ATATÜRK’TEN SONRA TÜRKİYE’NİN DIŞ SİYASETİ
Devrimin Dayanağı
Türk Devriminin gerçekleştirilmesi; Mustafa Kemal Atatürk’ün başta bağımsızlık aşkı, Türk halkı üzerindeki etkisine, devrimci kararlılığına, örgütsel yeteneğine ve eriştiği yüksek bilince dayanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk Meclis içindeki tutucu karşıtçılığın arttığı günlerde, 3 Mart 1925’de parti kürsüsünde yaptığı uzun konuşmasını şu cümleyle bitirmişti;
“Devrimi, başlatan tamamlayacaktır ”
Devrim kendisini koruyacak kadroları tam olarak yetiştiremeden Atatürk 1938 yılında öldü. Atatürk’ün yerine, getirilecek en uygun kişi olarak çıkan küçük çapta krize rağmen, Genelkurmayın tavrı ile İsmet İnönü Cumhurbaşkanı seçildi. İsmet İnönü’nün, 1938-1950 arasındaki, milli şef konumu ve geniş yetkilerle sürdürdüğü yönetim dönemi, Atatürkçü politikanın temel ilkeleriyle çelişen uygulamaların yer aldığı bir dönem oldu. Atatürkçülükten geri dönüş süreci, 1950’de değil, bu dönemde başladı.
Atatürk’ün ölümünden yalnızca altı ay sonra Türkiye; 12 Mayıs 1939’da İngiltere, 23 Haziran 1939’da Fransa ile iki ayrı bildiriye (deklarasyona) imza attı. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu, İngiltere Büyükelçisine bu anlaşmalarla ilgili olarak, “Türkiye’nin bütün nüfuzunu Batı devletlerinin hizmetine verdiğini” söyledi.
Anlaşma yapılan İngiltere ve Fransa, daha 20 yıl önce; Türkiye’yi yok edeceklerini, Türklerin vahşi talancılar olduğunu ve Anadolu’dan uzaklaştırılacağını söylüyordu. 1930 yılına dek süren Kürt ayaklanmalarının hemen tümünü kışkırtıyor ve Musul’u almak için Türkiye karşıtı her türlü eylem içine giriyorlardı. Türkiye bu ülkelerle, üstelik dünya savaşı sürerken bağlaşma anlaşması yapıyordu.
Deklarasyonlara göre taraflar; “Akdeniz bölgesinde savaşa yol açabilecek bir saldırı halinde, etkin bir biçimde işbirliği yapmayı” kabul etti. Anlaşma üzerine İngiltere Başbakanı Arthur Chamberlain, Avam Kamarasında yaptığı konuşmada “erkek millet” diye Türkiye’yi övdü.
Alman gazeteleri ise “Nankör Millet Türkiye” başlıklarıyla çıktı. Bu iki bildiri, daha sonra 19 Ekim 1939 tarihinde Üçlü Bağlaşma (İttifak) anlaması haline getirildi. Bu anlaşmanın yapıldığı günlerde, İngiltere ve Fransa, Almanya ile savaş durumundaydı ve 2.Dünya Savaşı hızla yayılıyordu.
Atatürk, gerçekleştirilen devrimin kendisinden sonra korunup geliştirilmesi konusunda yaşamı boyunca sürekli kaygı duymuştur. Çevresindeki kadronun yetersizliğini bildiği için, geleceğe yönelik kaygısını, olası gelişmeleri ve alınmasını düşündüğü önlemleri sıkça dile getirmiştir. Günümüz koşulları göz önüne alındığında, kaygı ve uyarılarındaki haklılığı bugün açıkça görülmektedir.
Atatürk, 2.Dünya Savaşının yaklaştığı ve hastalığının ilerlediği günlerde Ali Fuat Cebesoy’a şunları söyler: “Fuat Paşa, pek yakında dünya durumu Mütareke yıllarından çok daha ciddi olacak ve karışacaktır. Avrupa’da birkaç maceracı, Almanya ve İtalya’nın başında zorla bulunuyorlar. Karşı karşıya geldikleri zayıf devlet adamlarının aczinden cesaret alıyorlar. Bunlar bir gün dünyayı kana bulamaktan çekinmeyeceklerdir.
Eski dostumuz Rus Sovyet Hükümeti, acizlerle maceracıların yanlış hareketlerinden yararlanmasını bilecektir. Bunun sonucunda, dünyanın durum ve dengesi tamamen değişecektir.
İşte bu dönem sırasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde, başımıza Mütareke yıllarından daha çok felaketlerin gelmesi mümkündür. Bu ikinci dünya savaşı beni yataktan kımıldatmayacak bir durumda yakalayacak olursa, memleketin durumu ne olacaktır?
