DEMOKRAT PARTİ ve ADNAN MENDERES DÖNEMİ

0
415
Demokrat Parti ve Menderes Dönemi
Demokrat Parti ve Menderes Dönemi

DEMOKRAT PARTİ ve ADNAN MENDERES DÖNEMİ

Demokrat Parti…

Amerikan Sömürgeciliği ve doktrinlerin uygulanışı özellikle Demokrat Partinin iktidara geldiği 1950 seçimlerine kadar 27 yıl Devleti tek başına yürüten, CHP iktidarının ilk defa muhalefete düşerek, Demokrat Partinin ve Adnan Menderes’in Başbakanlığında yeni bir geleceğe yelken açıyordu.

Daha sonra, 1950 ve 1960 yıllarında Demokrat Parti iktidarı ardından yaşanan olaylar nedeniyle, askeri cunta tarafından yapılan, 27 Mayıs 1960 ihtilali ile 10 yıldır ülkeyi yöneten Adnan Menderes Hükümeti askerler tarafından alaşağı edilerek başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes ve Milletvekilleri Yassıada’ya gönderiliyordu.

Soğuk Savaş döneminin ürünü olan ve 1945 kurulan NATO’ya girmek için Kuzey Kore’ye asker göndererek, 18 Şubat 1952’de dahil olmamız ile birlikte Türk Ordusu ’da artık bir NATO ordusu oluyordu.

Cumhuriyet tarihinde NATO ordusu konumundaki, Türk Ordusundan ‘bazı subaylar’ emir komuta zinciri dışında gelişen olaylar ve zorlamalar ile ilk defa askeri darbe yaparak, 27 Mayıs 1960’da yönetime el koyuyorlardı.

Bu, ilk darbe daha sonraki yıllarda adeta kanıksanmış gibi, yine NATO’ya bağlı Türk Ordusu içindeki ‘bazı subaylar’ 12 Mart 1971’de Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve Komutanlar bu kez Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanına bir muhtıra vererek, hükümetin istifasını ve yeni bir hükümet kurulmasını istemelerinin ardından, Başbakan Süleyman Demirel bu ‘muhtıra’ sonunda istifa ediyordu.

Darbeler bu ülkenin kabusu olmuştu. Neredeyse her on yılda bir NATO’nun ordusu yani silahlı gücü, kendi halkının bağrından yetişmiş subaylar, yine kendi halkının seçtiği siyasetçileri, Başbakan ve Cumhurbaşkanlarını görevden alarak, sözde barış getirme adına yeni bir Türkiye yaratıyorlardı…

Ülke kendi seçtiği siyasetçiler ile yönetilip nefes alacakken, hemen hemen her on yılda bir yapılan darbelere bir yenisi daha eklenerek bu kez ülkede kardeşkanını durdurmak üzere, 12 Eylül 1980’de Kenan Evren ve Silah arkadaşları, yeni bir darbe yaparak, mevcut Başbakan Demirel’i görevden alarak yönetime el koyuyorlardı.

Ülke tek partili hayattan çok partili hayata geçerek 27 yıllık CHP iktidarından sonra iktidar olan Demokrat Parti ve Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşları, Türkiye Cumhuriyetinde ilk kez kendisini seçen halka rağmen 27 Mayıs 1960’da NATO ordusu olarak görev yapan ‘bazı subaylarca’ görevden el çektirilmesi, ülke için o tarihte büyük bir dramdı.

Bugün Amerika’nın yaklaşık iki yüz yıldır dünyayı sömürme çabaları her gün yoğunlaşırken, 1.Dünya ve özellikle 2.Dünya Savaşından sonra ise ‘dünya jandarmalığına’ soyunarak ülkeleri yok etmesine baktığımızda Türkiye-Amerika ilişkileri görünen yüzüyle ve görülmeyen yüzüyle ‘ikiyüzlülükle’ devam etmektedir.

Bu ilişkiler devam ederken Amerikan ve Türk siyasetçilerinin söylemlerine göre ‘Türkiye ve Amerika Stratejik Ortak’ sözlerinin aksine ortaklıktan da öte ‘Amerikan Oyunlarının’ en doruk noktasındayız.

Türkiye açısından olaya baktığımızda, son derece ağır bir Mondros Ateşkes ve diğer gizli anlaşmalar nedeniyle silahlarına el konulmuş, güçsüz ve yorgun Osmanlının bölgedeki stratejik ve jeopolitik durumu, İttifak Devletlerini harekete geçirerek, başta İngiltere olmak üzere Fransa, İtalya, Yunanistan yurdumuzu işgal ederken 1.Dünya Savaşı sonrası Wilson İlkeleri ile dünyada ilk sömürgeciliğin anayasasını yazan Amerika’da ortaklarını destekliyordu.

Ancak, Osmanlı için zorluklar başlayıp, ülkenin her yeri düşman askerlerinin postalları ile kirlenirken unuttukları Türk Milletinin yeniden doğuşu ve Mustafa Kemal Atatürk gibi dahi bir askerin bu topraklarda var oluşuydu.

Zaten Mustafa Kemal Atatürk ‘Geldikleri gibi giderler’ derken, giderken yanmış, yıkılmış, harap olmuş topraklar bırakırken yine Milletin azim ve kararlılığı Mustafa Kemal Atatürk’ün Millet ve Vatan sevgisi ile birlikte büyük askerliği sayesinde yeni devletin temelleri atılıyordu.

‘Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti.’

Unutulmamalıdır ki, Osmanlı Devletinin değerli Subayı Mustafa Kemal, Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında kazandığı zaferler ve kurduğu yeni Türkiye Cumhuriyeti ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk olurken, Lozan’da kazanılan zafer sonunda bağımsızlığımıza kavuşuyorduk.

