirmek, bizim açımızdan alınması gereken en zor karardı. Ama yapamadık, başaramadık. Çünkü bu konjonktürel ortamda, jeopolitik düzlemde elimizde Hayır diyecek, enstrüman yok. Biz bunu neden sağlayamadık, onu konuşmalıyız! İsveç kararını sorgulamak yerine bunları sorgulamalıyız.
Neden bu kararı almak durumunda kaldık?
canemregündem.com