Ben devlet işlerine mutlaka müdahale edecek bir duruma gelmeliyim. Bizde hiçbir şeyin yataktan yönetilemeyeceğini bilirsiniz. Mutlaka işin başına geçmek gerek”.
Ölümüne birkaç ay kala Almanya’nın Türkiye’ye yaptığı bağlaşma önerisini, Başbakan Celal Bayar ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras (kısa bir süre önce Atatürk, İsmet İnönü’yü Başbakanlıktan almış yerine Celal Bayar’ı getirmişti) kendisine ilettiklerinde, öneriyi uygun görmemiş ve “Türkiye, tarafsız kalmalıdır, bir ittifak içine girmemelidir” demiştir.
Bu konuda, Başbakan ve Dışişleri Bakanı’na görüşünü iletmekle yetinmeyen Atatürk vasiyetini yazdırdığı gün, dış politika konusunda şunları söyleyecektir: “Bizim şimdiye kadar izlediğimiz açık, dürüst ve barışçı politika memlekete çok yararlı olmuştur. Arkadaşlar da buna alıştılar. Gerçek ve yaşamsal zorunluluklar dışında bu politikamız devam eder gider”.
İnönü’nün Uygulamaları
İsmet İnönü, Cumhurbaşkanı olduktan sonra Atatürk’ün yakın çalışma kadrosunu etkin görevlerden uzaklaştırdı. Atatürk döneminin değişmez Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras da bunlardan biridir. Yeni hükumette Aras’a görev verilmedi, yerine getirilen Şükrü Saraçoğlu’na, İngiltere ve Fransa’yla yapılan Üçlü İttifak Anlaşması imzalatıldı.
Tevfik Rüştü Aras konuyla ilgili olarak daha sonra şunları söyleyecektir: “İkinci Dünya Savaşı içinde tarafsız kalmak, mümkündü. İngiltere ve Fransa ile ittifakın gereğini, yararını ve kimlere karşı olduğunu hala anlamış değilim. Zararları ise meydanda” idi.
Bu gelişmeden sonra Hitler Türkiye’yi “ikinci derecede işgal edilecek ülkeler” arasına aldı ve Türkiye yöneticileri için şu yakışıksız sözleri söyledi: “Türkiye’yi, Mustafa Kemal’in ölümünden sonra, budala ve aptallar yönetmektedir”.
İngiliz Politikası
Türkiye, İngiltere’ye güvenerek yansızlıktan ayrılmış, İngiltere’nin safına geçmiş ve Almanyayı karşısına almıştı. Ancak, savaş anında yardım sözü veren İngiltere, Türkiye’ye yardım yapacak durumda değildi. İngiltere’nin amacı Almanya’nın düşmanlığını Türkiye, Balkanlar ve Sovyetler Birliği’ne çekmekti.
Anlaşmaya önem vermesinin gerçek nedeni, Türkiye’nin askeri gücünden yararlanmak değil, Almanya’nın saldırı alanını genişleterek Doğu’da yeni bir cephe açmasını sağlamaktı. İngiltere’nin savaş ve savaş sonrası gelişmelerle amacına ulaştığı görülecektir. Hitler Türkiye’ye yapılan mal karşılığı silah satışlarını durdurur ve komutanlarına Türkiye’yi ele geçirme (işgal) planı hazırlatır. Ancak, Kuzey Afrika’da beklediği başarıyı sağlayamayınca bu plan uygulanmaz.
Sovyet Tepkisi
Anlaşmaya bir tepki de, Atatürk’ün, karşılıklı güven ve iyi ilişkilerin korunmasına büyük önem verdiği Sovyetler Birliğinden geldi. Sovyetler Birliği emperyalist kuşatma altında olduğuna inanmakta ve Fransa ile İngiltere’ye ise hiç güvenmemekteydi.
Yaklaşan savaşın sanayileşmiş Batı ülkeleri arasındaki çıkar çatışmasına dayandığını saptamış ve bu savaşta taraf olmamayı hedeflemişti.
İngiltere ve Fransa, Sovyetler Birliğinin Almanya’ya petrol satmasını kendileri için çekinceli görüyor ve 1940 yılında Bakü’nün Türkiye’deki üslerden havalanacak uçaklarla bombalanacağına, buna Türkiye’nin onay verdiğine yönelik uydurma haberler yayıyordu.
Türk Hükümetinin böyle bir durum olmadığını sürekli açıklamasına karşın, Sovyetler Birliği bu açıklamaları inandırıcı bulmuyordu.
Üçlü İttifak Anlaşmasından sonra Sovyetler Birliği ile Türkiye; güvenli komşular olmaktan çıkacak ve birbirlerine karşı tehdit oluşturan düşman iki ülke durumuna gelecektir.
Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Molotof, üçlü bağlaşmayı kınarken; “Türkiye ihtiyatlı tarafsızlık politikasını bir yana iterek Avrupa Savaşı çerçevesine girdi. Sovyetler Birliği, elini serbest tutmayı ve tarafsız politikasına sürdürmeyi yeğ tutmaktadır.
İngiltere ve Fransa en yüksek sayıda tarafsız ülkeyi savaşa sürüklemeye çalıştıkları için herhalde hoşnutturlar. Türkiye’nin bir gün pişman olup olmayacağını ise ileride göreceğiz” diyecektir.
Dış Siyaset Karmaşası
Anlaşma Türkiye’nin başına daha başka karışık sorunlar da çıkardı. İngiltere Türkiye’ye herhangi bir yardım yapmadığı gibi, 10 Haziran 1940’ta İtalya’nın Fransa’ya savaş ilan etmesi üzerine, bağlaşma anlaşmasının ikinci maddesi gereğince, Türkiye’nin İtalya’ya savaş ilan etmesini istedi. İngiltere’nin Türkiye’yi savaşa sokma baskısı sürerken, 28 Ekim 1940’da İtalya Yunanistan’a saldırdı.
İngiltere, Türkiye’nin 9 Şubat 1933’de Yunanistan ile yapmış olduğu dostluk anlaşmasını ileri sürerek Türkiye’nin savaşa girmesini bir kez daha yineledi.
Oysa, bu anlaşmaya göre Türkiye Yunanistan’ı bir Balkan devletinin özellikle de Bulgaristan’ın saldırması durumunda savunacaktı. İngiltere bu maddeyi, Almanların Bulgaristan’ı ele geçirip Yunanistan’a girmiş olması nedeniyle, Yunanistan’ın Bulgaristan’dan gelen bir saldırıyla ele geçirildiğini (işgal edildiğini), buna bağlı olarak Türkiye’nizin Yunanistan’ı savunması gerektiği biçiminde yorumluyordu.
Türkiye, yaptığı anlaşmanın doğurduğu sıkıntılardan bunalmışken, Fransa Almanya tarafından işgal edilerek savaş dışı kaldı ve İngiltere’yle ilişkisi kesildi. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti bunu fırsat bilerek, bu durumun kendisine yansız kalma hakkı verdiğini ileri sürdü.
Türkiye, kendisinin yaptığı anlaşmadan kurtulmak istiyordu. Ancak, bu artık kolay bir iş değildi. İngiltere bu isteği görüşmedi bile. Üstelik Türkiye’yi, Alman ya da Sovyet saldırısına uğradığında yardım yapmamakla tehdit etti.
Almanya’ya Yanaşma
Almanya’nın Batı Avrupa ve Balkanlardaki başarıları Türkiye’yi bu kez Almanya ile anlaşma yolları aramaya sürükledi. 18 Haziran 1941 günü Türk-Alman Saldırmazlık Paktı imzalandı, üçlü bağlaşmaya karşın, Almanya ile yapılan anlaşma aykırı bir durum yaratıyordu. Türkiye içinde bulunduğu bağlaşmaya karşı, savaşan bir başka ülkeyle saldırmazlık anlaşması imzalamıştı. Ölüm-kalım savaşına girmiş olan hem İngiltere’nin hem de Almanya’nın “bağlaşığıydı”.
Örneği olmayan bu ilginç durum, Türkiye’yi çekinceli bir açmaz içine sokmuştu. O günlerde İngiltere, savaştığı Almanya ile saldırmazlık antlaşması bulunan Sovyetler Birliği’ne tepki duyuyordu. Türkiye ise, İngiltere ile bağlaşık (müttefik) olduğu için, hem Almanya’dan hem de Sovyetler Birliğinden tepki alıyor, Almanya ile anlaştığı için de İngiltere’ye yaranamıyordu.
Türk-Alman saldırmazlık antlaşmasından dört gün sonra, Almanya Sovyetler Birliği’ne saldırdı ve dost-düşman ilişkileri daha da karışık duruma geldi. Rusya’ya yönelen Alman saldırısı, Almanya’yla savaşan İngiltere’yi Sovyetler Birliğinin “dostu” yaptı; Almanya’yla saldırmazlık anlaşması olan Türkiye’yi, Sovyetler’in güvenilmez komşusu durumuna getirdi.
Sovyetler Birliği ile savaşa giren Almanya, aynı İngiltere’nin yaptığı gibi, haber ve propaganda araçlarını etkili bir biçimde kullandı ve Türkiye’yi Bolşevik Rusların “kötü amaçları” konusunda ‘bilinçlendirmeye’ girişti. Rusların Boğazları istediğini, Führer’in vermediğini yaydı. 1915’de olduğu gibi, İngiltere’nin Rusya ile birleşerek İstanbul Bölgesini Ruslara vereceğini ileri sürdü.