Lozan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tapusudur.

Orada büyük mücadeleler verilmiş ve Ankara Hükümeti İttifak Devletlerince kabul görüp, Atatürk’ün ‘Geldikleri gibi giderler’ sözcüden sonra Mondros’la gelenler Lozan ile gitmişlerdir.

Cumhuriyetin ilanı ile birlikte 29 Ekim 1923’ten Atatürk’ün vefatına yani 10 Kasım 1938’e kadar geçen sürede, Mustafa Kemal Atatürk önce insana yatırım yapmış, daha sonra sanayi, tarım ve ticaret başta olmak üzere yeni bir kalkınma hamlesi başlatarak, eğitim, sağlık, hukuk, insan hakları, kültür ve sanat alanında yapılan yenilikler ve değişimler ile Türk halkı, çağdaş, modern, dünya ve Avrupa normlarında, insan hakları evrensel beyannamesinde belirtildiği gibi, özgür ve çağdaş yaşamanın kapılarını aralayarak, gelişmeye devam etmiştir.

Yine bu süreler içinde yapılan fabrikalar, barajlar, limanlar, kamu binaları ve diğer kalkınma modelleri araçları için dışarıdan hiçbir kredi alınmamış, tamamen Türk halkının vergileri, özverili çalışmaları ve Atatürk’ün disiplinli mali politikaları ile gelişmişliğini sürdürmüştür.

Aynı zamanda Mustafa Kemal Atatürk’ün tutarlı ve dengeli dış politikaları ile yine onun söylemiyle ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh Prensibi’ ile yabancı devletlerle ilişkileri kendisini belli bir çizgide ve mesafede tutarken, özellikle 1.Dünya Savaşı sonrası Amerika’nın 28.Başkanı Thomas Woodrow Wilson’un ortaya koyduğu ‘Wilson Prensipleri’  ve self-determination doktrinlerine rağmen, gerek Atatürk gerekse Wilson, bu konuda hiçbir zaman birbirlerine üstünlük kurmak için harekete geçmemişlerdir.

Bu ilkelerin ve doktrinlerin özellikle 1.Dünya Savaşından sonra ülkeleri ve halkları kontrol altına almak için yapılması, Orta Doğunun farkına varan Amerika’nın Atatürk’ün yeni Türkiye’sinin ve onun eşsiz askeri dehasının farkında olup, yine Amerika’nın kendi çıkarları için Atatürk’e herhangi bir baskı, tehdit, zorlama gibi ‘Amerikan Oyunlarını’ oynamamış ve kendisine saygı duymuşlardır.

Yaşanan bu durum karşısında Atatürk’ün gerek Avrupa gerekse Amerika karşısındaki etkisi ve barışçıl tavrı kendisinin vefatına kadar sürmüştür.

Gelişmişliği, modernliği, çağdaşlığı yakalamak, eğitim, sağlık ve hukukta hızla basamakları Atatürk ile çıkan genç Cumhuriyet daha yapacak onca şeye rağmen Atatürk’ün ölümü ile birlikte hem kara gecelere hemde siyasi krizlere girecek kadar Ata’sının vefatını yüreğine anlatamıyordu.

Her ölümlü gibi Atatürk’te doğdu, yaşadı ve öldü.

Ama geride Osmanlının yakılmış, yıkılmış, taşları yabancı askerlerin postalları ile kirletilmiş, çaresiz ve yoksul bir ülkeden, Cumhuriyet yaratarak, ümmetten bireye geçişi sağlamış ve Türkiye’yi yine kendisinin deyimiyle ‘Muasır Medeniyet Seviyesine” getirerek aramızdan ayrılmıştır.

Türk halkı ona çok şey borçludur. Ruhu şad olsun.

Atatürk sonrası

Atatürk’ün ölümü tüm ülkeyi yasa boğarken, siyasi olarakta küçük çapta kriz yaşanıyordu. Atatürk’ün yerine Cumhurbaşkanı olarak kimin geçeceği tartışılırken kulislerde, İsmet İnönü ile birlikte Rauf Orbay, Ali Fethi Okyar, Celal Bayar’ında isimleri geçmekteydi.

Son bir yıldır Atatürk ile ilişkileri mesafeli olan İsmet İnönü, seçimlerde önceleri tarafsız kalan Genelkurmay ve Birinci Ordu’nun tavırları ile 348 milletvekilinin oy birliğiyle, Cumhuriyet Halk Partisi Malatya milletvekili olarak Cumhurbaşkanı seçiliyordu.

Atatürk’ün silah arkadaşı ve Başbakan İsmet İnönü Türkiye Cumhuriyetinin 2.Cumhurbaşkanı olarak görevine başlıyordu.

Atatürksüz bir dönemin başlangıcı 1938-1950 yılları arasındaki bu bölümüne İsmet İnönü dönemi denilmektedir. Bu dönem en büyük talihsizliği 1939-1945 yılları arasında yaşanan ve dünyayı kasıp kavuran II. Dünya Savaşı’dır.

Bu yıllar yani 1945-1950 arası  “sıkıntılı” yıllar olarak yer almakla birlikte İsmet Paşa’nın çabaları başarılıdır. Savaşlar bazı ülkelerin kaderi olurken geride, acılar, gözyaşları, yıkılan ve yakılan hayaller ile birlikte emperyalistlerin gözü doymak bilmeyerek yine ve yeniden sömürmek ve yok etmek için yeni planlar peşinde koşmaktadır.

Savaş acı, kan ve gözyaşı ise, barış gelecek nesillerin yeşerme umududur…

canemregündem.com

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here