KADIN CİNAYETLERİNİ DURDURACAĞIZ AMA NASIL?
İnsani olarak duygularımızla hareket ederiz. Sokakta yürürken kediler, köpekler kavga ederken, hatta iki yaramaz çocuk veya çocuklar, kavga ederken bile, içgüdüsel olarak onları ayırırız. Bu çok normal duygusal bir eylemdir.
Ama toplum yaşadığı dezenformasyon ile kontrolünü kaybetti. Özellikle kadınlar, tamamiyle kontrolden çıkmış “erkek egemen toplumda” çok mağdurlar.
Adam sokak ortasında karısını dövüyor, ayırmaya gelenlere: “Bırakın o benim nikahlı karım, siz karışmayın, döverim de, söverim de” sözleri ile karısını istediği gibi dövme, hatta öldürme hakkına, sahip olarak görüyor…
Nasıl bir zihniyet?
Oldu, istersen koyun gibi boğazla, nikahlı olman, ona tamamen sahip olma anlamına gelmiyor…
Peki ya devlet?
Toplum?
Aile?
Veya kurumlar?
Aslında, kadın erkek eşitliğinde, (bizde eşitsizliğinde) karısını kendisinin kulu, kölesi olarak gören zihniyet, bedenine sahip olmasının yanında, kadınların yaşam haklarına da sahip olarak görüyor. Fiziksel ve psikolojik şiddet, uygulayabilir olarak görmesi ise tam bir vahşet..!
Bu topraklarda kadının kaderi!?
Ve bu topraklarda kadının adı yok!?
Neden yok?
Kültürel, dinsel, ailesel, çevresel, fiziksel, hatta genetik mirasımızdan gelen içgüdüsel davranış biçimi ve yaşanılan toplumsal dezenformasyon, bizi bu günlere getirdi…
Yüzyıllardır geleneksel ve ataerkil aile kavramında yetişen çocuk, evlendiğinde, ailesinde gördüklerini ve yaşadıklarını, kendi evinde ailesine karşı uyguluyor.
Sorun da burada…
Fiziksel ve psikolojik şiddetin;
Yaşlısı genci,
Eğitimlisi, eğitimsizi,
Zengini, fakiri, okumuşu, okumamışı hiç fark etmiyor…
Toplumda; sosyal veya kültürel alanlar değişse bile, sosyal statü, kültürel farkındalık, hatta burjuvazi olsanız bile genleriniz ile taşınan farklılıklar ve erkeklik dürtüleri, kadın erkek eşitsizliğinde baskın taraf olarak karşımıza çıkıyor.
Mesela; küfür ve hakaret, yada fiziksel ve psikolojik şiddet kadın erkek ayrımı olmaksızın suç olduğunu hepimiz biliyoruz. Ama erkek egemen toplumda, ailede yüzyıllardı aynı felsefede yetişen erkek, acımasızca suç sayılan eylemleri karısına uygulayabiliyor.
Neden?
Geleneksel olarak devam eden düzen, toplum baskısı, uzak ve yakın çevre, kanunların yetersizliği ve yaptırımların hafifliği, bu azgınlığı daha da arttırıyor.
Hatırlayınız, kadın Bakan yurtlarda taciz ve tecavüze uğrayan çocuklar için: “Bir kereden bir şey olmaz” demişti, hatırlarsınız.!
Ne kadar basit ve aşağılayıcı bir cümle…
Yarın yani 30 Ağustos’ta İstanbul’da kadın platformları “İstanbul Kadın Meclisi” olarak, kadınların yaşadıkları bu dramı masaya yatırarak çözüm yolları arıyorlar. Elbetteki çok güzel ve önemli bir adım. Bu konuda yapılacaklar masaya yatırılacak…
Öneriler ve görüşlerin tartışılacağı bu platformda, aile, erkek egemen toplum, eğitim, kültür, statü, zenginlik, fakirlik…vb. gibi eylemsel süreçler, gündeme gelecek elbette..! Kadın Cinayetlerini durdurma adına.
Ama Kadın Cinayetlerini Nasıl Durduracağız?
Sorun burada?
Yüzyıllardır süre gelen ataerkil yaşam, coğrafya, din, iktidarlar, yaşam felsefesi, toplumun iktisaden köleleştirilmesi ve uygulanan politikalar değişmedikçe ve kadın çalışma hayatında yeterince yer almadıkça, erkek egemen toplum her zaman bir adım önde olacaktır.
Çocuk gelinler,
9 yaşında kız çocukları evlenebilir fetvası verenler,
Dinsel anlamda, kadını fiziksel ve ruhsal olarak kapatanlar,
Cumhuriyet ve çağdaş yaşam dışı yine dinsel eylemler son bulmadıkça,
Atatürk İlkeleri halen daha aşındırılmaya devam ettikçe,
Cumhuriyet ve Demokrasi yok sayıldıkça,
Gericilik, hurafe ve Orta Doğu yaşamı bize dikta ettirilmeye çalışıldıkça,
Ülkede, “Kadının adı” yine olmayacaktır.
Yapılabilecek en büyük şey;
Bize Atatürk’ün bıraktığı çağdaş ve modern yaşama sahip çıkarak, kadınlarımızı köle olarak gören zihniyetin pençesinden kurtulabiliriz.
Bugün iktidarın uyguladığı neoliberal politikalar, Türklüğün İslamlaştırılması, kadınların baskı ve fiziki/psikolojik şiddet ile eve kapatılması, toplumun bilinçlendirilmesi, eğitim düzeyinin geliştirilmesi, siyasi ve ekonomik bağımsızlık gibi hukuksal, demokrasi ve insan hakları normlarının en üst seviyelere çıkarılması elbetteki, sorunların aşılmasında önemli paradigmalar dır.
Ama en önemlisi, kadın ve erkeğin “insan olma” vasfının ön plana çıkarılarak, kadın/anne olmadan, insanın dünyada var olamayacağının ortaya konulması ile birlikte;
Kadınları katleden erkekler de şunları bilecek;
Bunun cezai müeyyidesi, yaptığım eylemin karşılığı olarak, aynen bana da bu cezanın uygulanacak olması. Başka türlü eylemlerle bunun çözümü olmaz.
Düşünün; öldürülen sizin anneniz, kardeşiniz, ablanız, kızınız olabilir..!
O zaman siz ne yaparsınız?