1941 Temmuz ve Ağustos aylarında Alman ve İtalyan yardımcı savaş gemileri Montreux anlaşmasına karşın, boğazları geçerek, Karadeniz’e açıldı. Bu eylem savaş sonrasında Sovyetler Birliğinin, Türkiye’den boğazlar konusunda isteklerde bulunmasına gerekçe oluşturacaktır. Almanya, yüksek kaliteli çelik yapmak üzere silah karşılığında Türk kromu istiyordu, oysa 1939 yılında Türkiye tüm kromunu İngiltere’ye satmayı kabul etmişti.
Bu koşula ve anlaşma süresinin dolmamasına karşın Türkiye Almanya’ya krom sattı. Türkiye Almanya’nın, İran ve Afganistan’a, Türkiye üzerinden askeri malzeme, Suriye’ye de uçak benzini taşımasına göz yumdu.
Savaşın Almanya aleyhine döndüğü anlaşıldığında bu kez Almanya’ya karşı tavır aldı. Türkiye’deki Alman yandaşları tutuklandı, Alman elçisine suikast düzenleme gerekçesiyle tutuklanmış olan iki Sovyet diplomatı serbest bırakıldı. Daha sonra Almanya’ya savaş ilan edildi.
Emperyalizme Bağlanma Süreci
1939 İngiltere-Fransa anlaşmasının üzerinde bu denli durulması, yalnızca savaş dönemindeki gelişmeleri incelemek değildir. Konuya verilen önem bu antlaşmayla girilen yolun, Türkiye’nin bugünkü duruma gelmesine yol açan bir süreci başlatmış olmasıdır. Üçlü ittifak Anlaşması, Türkiye’nin yalnızca Atatürk tarafından çizilen dış politikanın bırakılması değil, daha önemli olmak üzere, emperyalizmle uzlaşma sürecinin başlangıcı olmasıdır. Bu anlaşmanın doğurduğu sonuçlar önemlidir.
20 yıl önce, silahlı savaşım ile yenilen ve Türkiye’yi yok etmede kararlılığını açıkça ortaya koyan emperyalist devletlere, hiçbir haklı gerekçesi olmadan bağlanma yoluna gidilmiştir.
Sovyetler Birliği ve Balkan ülkeleriyle ilişkiler bir daha düzelmeyecek biçimde bozulmuştur. Türkiye, savaş sonrasında, Batı’nın kendisine biçtiği elbiseyi giymekten başka çaresi olmayan bir konuma düşmüştür.
Savaşarak kazandığı ulusal bağımsızlığını koruma ve buna bağlı olarak toplumsal kalkınmayı kendi öz gücüne dayanarak gerçekleştirme yolundan vazgeçmiştir. Türkiye’nin sorunlarına başkalarının karışmasına izin verilmiştir.
Üçlü İttifak Anlaşmasıyla, Mustafa Kemal Atatürk’ün; “Bir ulus yalnız kendi gücüne dayanarak varlığını ve bağımsızlığını sağlayamazsa, şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz” sözlerinde karşılığını bulan ulusal bağımsızlık anlayışına sadık kalınmamıştır.
Daha sonra Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik yapısı, dış baskılar, NATO’nun oluşumu, İnönü’nün tutumu, tek partili sistemden çok partili hayata geçiş, Truman Doktrini ve Marshall Yardımları ile sözde SSCB tehditi ve korkutması ile ABD’ye yanaşma, Türkiye’nin Atatürk sonrası onun ilke ve felsefesine sahip çıkamaması, bu gün emperyalizme karşı yaşadığımız gerilimin tohumlarının atıldığı dönem olmuştur.
Yani; Mustafa Kemal Atatürk vefat ettiğinde, onun yerine geçecek Cumhurbaşkanı adaylığı konusunda yaşanan kriz, aslında Atatürk’ten sonra siyasi anlamda yaşanılacakların başlangıcı olacaktır ve öylede olmuştur.
Onun vefatı ile başa geçenler, iktidar olanlar bir ATATÜRK olamadığı için, sadece onun Cumhurbaşkanlığı sürecinde yaşanılan 15 yıl, gerçekten Türkiye’nin tam bağımsız özgür, mutlu, refah ve tüm ülkelerle dostluk ve barış temelinde ilişkileri sürdürerek, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi ile yönetimde bulunmuştur.
Çünkü hiç kimse ATATÜRK değildir.
Bu günü anlamak için geçmişi bilmek ve anlamak gerek.
Incredible quesst there. Whaat occurred after?
Takke care!
Thhank youu foor thee good writeup. It inn trruth was once a
entertainment account it. Glance compkicated tto moree
addd agrewable from you! However, how cann we kep up a
correspondence?
Thanks for sharing. I read many of your blog posts, cool, your blog is very good.